Günümüzde sözüm ona bazı aklı evvellerin takvimler arasında yaptıkları bölücülüğü cehaletlerine değil, ihanetlerine bağlamak istiyorum. Bu aklı evvellere bu ayrımı yapma fırsatını kim vermektedir? Devletin kullandığı takvimi hiçe sayarak kendi heva ve heveslerine uyarak insanımızın hafızasını bölerek ve düşmanlık aşılayarak ne yapmak istiyorlar? Takvimleri yarıştırmalar neyin nesi? Bu durumlara devlet erkânı neden sessiz ve suskun kalmaktadır! Dini takvim ya da din dışı takvim olur mu? Güneş ve Ay Allah’ın yarattığıdır. Aşağıda ayet bunu bize haber vermektedir.
Bu yazımı köşemde 2012 yılında “Zaman Bilincimiz Üzerine” başlığıyla yayınlamıştım. Orta Çağda Batı’nın özellikle de kiliselerin yaptığı takvim bölücülüğünü ve savaşını şimdi ülkemizde yapmak isteyenler var. Takvim bölücülüğü yapmak isteyen sapık anlayışlara cevap olması dileğiyle çok az ilavelerle yazımı tekrar yeniden okurlarımın dikkatine sunmak istiyorum.
“Güneş’i bir aydınlık, Ay’ı bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tespit eden O’dur.”Yunus suresi, 5.
Tarih iki şeyden oluşur: zaman ve mekân. İnsan zaman ve mekânın bilincinde olan tarihi bir varlıktır. İnsan zamanı geçmiş, şimdi ve gelecek diye üçe ayırır. Dün geçti, reel olmaktan çıktı. Gelecek reel değil, o halde gerçek zaman içinde yaşadığı an, şimdiki zaman. Zaman anların toplamıdır. Zaman insan zihninde akan bir şey olarak algılanıyor. Yapıp ettiğimiz ne varsa zaman diliminde yapıyoruz. Bu üç boyutlu zaman dilimi insanda zamana karşı bir değer duygusu oluşturur. Değer duygusunu en güzel ifade eden Atasözümüz : “Vakit nakittir.” İnsanın zaman algısı, fiziki doğal zaman gibi tek düze akıp giden bir zaman algısı değildir. İnsanın zamanı ölçmede en büyük dayanağı Güneş ve Ay’dır. Takvimlerin dayanağı da bunların hareketlerinin ölçülmesidir.
Günlük hayatımızda gerçekleştirdiğimiz olayları şimdi, sonra, önce, geçen, bugün, yarın, hafta, ay, yıl, çağ gibi zamanlara bölerek niteliyoruz. Ancak tarih başlangıcında ve takvim belirlemede ortak herkesin kabulü olan bir başlangıç yok. Mezopotamya’da, Mısır’da, Eğe Adaları’nda, Roma’da ve Çin’de öncelikle Ay takvimi kullanıldı. Mısırlılar ve Mayalar Güneş takvimini kullandılar. Türk kavimlerinin en eski zamanlardan beri, en çok kullandıkları takvim sistemi, on iki hayvanlı takvim sistemidir. Türklerin zamanla geniş coğrafyalara yayılmaları ve çeşitli kültürlerle temasları farklı takvimler kullanmalarına neden oldu. Hicri Kameri/Ay yılın mali işlerde karışıklığa meydan vermesi yüzünden Büyük Selçuklularda Sultan Melikşah zamanında (1072-1092) takvimde bir inkılâp yapıldı. Güneş yılını esas alan bu yeni takvimin adına Celaleddin Melikşah’ın ismine izafeten “Takvimi Celali” denildi. Hicri/Kameri takvim, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göçünün başlangıç olarak alındığı Ay yılını esas alan bir takvimdir. Ay yılını esas alan Hicri takvimde Güneş yılını esas alan takvimden farklı olarak kaymalar ve yılbaşının aynı zamana denk gelmemesi nedeniyle mali işlerde aksaklıklar oluşturuyordu. İşte bu sıkıntıların ortadan kaldırılması için Osmanlı Devleti’nde yeni bir takvim sistemi geliştirildi. Bu takvime Mali (Rumi) takvim denildi. Adı geçen takvim, aksaklıklardan dolayı çeşitli zamanlarda mali işlerde düzeltmeler yapılmasını zorunlu kıldı. Osmanlı Devleti’nde yaygın olarak kullanıldı.
