Bir vesileyle yolumuz İstanbul’a düştü bu hafta...
Hani “dünyanın buluşma noktası” ve Türkiye ekonomisin kalbinin attığı dediğimiz İstanbul var ya, bildiğiniz çok hırpalanmış bu pandemi döneminde...
Çoğu işyeri kapalı yahut kapanmış...
Turizmin membaı olan kentte, 4-5 yıldızlı olanların dışında neredeyse kalınacak otel bile yok!
Hepsi kapalı, hepsi ara vermiş faaliyetine ve deyim yerindeyse in-cin top oynuyor...
Bir Mahmutpaşa...
Bir Mısır çarşısı, Kapalı Çarşı, kısacası küçük esnafı hayata bağlayan daha nice ticaret noktası felç olmuş...
Geniş ölçekli işletme, şirket ve firmaları ise hiç hesaba bile katmıyoruz...
Tabi süreçteki ekonomik durgunluk sadece İstanbul’un sorunu değil elbette... Türkiye’nin dört bir yanında benzer bir atmosfer, birbirine benzer bir tablo var ama mevzu bahis tüm yolların çıktığı İstanbul olunca, problem çok daha belirgin hale geliyor...
Dolayısıyla hükümeti belki de pandemi mücadelesinden çok daha fazla zorlayacak ve dahi mesuliyet almayı gerektirecek bir dönem bekliyor...
Bu manada nasıl bir yol izleneceği henüz bilinmiyor olsa da, piyasaların sıcak paraya duyduğu ihtiyacın en üst düzeyde olduğu aşikar...
Tamam, çalışan kesimi kısa çalışma ödenekleriyle destekleyelim...
İşletmelerin vergi ve prim ödemelerini de erteleyelim, ona da tamam...
Peki ya sonra?
Sonuçta hükümetin giriştiği fedakârlık da bi yere kadar; zira hazıra ne dağ dayanır, ne de çayır...
Yani uzun sözün kısası ekonominin çarklarının eskiden olduğu gibi kendi kendine yeniden çevrilebilecek bir kabiliyete kavuşturulması gerekiyor...
Kısa, orta ve uzun vadede bunu mümkün kılabilecek adımlar muhakkak atılacaktır, ona şüphemiz yok ama ilgililer ellerini çabuk tutarsa iyi olur...
Zira pamuk ipliğine tutunmak da, sonuçta bir yere kadar... Ya bu ip kopmadan tüm kontrolü ele alacağız ya da Kovid’den çok daha tehlikeli ve de yepyeni bir salgınla karşı karşıya kalacağız...
O salgının adına gelince:
Yokluk ve yoksulluk!