Spor Oyun mu, Kavga mı?

22 Eylül 2013 Pazar gününü televizyon başında geçirdim. Tam bir spor günüydü. Öğleden sonra TRT 3’ün başına babamla birlikte oturup ikindiden itibaren Arnavutköy Belediyesi’nin düzenlediği Nakkaşlı Eyüp yağlı güreş müsabakalarını seyretmeye koyulduk. Uzun yıllardır Kırkpınar yağlı güreşlerinde bile yaşamadığım bir heyecanla seyrettim güreşleri.
Hele bir Baş güreş final müsabakası seyrettik ki adeta TV’nin karşısına mıhlanıp kaldık. Pehlivanlardan biri henüz üniversite öğrencisi olan İsmail Balaban, diğeri de Ünal Kahraman’dı. Dört gün önce başka bir er meydanında yine birbirleriyle güreşmişler ve Ünal Kahraman galip gelmiş. Dört gün sonra Arnavutköy er meydanında tekrar karşılaştılar. Görülmeye, seyredilmeye değer bir güreşti. Normal sürede yenişemediler. Puanlı güreşin süresi de puansız kapandı ve ilk puanı kim alırsa o kazanır bölümüne geçildi ve başlangıcıyla bitişi arasında tam bir saati geçen bir güreş oldu.
Ne elenseler, ne tırpanlar atıldı. Elenselerden birinde Ünal’ın kulağı kanadı. Güreş durdu ve İsmail, bu kanın silinmesinde ona yardımcı oldu. İsmail’in eli bilmeden Ünal’ın gözüne değdi ve İsmail, duran oyunla birlikte hemen ona yardımcı oldu. Oysa daha dört gün önce yenilmiş ve bu sefer mutlaka yenmek için uğraşıyordu. Ama bu hırsını asla oyuna aksettirmiyor ve sportmenlik dışı hiçbir şey yapmıyordu.
İsmail, daha bir gün öncesinde beş güreş yapmış, Pazar günü finale kadar beş altı güreş yapmıştı. Ünal da öyleydi. TV başında hop oturup hop kalktık ve nihayet Ünal, İsmail’i boyunduruğa aldı. İsmail, bu halde iken Ünal’ın dengesini bozdu ve güreşi tuşla kazanıp Başpehlivan oldu.
Sevincin ardından hemen Ünal’la sarılıp dostça kucaklaştılar. Sanki biraz öncesine kadar birbirleriyle ölesiye kapışanlar onlar değildi. Biraz sonra güreşleri anlatan sunucu onlarla sıcağı sıcağına bir röportaj yaptı. Her ikisi de dostluk mesajları verdiler ve yıllar içinde daha çok müsabakalar yapacaklarını yenmenin de yenilmenin de sporda doğal olduğunu söylediler. İşte sporda özlenen tablo buydu. Her iki güreşçimiz de sporun bir oyun olduğunu ve bu anlayış çerçevesinde yapılması gerektiğini söylüyorlardı.
Güreşleri seyreden seyirciler ise adeta güreşi bizzat yaşıyor gibiydiler. Güreşi pür dikkat seyrediyor ve yerine göre güreşi iyi seyrettiklerini gösterircesine güzel pozisyonları alkışlıyorlardı.
Biraz sonra aynı kanalda grekoromen güreşleri başladı, bir süre de onları seyrettik ve 74 kilo güreşinde Finlandiyalı rakibini yenen milli güreşçimizin üçüncülüğüyle sevindik.
O sırada ekranın sağ üst köşesinde BJK 1-GS 0 yazılıydı. Bir süre sonra 1-1, kısa bir zaman sonra da 1-2 oldu. Güreşlerde madalya seremonisi yapılıyordu ve seremonide bizim sporcumuz bulunmadığı için derbi maçın son anlarını TV’den dinlemek için kanal değiştiğimde bir son dakika bilgisi veriliyordu. Melo’nun kırmızı kart görmesinden sonra bazı nahoş olaylar çıkmış ve giderek büyümüş. Nihayetinde sahalarda olmaması gereken bir durum yaşanmış ve seyirciler sahaya inmişler. Hakem de maça ara verip oyuncularla birlikte soyunma odasına yönelmiş. Nihayet bir süre sonra hakem nihai kararını vererek maçı tatil ettiğini açıklamış. Maçı naklen seyretmediğim için –mişli ifadeler kullandım. Birkaç dakika sonra TV’de sahaya inenlerin görüntüleri fotoğraf olarak yayınlandı. Daha sonra da hareketli görüntülerden olayları seyrettik.
Utanılacak bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu gördüm. Seyirciler sanki savaşa gider gibi öfkeli ve zarar vericiydiler. Sandalyeler uçuşuyordu. Saha karışmıştı. Koltuklar sökülmüş havada uçuşuyorlardı. Aklıma ilk gelen şu oldu; demek ki biz futbolun bir oyun olduğunu hala öğrenememiştik.
Oysa gündüzün güreşleri seyrederken tam aksini düşünmüştüm. Sporda epeyce mesafe almışız ve hem güreşçilerimiz hem seyircilerimiz ne kadar medeni bir tablo sergilemişlerdi.
Derbi maçta da seyirci rekoru kırılmış ve her şey çok güzel başlamış. Ama bir şeyin başındansa sonu önemlidir diye boşuna söylenmemiş demek ki. Keşke başladığı gibi sonu da güzel olsaydı. Dünya aleme rezil olmasaydık. Şimdi daha iyi anlıyorum niye stada rakip takımın seyircisinin niye alınmadığını. Demek ki bugün GS seyircisi Olimpiyat Stadı’nda olsaydı kim biliri neler olurdu.
Sporun bir oyun olduğunu herkes biliyor. Bahsettiğim gibi güreşte bunu öğrenmişiz, galiba ata sporumuz olduğu için. Ama futbolda bu düzeye gelebilmemiz için galiba daha çok fırın ekmek yememiz gerekiyor. Avrupa’daki statlarda tel örgü bile bulunmadığını naklen yayınlanan maçlarda görüyoruz. Bu gidişle bizim statlarımızda seyirci ile saha arasına tel örgü yerine demir parmaklıklar koymak gerekebilir.
Bu olaylarla ne tuttuğumuz takıma fayda sağlarız, ne Türk futboluna katkı. Bu olaylar, sadece sporumuza, ülkemizin imajına zarar verir. Bunlardan sonra falan organizasyona ev sahipliği yaparız, olimpiyatlar Türkiye’de yapılsın deme hakkımız bile kalmaz. Kendi elimizle kendi ülkemize zarar veriyoruz, milletimizin imajını sarsıyoruz.
Bir başka gördüğüm şey ise seyircilerin bu sahaya inme olayını doğal bir şey gibi gördüklerini anladım. Bazı seyirciler, gülerek koşuyor, sandalyeleri gülerek savuruyor ve polisin müdahalesi sırasında da yine gülerek geri kaçışanları gördüm. Galiba sporun değil, sahaya girip ortalığı karıştırmanın oyun olduğunu sanan seyircilerimiz var gibi geldi bana.
Büyük organizasyonları ülkemizde yapabilmek için önce spor müsabakalarının birer oyun olduğunu anlamamız gerek.