Roma İmparatoru Caesar Mısır yolculuğunda İskenderiyeli bilginlerle yaptığı bilgi alışverişinde Mezopotamya’da, Mısır’da ve Kudüs’te kullanılan takvim bilgileri hakkında bilgi aldı. M.Ö. 46 yılında İmparator Julius Caesar Güneş yılını esas alan bir takvim kabul etti. Bu takvime Miladi Takvim dendi. Hz. İsa’dan sonra IV. yüzyılda Kilise bu takvime el atar ve kendine mal eder. İslam dünyasında da bilginler takvim üzerinde çalışmalar yapmaktaydı. 12’nci yüzyılda Bağdat’ta Battani, İsfahan’da Ömer Hayyam Güneş yılının süresini doğru hesaplamaya çok yaklaştılar. Matematikçi Harezmî’nin ortaya koyduğu gökbilim cetvelleri 1126’da Latinceye çevrildi ve 16’ncı yüzyıla kadar Batı’ya ilham kaynağı oldu. Osmanlı büyük rasathaneler kurarak bu bilgilerden de yararlanarak daha kesin bir zaman ölçümüne ulaşmaya çalıştı. Batı, takvimde büyük ve uzun süren kavgalara girişmişti. Kiliseler arasında zaman belirlemede ittifak yoktu. “Protestanlar Papa’ya uymaktansa, Güneşe uymayı yeğler” diyordu meşhur Johannes Kepler. Fransız İhtilalı, hem kilisenin hem kralın kullandığı takvime itiraz etti. “Kralların bize zulmettiği yılları bizim yaşadığımız bir zaman dilimi olarak düşünemeyiz.”diye yazıyordu yeni takvimin hazırlayıcısı Fabre d’Englantine. Bu takvim Türklerin kullandığı 12 hayvanlı takvime benzer olarak tabiatın kendisi örnek alındı. Her gün bir bitkiyle, bir hayvanla ya da bir tarım aletiyle ilişkilendirildi. Gregoryen Takvimi, Fransa’da Napolyon’un Papa’nın elinden taç giymesinden bir yıl kadar sonra, 1 Ocak 1806’dan başlayarak yeniden kullanılmaya başlandı. Sömürgeci ve yayılmacı Batı, kullandığı takvimi kolonilerinin hemen tümünde de kullanılmasını sağladı. Osmanlı Devleti, Hıristiyan vatandaşının olması ve ticaretinin büyük kısmının Batı ile olması nedeniyle Miladi (Gregoryan) takvimi de kullandı. Nihayet Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması, inkılâpların yapılması ile birlikte Miladi takvim ve uluslararası saatin kullanımı kabul edildi. 1 Ocak 1926 tarihinden başlamak üzere “Miladi Takvim” kullanılmaya başlandı. Gün 24 saat kabul edilip, gece yarısının günün başlangıcı kabul edilmesiyle saat uygulamasında da yeni düzenlemeye gidildi.
Bugün yalnızca Basra Körfezi’ndeki kimi devletlerin tek bir resmi takvimi Hicri Takvim’dir. Sovyetler 1929’da Fransız İnkılâbı takviminden esinlenerek, zamanı yeniden belirlemek istedi. Amaç Yahudilerin Tanrı’ya takdis günü olan Cumartesi ile Hıristiyan Aziz Pavlus’un belirlediği Pazar günlerini hafızalardan silerek tüm günleri sürekli üretime katkıda bulunan günler yapmaktı. Müslümanların tatil günü yoktu. Çünkü Cuma suresinde Cuma günü namaza çağrıldıktan sonra yeryüzüne dağılarak rızıkların aranması öğütleniyordu. Sovyetlerde zaman üzerindeki bu hafıza değişikliği 1940 yılında kaldırılarak eskiye dönüldü. Türkmenistan devlet başkanı Safarmurat Türkmenbaşı aylara müdahale ederek Hazirana ayını Oğuz, Temmuz’u Gorkut, Ağustos’tu Alp Arslan gibi adlarla değiştirdi. Pazar gününe de Gevşeme günü dedi. Hatta Fransız düşünürü Auguste Comte 13 aylık bir takvim düşledi. İlk aya Musa, ardından Homeros, Aristoteles, Arşimet, Aziz Pavlus, Dante, Gutenberg gibi adlar kullandı.
