Ramazan Apaçık’a Yılın Adamı Ödülü Vermek Lazım!

İzninizle birkaç soru sorarak başlayayım bu haftaki yazıma:
 
Sizce insan hakkı mı önde gelir, hayvan hakkı mı?
 
Ya da “çevreye bakışınız” nasıldır mesela!
 
Hiç eşiniz, anneniz, kız kardeşiniz evde kızartma yaparken, “Şu kızartma yağı nereye dökülüyor?” diye aklınızdan bişeyler geçirdiğiniz oluyor mu?
 
Pilleri nere atıyorsunuz?
 
Suyun, elektriğin, doğalgazınfaturaları kabarık geldiğinde, önlem almayı, tasarrufa gitmeyi hiç aklınızdan geçirdiğiniz oldu mu?
 
***
 
Benim olmadı!
 
Ömrünü tüketen pilleri hiç düşünmeden çöpe attım.
 
Tıpkı “işe yaramaz” dediğim kâ-ğıtları, poşetleri gelişigüzel şekilde sokağa veya çöpe attığım gibi.
 
***
 
Evden eşim sürekli uyarır:
 
“Su faturası çok yüksek!”
 
Aklımdan hep “e siz de az tüketin canım” diye geçirir…
 
Ama “tasarruf yapalım”ı hiç düşünmem.
 
Elektrik için de öyle.
 
Evin dört bir yanında, salonunda, holünde ışıklar yanar çoğu zaman.
 
Söndürmek birimizin dışında pek akla gelmez nedense.
 
Ay sonunda elektrik faturası çarptığında bazen şöyle bir silkinir, sonra yine dalarız kış uykusuna.
 
Sadece doğalgazda zaman zaman frene basar, daha az tüketmeye çalışırız, işte o kadar!
 
***
 
Bunlar bizim evimiz ve decüzdanımız ile doğrudan ilgilimeselelerdir.
 
Dikkat ediyor musunuz bilemem de, bir “duyarsızlıktan” bahsetmeye çalışıyorum sizlere.
 
Hem de kendi evimizdekiduyarsızlık ya da ilgisizlikten!
 
***
 
Varsayalım ki, ben kamuda çalışan birisiyim.
 
E ben evimde bu kadar “duyarsız” davranıyorsam…
 
Umuruma gelir mi dairedeki savurganlık!
 
Gelmez tabi.
 
***
 
Aklımdan bile geçirmem damlayan musluğu sıkmayı.
 
Her gün onlarca tomar kağıdı buruşturur, çöpe atar…
 
Elektrikleri, sanki sahneaydınlatıyormuşuz gibi sürekli açık tutar, çoğu zaman giderken            kapatmayı aklıma bile getirmem.
 
Öyle ya…
 
Giden devletin malı, bana ne!
 
***
 
Bu yüzden olsa gerek,devletin savurganlığının önüne sırf bu sebeplerden dolayı bir türlü geçilemiyor.
 
***
 
Oysa geçilmeli.
 
Bu devlet bizim, hepimizin.
 
Duyarlı olmak gerek.
 
Devlet zaafiyet geçirdiğinde,krizlere sürüklendiğinde en çoketkilenen bizler olmamıza rağmen, göstermiyoruz o hassasiyeti.
 
***
 
Aslında tasarrufa karşı kayıtsız kalışımızın, savurganlığın önüne geçemeyişimizin sebeblerini iyi       irdelemek gerekiyor.
 
***
 
Kim bilir belki “balık baştan kokar” sözüdür o kayıtsızlığın sebeplerinden biri ve en önemlisi.
 
Olamaz mı yani?
 
***
 
Hani çalıştığınız kurumunbaşındaki insan duyarlı olsa…
 
Ki, tek tük de olsa vardır öyleleri.
 
Devletin malına “deniz” gözüyle bakmasa…
 
Boşa damlayan suyun, yetimin başındaki tüy’le eşdeğer olduğunun bilincinden hareketle muslukları kontrol altına aldırsa…
 
Boşa yanan lambaları kapattırsa, yalıtım yaptırıp, ısıyı içeride tutsa…
 
Personeliniz, sizin gösterdiğiniz çabayı göre göre savurganlıkta ısrar edebilir mi?
 
