Gece ilerliyor ve şehir yalnızlaşıyor. Acılarımızın, hüsranlarımızın, hayallerimizin şehri, karanlıklar içinde takındığı birbirinden değişik çehrelerle yeni zamanlara adım atıyor. Yorgun ışıkların zar zor aydınlattığı caddeler, kaybettiği sevdalıları için ağlıyor. Bir zamanlar olduğu gibi, onu karşılıksız seven, geleceği için çekinmeden fedakârlık eden sevdalılarını arıyor.
 
Yorgun akşamlardan yorgun şafaklara uzanan bir şehir gecesinde, henüz sevdasını kaybetmeyen birkaç yürek; bir sesin, bir nefesin, bir nağmenin peşinde, sokak sokak dolaşıyorlar. Dillerinde bütün bir maziyi kucaklayan, aynı zamanda da bir kaybedişin öyküsünü anlatan o ince mi ince, zarif mi zarif şarkı:
Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım
Gittin artık seni ben nerde bulup yalvarayım


Ellerinde, uzak zamanları aydınlatan bir meşale, dilleri;  kıymeti bilinmemiş yitik sevdalara ağıt düzen bir halde, kafalarını o şarkıdan bu şarkıya, o türküden bu türküye vurup gezmekteler bu cihan bağında… Tıpkı Âşık Mahzuni gibi:
Seyyah oldum pazar pazar dolaştım
Bir tüccara satamadım ben beni
Koyun oldum kuzum ile meleştim
Bir sürüye katamadım ben beni
 
Dostlar beni bir kazana koydular
Kırk yıl yandım daha çiğsin dediler
Ölçeğimi gram gram yediler
Bir kantarda tartamadım ben beni
 
Deli gönlüm aktı gitti engine
Çok boyandım çok çiçekler rengine
Bir Mahzuni demiş oldum kendime
Olmaz olsun atamadım ben beni
 
Sitemlerin artıp, mihnetlerin çoğaldığı şehirde, nerede başlayıp nerede biteceği meçhul bir acının müdavimleri, bu büyük sevda erleri, bulamadıkları, belki de bir daha bulamayacaklarını sandıkları sevdaların git gide azalışının yürek burkuntuları içinde, ellerinden bir şey gelmemesinin çaresizliğiyle çırpınmaktalar. Bu kopuş, bu ayrılış ve bu düşüş karşısında daralan ve cânhıraş bir feryatla sarsılan sinelerinin haykırışını bastırmak için, Lütfü Gültekin gibi, türkü yardımıyla ulu yaratıcıya sığınmaktalar:
Vakti seherde, / Açılır perde, / Düştüğüm yerde, / Derman sendedir. / Düşmüşüm kaldır, / Mihnetim oldur, / Ağlarım güldür, / Derman sendedir. / Belliydi çare, / Kaldım avare, / Yürek pür yare, / Derman sendedir. / Nefssiz zalimi, / Gözle halimi, / Sundum elimi, / Uzat elini, / Derman sendedir.
 
Sevda; ama kime? diye düşünenlere ve merakına mağlup olup bu soruyu soranlara bilmem ki ne demeli? İllâ ki birine ya da sadece bir şeye mi olması gerek. Hem duygulu olanın sevdasız olması mümkün mü? Öyle ki, her yeni zamanda yeni bir sevda çıkagelir. Her sevda yeni bir hüznün ürünüdür. Her çağrışım yeni bir sevdayı kondurur yüreğe; her yeni ışık, yeni bir sevdayı düşürür sineye… İnsanın yüreği boş olursa, bilmem ki orada dünyanın doluluğundan, başka hislerin varlığından nasıl sözedilir? Şair Bedri Rahmi’nin “Sevda Üstüne” adlı şiirinde dediği gibi:
İçinde bir tek suret yaşayan yüreğe yürek mi derler
Bir tek yaprak veren dalın boynun burarlar
Bir tek meyve veren dalı keserler
İnsan dediğin bir buğday tarlası gibi olmalı
Esti mi rüzgâr bir değil milyonlar için esmeli
Bir tek meyve veren dalı kesmeli
İnsan dediğin derya misali
Üstünde milyonlarca dalga
İçinde kıyametler kopmalı
İnsan dediğin derya misali
Uçsuz bucaksız olmalı.
Gel çıkalım sevgilim gel
Gel kurtulalım birler hanesinden
Çekelim gidelim bir uçtan bir uca
Açalım yüreğimizin kapılarını sonuna kadar
Sevelim sevelim sevelim
Sevebileceğimiz kadar.
 
