TAZEGÜL KÖYÜNDE SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYAT

Çocukluğumu 1960'larda yaşadım. Köyümüz Erzurum'a kırk kilometre uzakta, Daphan Ovasının merkezinde idi. Köyün güneyinde Cinis, batısında Karabıyık, Ergamansur, kuzeyinde Meymansur, Gelinkaya, doğusunda Alaca Evrenni vardı. Kandilli nahiyemiz idi.

Köyümüz 200 hane, bine yakın nüfusu var, coğrafi olarak arazimiz düz, dağımız yok. Küçük derelerden gelen çaylar çayırlarımızı, tarlalarımızı suluyordu. Arazi buğday, Arpa, Çavdar, Yeşil Mercimek ekimine çok uygundu.
Hayvancılık oldukça iyi durumda idi. İnek, Düve, Mozik, Dana sürülerinin yanında Medek(Manda) sürüsü, atlardan oluşan büyük baş hayvanlarımız, iki sürü koyun, iki sürü kuzu, birde kaz sürüsü çıkardı. Köyde en az 300 çift öküz tohum ekmek, çift sürmek, herk etmek, harman sürmek için köyün zenginliğini oluştururdu. Toplam da "On Bin" büyük ve küçük baş hayvan varlığına sahipti.
1925 yılında açılan ilkokul sayesinde okuma-yazma en yüksek durumda idi. Hemen hemen okuma yazma bilmeyen yok gibiydi. Bunun sebebi Osmanlı döneminde Medreseye, Cumhuriyetle birlikte 1925 yılında çevre köyler içinde ilk mektebi inşa etmiş, eğitim öğretime açmış köy olma özelliğinden ileri geliyordu. Eski ve yeni yazıyı pek çok insanın okuduğunu gördüm. Köyde Kuran-ı Kerimi erkeklere Mehmet Yılmaz Efendi, Köy İmamı ve Hafız Aydemir öğretirken kızları Mecbure Hoca ve Fadoç Nene okutmaktaydı. Bu nedenle eğitim ve öğretim çok iyi idi.
Köyde 21 köy odası vardı. Bugünün penceresinden baktığımda 21 mektep vardı. Birinci Dünya Savaşı'na ve Kurtuluş Savaşı'na katılmış, edep ve erkan sahibi, iffetli, bilgili, irfan dereceleri yüksek büyüklerimiz vardı. Köy odalarında askerlik anıları, savaş anılarını anlatırken gezip gördükleri yerleri canlı olarak anlatıyorlardı.
Köy odalarında; İslam Tarihi, İslam İlmihali, İslam Akaidi, Ahmediye ve orijinal metninden mevlit okunurken, Kerem ile Aslı, Aşık Garip ile Şahsenem, Yusuf ile Züleyha, Köroğlu'nun kolları, Hz. Ali Cenkleri, Battal Gazi cenkleri anlatılan hikâyelerdendi. Yüksek bir köy kültürü hâkimde daha küçükken Teyzem adımı Nizamülmülk koymuştu. Portekiz'deki Fatimetür Zehra camiini o zaman öğrenmiştim. Yaşlılardan Buhara, Semerkant, Taşkent, Kırım, Bingazi, Mekke, Medine, Şam, Beyrut, Tiflis, Tebriz gibi şehirlerini öyle canlı anlatıyorlardı ki bu coğrafyayı onlardan öğrendim.
Selçuklu devletini, Emir Timur, Şah İsmail'i köy odalarında öğrendim. Ömer Nesefi'nin Akaid kitabını yaşlılar okurken dinledim. Evet bir kısmı usta olan bu yaşlılardan duvarcı, dülger, demirci, sobacı, berber olanlar vardı. Aslında köy kendi içinde bir bütünlük oluşturmuştu.
O yıllar sağlık ocakları olmadığı için tecrübeli, yaşlı ebe anneler vardı. Doğum yapacak olanların imdadına gece, gündüz çağrıldıklarında gider, görevlerini karşılıksız olarak yaparlardı. Gülü Ebe bunlardan biriydi. Muhteşem bir güven, saygı ve sevgi vardı.
Su kanalları açılacaksa, köye ortak bir iş yapılacaksa, birinin yardımına koşulacaksa eli yeten, gücü çatan tereddütsüz koşar, işi el birliğiyle hallederlerdi. Çayır mı biçilecek, tarlamı hasad edilecek mahalleli toplanır, karşılıksız imdada gidilirdi. İmece usulü zirve yapmıştı. Hiçbir şey ortada , sahipsiz kalmazdı.
Bu özellikler 1975'lere kadar devam etti. Bu tarihten sonra okullarını bitirenler şehirlerde iş bulunca gittiler. Kendileri gidince Ana ve Babalarını da götürdüler. Dünün kültür dokusu muhteşem olan köyler göç verdikçe çoraklaştılar. Kültürel olarak erozyona uğradılar. Nüfus olarak fakirleştiler. 1985 yılı ise bu işlerin zirve yaptığı yıl oldu. Hayvancılık yapan besiciler sonbaharda hayvanlarını satamayınca hayvanlar ellerinde kaldı. Çünkü o yıl Tarım Bakanlığının izniyle çok sayıda hayvan ithal edilmişti. Bundan dolayı besici perişan edildi. Besicilik artık köyümüzde tarihe karışıyordu.
Köyde ehli hukuk olabilecek yaşlı kalmayınca bu müessesede tarihe karıştı. Anlayacağınız edebi yönden, sevgi ve saygı yönünden bir bütünlük arz eden köylerde üçer beşer haneye düştü.
Sadece Tazegül mü? Hayır... Tüm köylerde böyleydi. Her köylü çalışır, üretir, devletten bir kuruş yardım almayı zul sayardı. Üç beş kişi hariç kimsenin bankayla işi olmaz, olanlarda ayıplanırdı. Belki bugünkü imkanları yoktu ama onuru, izzeti, şerefi ve itibarı vardı. Saygı vardı. Sevgi vardı. Muhabbet vardı. Güzel bir dini hayat vardı. Kavga, gürültü, patırtı asla olmazdı. Misafir ağırlamak şerefti. Köyler arası spor karşılaşmaları tek kelimeyle kardeşlik duygusu içinde geçen muhteşem etkinliklerdi.
Köyde herkes birbirlerinin ölüsünden, dirisinden, hastasından haberdar idi.
Kim ne derse desin insanlığın olduğu o günleri özlüyorum. Özlüyorum...