Sanmam.
 
***
 
Buraya kadar güzel yazdık da!
 
Nerede bulacağız o duyarlı, dikkatli, düşünceli yöneticiyi?
 
Sanki “var mı öylesi?” dediğinizi duyar gibiyim.
 
***
 
Karamsarlığa gerek yok!
 
“Numune’lik de olsa var!”
 
“Nerede?” derseniz…
 
Adresi belli:
 
Erzurum Adliyesi’nde.
 
***
 
Erzurum’un bir Cumhuriyet Başsavcısı var…
 
Güleryüzlü, samimi ve sempatik bir insan.
 
***
 
Toplum olarak genelde biz savcıları, hakimleri belki yetiştirilme şekillerinden olsa gerek tebessüm etmeyen, çatık kaşlı insanlar olarak görür, öyle de biliriz.
 
Ama Cumhuriyet Başsavcısı Ramazan Apaçık Bey öyle değil.
 
Canayakın.
 
O canayakın insanın hele bir başka özelliği daha var ki, sormayın!
 
“Tam ödüllük!”
 
***
 
İmkanım olsa…
 
Cezaevinde aldığı önlemlerle su tüketimini yarı yarıya azaltarak, her ay gelen 80 milyar liralık faturayı 40 milyar liraya düşüren ve 40’ı da daha aşağılara çekmenin yolunu arayan…
 
3 bin kişilik yemeğin hazırlandığı mutfakta ortaya çıkan atık yağları bidonlara doldurtarak çevrenin kirlenmesini önlemeye çalışan…
 
Atık pil ve kağıtlar için kutular yaptıran ve elde edilen kağıtları tonu 150 liradan sattırarak sokak çocuklarına gelir temin ettiren…
 
Adliye binasının arka duvarını personelin de desteği ile ısı yalıtımı yaptırıp, hem ısınmayı sağlayan ve hem de yakıt harcamalarını asgariye indiren…
 
Cezaevlerine gelen mahkum ailelerinin beraberlerinde getirdikleri çocukları için oyun parkı yaptıran…
 
Cezaevlerinin duvarlarını beyaza boyatıp, alt taraflarına çiçekektirerek o soğuk taş duvarları daha içaçıcı hale getiren…
 
Kadınlar koğuşunu cezaevinin ortasından alıp, penceresi sokağa bakan bölümlere taşıyarak, kadın mahkumları güneş ışığı ile buluşturan o güzel insana mutlak surette bir “çevre” veya “insanlık” ödülü verirdim.
 
***
 
İki sebepten verirdim o ödülü.
 
Birincisi tebrik, ikincisi teşvik için!
 
***
 
Hani ola ki, sayıları hayli fazla olduğunu sandığım kamukurumlarının ve belediyelerin      başındaki insanlar, Ramazan Bey’in yaptıklarından feyz alalar.
 
***
 
Cumhuriyet Başsavcısı’nın yaptıkları güzellikler bununla sınırlı değil.
 
O, iyi bir çevreci aynı zamanda.
 
Dikkatli bir yapısı da var.
 
Mesleği öyle gerektiriyor olmalı ki, Tortum Şelalesi’ne gittiğinde, çağlayanın hemen alt tarafındaki ahşap köprünün trabzanlarının (kenar korkulukları) kırıldığını herkes gibi o da görüyor…
 
Bakıyor ki, sadece korkuluklar kırılmamış, köprü de sallanıyor.
 
Ha yıkıldı, ha yıkılacak.
 
Hani düşen birisi olsa maazallah!
 
***
 
Fırsatını bulduğu an sorunu Vali Sebahattin Öztürk’e iletiyor.
 
Tortum Şelalesi’ne gittiğinizde, “Aa, bu köprüyü kim yaptırmayı akıl etmiş” diye sormayın.
 
Yaptıranı bilmem. Ama sebep olanı sağolsun, Ramazan Bey’dir.
 
Şehrin huzuru, refahı ve düzeni açısından umarım herkes örnek alır sayın Ramazan Apaçık’ı.
 
Almalı da!
 
Çünkü o akıl, “ortak akıl”dır.
 
Bu arada unuttum sanmayın!
 
Bence hayvan hakkı, insan hakkından önce gelir.