Ancak bugün evrensel bir takvim var mıdır? Evrensel takvim yoktur; yaygın olarak kullanılan takvimler vardır. Uzun yıllar Osmanlı çok çeşitli takvim kullandı vazgeçti. Bugün Çin ve İsrail gibi ülkelerde aynı anda çeşitli takvimler kullanılmaktadır.
Zamana hükmetmek zaman üzerinde düşünmekle ilgili olduğunu görüyoruz. Orta kuşak ve onun üstünde olanlara ne zaman doğdun sorusu yöneltildiğinde, Seferberlik çocuğuyum gibi tarihi olayla ya da otlar taşınırken, pamuk toplanırken gibi tabiat olayıyla bağlantı kurularak cevap verilirdi. Eğer evde bir Kur’an-ı Kerim ve okuma yazma da bilen biri varsa Kuran’ın arka sayfasına bir doğum günü notu düşülürdü. Yaşın kaç denmezdi, kaç çimen yani kaç bahar gördün denirdi. Köyde kaç kişide mekanik saat vardı! Sahurda vaktin belirleyicisi horozun ötüşüydü.
Batı’lının hafızasında zaman paradır, kredi paradır. Bu anlayış kapitalizmin temel ekonomik felsefesini oluşturur. Bizde çok kullanılır: Ne yapıyorsun? Ne yapayım zaman öldürüyorum. Bizim için zaman içi doldurulacak değerli bir şey değil, içi boşaltılacak bir şeydir. Bizde; bugün git yarın gel, hele canım Allah’ın günü mü bitti, yarın yaparsın, gel hele bir iki lafın belini kıralım gibi düşünceler yaygındır. “İki günü eşit olan zarardadır,” kutlu sözüne rağmen asıl amaç zamanı kullanmak değil, zaman geçirmektir. Boş zamanımız çok olduğu için, boş zamanda ne yapıyorsun? - Kitap okuyorum, deriz. Kendimizi geliştirmek için önemli eserleri ancak boş zamanda okuruz! Zaman bilincinde sıkıntımız var. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; medeniyetimizin arkeolojisi yoktur. İnsanlığı bütüncül kavramakta sıkıntılıyız. Kullandığımız tüm tarihi zaman dilimleri yani ilkçağ, ortaçağ ve yeniçağ bizim sınıflamamız değildir. Çağ açıp çağ kapattık; ancak tarihe ve zamana hükmedemedik. Tarihi, Türklerin İslamiyet’i kabul ettiği tarihle başlatanların arkeolojisi olur mu? Ya da bu tarihten önceyi tarihi tarih sayıp bu tarafı yok sayanların arkeolojisi olur mu? Ya da Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini atlayarak ya da yok sayarak Cumhuriyetle başlatanların arkeolojisi olur mu? Velhasıl tarihi hafızası zayıf, parçalı, bölük-pörçük bir tarih anlayışımız var. Arkeolojimizin olmamasının önemli nedenlerinden biri de mekân bilincimizin az olmasıdır. Dünya haritası görmeden mezun olan bir üniversitelimizde mekân bilinci nasıl olur ki. Tarihe ve takvime inanç gözlüğüyle ve onu bölerek de bakamayız. Tüm insanlığa bir bütün bakarak ancak tarih bilincine ve mekân bilincine ulaşılır. Takvim bölücülüğü yaparak da asla bu bilince ulaşılamaz.