SARAÇLIĞIN ERZURUM’DAKİ SON USTASI…

   
Senelerce birçok ailenin geçim kaynağı olan ve babadan oğula geçerek sürdürülen, şimdilerde ise tarihe gömülen bir zanaat ustası ile sizleri tanıştıracağım değerli okurlarım.
Erzurum’un tarihi mekanlarında gezerken, Hacılar Hanı Külliyesinde saraç ustası Abdulhamit Akbulut ile tanışıyoruz.
Saraç ustamız, 1962 Erzurum doğumlu, 1 erkek, 2 kız çocuğu sahibi ve 12 yaşından buyana ata yadigarı bu, saraçlık yapmaya çalışıyor.
Büyük dedesi Tefik Pergel, zamanında Erzurum’un en ünlü saraç ustası imiş. Bu mesleği dedesinden öğrenen babası Mehmet Akbulut da uzun süre devam ettirmiş. Abdulhamit usta, babasını kaybettikten sonra tek başına devam ettirmeye çalışmış tüm zorluklarına rağmen bu saraçlığı.
Ustamız, bu işin gelişen teknolojiye dayanamadığını gördüğünde bırakmak istemiş, bir süre kuyumculuk ve oto elektrikçiliğine yönelmiş ancak, baba mesleği ve en iyi bildiği iş olan saraçlığı çok özlemiş, mesleğini yaşatmak ve yaşattırmak için geri dönmüş işinin başına. Direnmeye karar vermiş direnebildiğince….
Bu mesleği şu anda Erzurum’da 3 kişinin yaptığını, ancak diğerlerinin kendisi gibi imalat değil, sadece satış yaptıklarını dile getiriyor Abdulhamit usta.
Zanaatını devam ettirmek ve kendisini geliştirmek için, Türkiye’de gezmediği il kalmamış. Saraçların yüzde doksanını tanıdığını ve onlarla görüşerek zaman zaman fikir alış verişinde bulunduklarını dile getiriyor. Mesleğini sevmek işte bu değil mi. Araştırıyor tüm zorluklara rağmen. Saygı duyuyorum bu anlamda kendisine ve mesleğine.
Dükkanda neler yok ki; at eğeri, gemi, yuları, sinekliği(reçme), üzengi, zahma kayışı, kolon grubu(ipler), tasma grubu(kedi, köpek gezdirme aparatları), koşum grubundan; hamut (atın boynuna geçer ve arabayı çeker), paldın(atın gömleği), at arabasının fren grubu, başlık(at arabasını sağa sola yönlendiren), terbiyeler, kamçılar, atların arka süsleri, göğüslükleri,vs… Bizleri de düşünmüş, deriden pantolon kemerleri dahi yapmış. Anlayacağımız deri ürünlerden yok yok anlayacağınız.
Ayrıca, dikkatimi çeken otantik malzemelerde var dükkanda….
Çerkez eğeri(diğer eğerlerden farkı minderli oluşu), yine Osmanlı eğerlerinden kalma antik, son bir eğerde satılmamak üzere sergileniyor nostaljik dükkanında ustamızın.
Yine başka bir köşede, tuzlu bir naylon poşet içerisinde bekleyen deriden yapılmış çarıklar dikkatimi çekiyor. Ustam bunun hikayesini de paylaşıyor bizimle: Bu çarıkların yöresel folklor çarıkları olduğunu, 3-4 yılda bir 100-150 tane hazırladığını ve Rize,Trabzon, Ağrı, Şanlıurfa gibi illerde folklorcular tarafından giyildiğini dile getiriyor.
Konu folklora gelince; kendisinin de 20 yıl kadar Erzurum dadaş folklor oyununu çok güzel oynadığını ve eğitmenliğini de yaptığını gururla söylüyor.
Ustamız anlatırken, 151 yıllık olduğunu öğrendiğim, bir köşede yılların yorgunluğunu üzerinde taşıyan, İtalyan-Jones marka antik bir dikiş makinesi dikkatimi çekiyor. Abdulhamit usta ile bu makineyi de uzun uzun inceleyerek hikayesini konuşuyoruz. Bu makineyi, rahmetli hırdavatçı İzzet amcadan almışlar. Bende aynı zamanda bir moda tasarımcısı olarak ilgiyle izliyor ve kamerama çekiyorum bu makinenin hikayesini. Ancak bu görüntüleri Kanal25 ekranlarında yayınlanan “Hünerli Eller” programımda paylaşacağım sizlerle. Umarım sizlerde büyük keyif alacaksınız bu görüntüleri izlerken.
Diğer bir köşede başka bir dikiş makinesi… O makinenin de tanıdık birinden yadigar olduğunu öğreniyorum. Bu makineyi kendisine daha önceki bir yazımda sizlere tanıştırdığım, “Mest’in Son Ustası” Sıtkı Tankuş amcadan hatıra olarak verildiğini, 50-60 yıllık bir makine olduğunu söylüyor. Yine diğer tarafta başka bir dikiş makinesi de baba yadigarı, 60-70 yıllık Sınger marka bir dikiş makinesi. Ustamız dükkanındaki bütün bu ürünleri tarihi makinelerle ortaya çıkarıyor. 
Bu zanaatı öğrenmenin kendisi için zor olup olmadığını soruyorum; “Dayımdan Osmanlı eğerini yapmayı, çekicin sapını kafama yiye yiye öğrendim” şeklinde özetliyor çıraklığını. Eskiden öyleydi bir zanaatı, sanatı öğrenmek. Sıkıysa öğrenme…..
Büyük usta son olarak, bu zanaat bitmesin, bitirilmesin istiyor. Çıraklık Eğitim Merkezleri ile Halk Eğitim Merkezlerinin sahip çıkmasını arzu ediyor. Kendisinin de her türlü desteği vereceğini dile getiriyor. Bence de çok şey istemiyor…
Sanat, yaşamımızın bir parçası, sanatı sevmek için sanatçı olmak gerekmiyor.
İnsan, sanatı hissettiği sürece ufkunu genişletir.
Sahip çıkalım kaybolmuş ve kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel Türk el sanatlarımıza.