Reis, elini çabuk tut! Dermanımız kalmadı

Kaptana güveniyoruz; illa ki bu gemiyi sağ salim limana ulaştıracaktır…

Reis, elini çabuk tut!

Dermanımız kalmadı

O meşum 28 Şubat dönemiydi.

Gazetecilik yapamıyorduk en olmaz şartlar geçerliydi çünkü…

Misal…

Yazarlarımız vardı, ele avuca sığmayan…

Onlar 28 Şubat zulmünü haklı olarak yazsalar da faturası bana kesiliyordu.

Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) kapılarında sabahladığım bu yüzdendir.

Direndik, pes etmedik…

Hoş çok şey yapmadıysak bile hiç olmazsa, o korkunç şartlarda omuzdaki yıldızlar önünde eğilmedik.

Palandöken’in o gün öyle yazarları vardı ki bugün her biri Oscar’a layıktır.

Onlar yazdı, biz yayımladık.

Yazan mı çok güçlü, o yazıları yayımlayan mı?

28 Şubat’ta ülkenin en etkili yayın kuruluşlarından biri olan Palandöken tepe bir isimdi…

Biri çıksın desin ki üstelik bizim yazarlarımızdan biri külliyen yalandır.

Arşivler ortada… Tarih de vicdan da onu anında müfteri ilan eder.

Bedel ödedik ülke için…

Sevgili dostlar; sizin kadar ben de görüyorum…

Yangından mal kaçırmak isteyenler orta yerde çakal gibi dolaşıyorlar.

Sırtlarlar bile onlara bakıp “bu kadarı bizim için bile fazla” diyor!

Dün de böyleydi, bugün de… Yarın da aynı olacak...

Nasıl ki insanoğlu düştüğü yerden kalkmasını bildiyse milletler de ülkeler de aynıdır:

İnsanlık, illaki karanlıklardan kurtulup aydınlığa ulaşır.

Münhasıran…

Bu ülke nice zifiri karanlıklara gebe kaldı, ama her seferinde nurlu sabahlarla vuslat eyledi.

Yarın da öyle olacak, kuşkunuz olmasın…

Bugün yorgun düştük, gücümüz tükendi zira…

Çarşı pazarda fiyatlar elleri değil, biçare yürekleri yakıyor.

Nasıl ki 28 Şubat’ta adaletin yerini erk almıştıysa, bugün de pazarda merhamet namına zam satılıyor!

Evet; ben de görüyorum:

Bu zamlardan, pahalılıktan ve vahşi kapitalizmden zerre kadar etkilenmeyen bir kesim var:

Bunların bir kısmı laik(!) bir kısmı da dindar(!)

Pazaryerinde kıyamet kopsa, bunların bir limonlarına bile halel gelmiyor!

Şair, “Usta ölmek hep mi bize düşüyor” diye soruyordu.

Evet; ne yazık ki tam da öyle… Ölmek hep bize düşüyor.

Türkiye’nin 11 ilini deprem vurmuş…

Resmi rakamların çok ötesinde on binlerce insanımız hayatını kaybetti.

Deprem bölgesi hala kan revan içerisinde…

Ama beri tarafta sanki bu ülkenin kanadı kolu kırılmamışçasına, belde belediyeleri dahil festival üstüne festival düzenliyor.

Milyarlar hava uçuşuyor.

Milli Mücadele yıllarında “belki komşumun ekmeği yoktur” diyerek, ekmeği olduğu halde doyunca yemeyen bir milletin bakiyesiyiz öyle mi?

Bugün acaba AK Parti’nin “beyaz” prensi ve prensleri başlarını sokağa çevirip bakıyorlar mı?

Aç ve açıkta kalan var mı?

Roma İmparatorluğu bütün kıtalarda kök salması kadar, gittiği yerlere yol yapmasıyla nam salmıştı.

Bu yüzdendir ki, “Bütün yollar Roma’ya çıkar” sözü destan oldu.

Çarşı yanıyor, insanlar biçare…

Birileri var ki onlar Galata Kulesi’nde, damda, çatıda…

Alevlerden çok ama çok uzaktalar!

Bazı aslan parçaları yaşadığı inden başını çıkarmadığı için kurtluk yerinden kimin düştüğünü kimin yenildiğini bilmiyor zahir…

Biz söyleyelim: Bırakın koçu kuzuyu tosunlar bile dize çöktü bu toz dumanda…

Buna rağmen yine de damarlarımızdaki o asil kan sayesinde yeniden ayağa kalkmalıyız…

Biz de o irade mevcut…

Pes etmeyelim… Zira her gecenin ardında bir sabah var.

Türkiye, bu zifiri karanlıktan da nurlu şafaklara uyanacaktır inşallah…

Bizi en fırtınalı ve dalgalı günlerde sağ olarak limana eriştiren bir kaptan vardı.

O kaptan işte şimdi de dümende; müsterih olun…

Ümitsizlik imansızlıktan gelir.

Ümitvar olalım, bu gemi yine salimen limana varacaktır.

Az sabır…