Lakin "sansür"den neyin kastedildiğine bakmamız lazım.
Sansür, gerçeklerin gizlenmesi için kamu otoritesi tarafından baskı uygulanması ise, Türkiye'de hiç bir gazeteci çıkıp "ben sansüre uğradım" diyemez. Zira, bu ülkede kimi yayın organları ve kimi gazeteciler, bırakın gerçeklerin gizlenmesini, vatana ihanet ederken bile öylesine özgürler ki, ne kalemleri sınır tanıyor, ne de dillerinde kemik var...
Türkiye'yi teröre destek veren ülke olarak göstermek için MİT'in, Suriye'ye yardım taşıyan TIR'larına tuzak kurup, sonra da bunu MOSSAD'ın planladığı şekliyle haber yapabiliyorlar.
(İşte, Yeni Şafak yazdı ve belgeler ortalığa saçıldı. Meğerse yaptıkları ihanet, bizim tahmin ettiğimizden de öteymiş.Hakikaten okyanus ötesiymişler. Baksanıza yaptıkları ihanette tüm sınırları kaldırmışlar. Parayı bastıran, Türkiye'nin altını oymak için bunları taşeron tutmuş. Beylerimiz de sırf "aferin" almak uğruna, Mason da olmuş, MOSSAD'çı da...Yani kim parayı vermişse onun düdüğünü çalmışlar.Hal böyle olunca ihanet, onların kitabında yalnızca vaka-i adiyeden sayılmış)
Yetmedi...
Teröristin, başına silah dayadığı şehit savcının o fotoğrafını haber diye, gazetelerin birinci sayfasında yayınladılar.
Hepsini sıralamaya kalksak bu sütunun istiap hakkı bunu kaldırmaz.
Adamlar, bu ülkeye ihanet etmek için 7 gün 24 saat esasına göre çalışıyorlar.
Hükümet, bunların hiçbirine önceden bir sansür uygulamadı. Hükümetin yaptığı tek şey, bu yayınları yapan yayın kuruluşlarını akredite etmemek oldu.
Kıyamet de zaten bundan sonra koptu.
Ben bir gazeteciyim ve bu memleket bilir ki, bugüne kadar yazılması gereken ne varsa yazmış ve halen olduğu gibi bedelini de misliyle ödemiş biriyim.
Kimse bana "şunu yazamazsın, bunu yazamazsın" demedi.
Yani 30 yılı aşkın süredir, sansür kelimesi benim lügatımda hiç olmadı.
Bunların "sansür" dediği, düpedüz ihanetin bizzat kendisidir.
Ve o ihanet ki, şüpheniz olmasın milleti ve devleti arkadan hançerlemektir.
Terör örgütünün propagandasını yapmak bu ülkede sonuna kadar serbesttir. Ve bunu yapan onlarca yayın organı var.
Yasak olan, ( o da bir defaya mahsus olmak üzere) o propagandayı yapan yayın organlarının cenaze merasimine alınmamasıdır.
Sansür dedikleri bundan başka bir şey değil.
Geçmişte asker bunun en alasını yapardı da bu sözde aydınların gıkı bile çıkmazdı. Çünkü kendilerini öylesine laüsel görüyorlar ki, her türlü herzeyi yeme hakları var, ama kimsenin onlara "dur" deme hakkı yoktur!
80'li yıllarda bir gazeteci büyüğümüz dönemin rektörü için " o adam" dedi diye, üç ay hapis yatmıştı. O vakit iktidarda Hürriyet'in öksürse bile manşetten haberini yaptığı "Netekim Paşa" vardı. Düşünüyorum da o gün Hürriyet bir sütun bile olsa, rektöre "o adam" diyen gazeteci için kılını kıpırdatmamıştı.
28 Şubat'ta bizler de itildik kakıldık, soruşturmalara, kovuşturmalara hedef olduk. Merak eden varsa gitsin baksın DGM'de az mı yargılandık...
Hürriyet, o gün de üç maymunu oynamıştı.
Paralel yapı militanları hemen her gün hakkımda tomarla suç duyurusunda bulunuyorlar.
Yahu birader, bir ayağımız bu uyduruk suç duyuruları yüzünden adliyeden çıkmıyor. Bakıyorum da, kendini "özgürlük savaşçısı" olarak tanıtan o adamlar, bir güne bir gün bize mikrofon uzatmadı, "haliniz nicedir" diye sormadı.
Bugün hepsi salya sümük ağlıyor, "sansür var" diye...
Yalan; hem de kocaman bir yalan...
Sansür yok, sadece hain olmanın bir bedeli var o kadar...
Hain olmak ise, dünyanın hiç bir yerinde şeref madalyasıyla ödüllendirilen bir eylem değildir.
Bizim hainlerimiz çok şanslılar! Zira kimse onların hainlik yapmalarına mani olmuyor!
Sadece eski saltanatlarını kaybettiler...
Artık bir manşetle hükümet deviremiyorlar, artık başbakanları pijamalarıyla karşılama küstahlığında bulunamıyorlar, artık hangi ihalenin hangi barona verilmesi gerektiğine karar veremiyorlar, artık Ankara bu nesli tükenmiş dinozorların emrinde değil, artık hangi şirketin büyümesine hangisinin batması gerektiğine boğazlarındaki yalılarında karar veremiyorlar. Çünkü Türkiye artık bu kan emicileri tanıyor ve onların her türlü ayak oyunlarına kıçıyla gülüyor.
Sansür dedikleri işte budur.
Yani yitirdikleri saltanat, Firavunluk ve laüselliktir.
Pensilvanya'daki ağa babaları, merhum Erbakan için, "... bana o adamdan bahsetmeyin" derdi.
Devran döndü, hesap değişti.
Şimdi "O adamın" talebeleri, Hoca'larının hesabını soruyor.
Niye şaşıyorsunuz ki?
Pensilvanya kazanmış olsaydı, Tayyip Bey ve kurmayları asılmış, ya da en iyimser tahminle ömür boyu hapse çarptırılmış olmayacak mıydı?
Pensilvanya değil, Tayyip Erdoğan kazandı, yani millet ve devlet kazandı, ülke kazandı.
Onlar sizden daha merhametli, siz kazanmış olsaydınız onları asacaktınız. Şükredin ki onlar iman sahibi... Öyle ya, size sadece soruşturma açıyorlar!
Bunların "sansür" dedikleri, Tayyip Erdoğan'ı meşru yollardan alaşağı edememektir. İhanetin sonuna kadar serbest olduğu bir ülkede sansürden bahsetmek, çok berbat bir aymazlık ve eyyamcılıktır.
İşte 7 Haziran'da halkın önüne sandık konulacak. Ve bu hacıyatmazlar, onuncu kez Tayyip Erdoğan'a karşı yenilmiş olacaklar. Bunu adları gibi bildikleri için ellerindeki yegane ihanet silahını kullanıyorlar.
Darbe çağrısı yapanlar da zaten bunlar değil mi?
Ne yaparlarsa yapsınlar, yeryüzündeki bu son Türk Devleti bu hainlere rağmen büyümeye, kalkınmaya ve dünya ölçeğinde belirleyici olmaya devam edecektir.
Çünkü hainler ancak ihanetleriyle başbaşa kalabilirler...
Hala sansür var diyorsanız, ben de buradan haykırıyorum. Sansür, bizzat sizin prangalar vurulmuş kafalarınızda var...