Gönlü olan, efsunkâr bir manzara karşısında titrer, içlenir, kendinden geçer; ince ince yağan yağmurun ruhta meydana getirdiği güzelliğe ulaşmak için yağmurda ıslanmak gerektiği gibi, bu manzaradan pay almak için de, onun sevdasını yüreğe kondurmak gerekir. Islanır kişi sevda yağmurunda kendi isteğiyle ve yanar kavrulur sevdanın narında kendi ateşiyle…
Bilemez bazen kişi neyin sevdasını çektiğini, neden böyle buruklaştığını, ruhunun niçin böyle inceldiğini, kendine özgü bir mekân, kendince bir zaman aradığını ve içinin sonsuzluğunu neyin kapladığını…
Bir anlayışsızlığa mı mağlup ve mâhkum olmuştur sevda? “Yoksa hayat bir tanedir ve sadece belli zevkler uğrunda harcanmalıdır.” düşüncesi midir sevdayı unutuluşa yüz tutturan? Ya da öyle olduğu intibaını veren… Buna kanmamalı ve sevda erlerinin yaşadığına, bundan böyle de yaşayacağına, hep yaşayacağına inandırmalıyız kendimizi…  İnanmamalıyız sevdanın dünyadan kalktığına… Artık bundan böyle hükmünü yürütemeyeceğine…  Birileri hâlâ vardır , “…..gecenin derininde sevda peşinde olan..”
Şair diyor ya; “Onların türkülerinde / Ya zalim felek / Ya garip bülbül vardır hep  / Suya verdikleri düşleri / Ve karanlık gecelerde yıldızlardan ödünç / Kocaman aydınlıkları / Tandırın başında ekmek / Çeşmenin başında su / Gecenin derininde sevda peşindedirler
Çekmesi, dayanması, koruması zor olsa da, yine de “sevda sözleri” yazmalıyız hayatımıza… Bizi anlayan ve bizim anladığımız, bizi kavrayan ve bizim kavradığımız, yüreğimizi insanlaştıran, yeni, yepyeni sevda sözleri hep varolmalı, hep yaşamalı göğümüzde ve göğsümüzde… Hangi yaşta, hangi mevkide ve nerede olursak olalım; temelli hicret etmemeli sevda sokağımızdan, semtimizden, diyarımızdan… Eski sevdaların dilden dile söylendiği, masun ve masum yeni sevdaların yaşandığı “sevda sokağı” korunmalı ve hikâyeleri hep ama hep anlatılmalı…
            Şehirleri yaşanmaz hale getirenlere ve sevdadan anlamayanlara inat, yeni “sevda sokakları” oluşması için çalışılmalı… Böylesine çabuk ve sevda düşmanlarını sevinç içinde bırakarak, direnmeden, mücadele etmeden çekip gitmemeli hayatımızdan… Bir köşeye çekilmemeli… “Bütün kitapları yakmalı / Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır.” diyenlere kanmamalı… Meydan onlara bırakılmamalı. Her şeye rağmen uçmalı göğümüzde nazlı nazlı… Doldurmalı göğsümüzü edâlı edâlı… Ancak bu şekilde kurutmamış oluruz içimizdeki insanlık damarını… Bütün bunlar için de, işvesine, nazına, sitemine, kaprisine, acısına ve ağırlığına tahammül etmeliyiz sevdanın… Kolay değil içimizdeki boşluğu gideren ve bize dayanma gücü veren sevdayı muhafaza etmek… Onun için de, asla bırakmamalıyız peşini ve yeni “sevda sözleri” doldurmalı dünyamızı… Tanımayanların onu tanıması, unutanların, kaybettikleri bir şeyi bulmanın sevinci içerisinde yeniden hatırlamaları için…
            Geleceğe miras bırakacaklarımız arasında mutlaka o da olmalı. Çocuklarımızın sadece ateşten, baruttan, taştan bir dünyada yaşamalarını istemiyorsak eğer, umutların sevdanın yardımıyla boy atıp, yeşermesini arzu ediyorsak, gönlümüzü, gözümüzü, yüreğimizi sevdaya, sevdaya yaşatacak olanlara açık tutmalıyız.
Ömründe bir kez olsun sevda türküsü söyleyip, hiç olmazsa birkaç sevda sözü dinlemeyene bilmem ki ne demeli? 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.