Üç arkadaştık...

Üç arkadaştık. Üçümüz de bir haftalık yoğun çalışmanın tatlı yorgunluğunu üzerimizden atmak için, şehirde şöyle ağır adımlarla havadan-sudan konuşarak gezelim diye düşündük. Sonbahar çoktan gelmişti. Ağaçların yaprakları hayli sararmış, hatta biz gezinirken ayaklarımızın altında hışırdayan yapraklarda çoğalmıştı. Üç arkadaş, bazen vitrinlere bakıyor, bazen bir Selçuklu camii önünde uzun uzun seyre dalıp o güzellik karşısında dillerimiz tutulmuş bir halde kalakalıyorduk. Ne güzel bir Anadolu şehri, her yanı tarih kokuyordu. Dün ile bugün yan yana ama yarınlar, sanki bu ikisini de alıp uzaklara götürecekmiş gibi bir his doldu içimize. Birden hüzünle doldu yüreğimiz. “Keşke bu beş yüz yıllık, bin yıllık tarihin şu eşsiz tablolarını, o mükemmel saflığıyla koruyabilsek” diye düşündük.

Sohbetimiz gittikçe koyulaşıyor. Bir camii yanında, beş musluğundan oluk oluk, buz gibi su akıtan çeşmenin yanına yaklaşınca susadığımızı htik. Her birimiz bir çeşmeye koşuşturduk. Her musluğun yanı başında bir de tas asılıydı. Öyle basit bir tasta değil. Hepsi de sağlam madenden yapılmış, paslanmaz taslardı… “Atalarımız ne kadar ince fikirli adamlarmış? Su içmeye gelen kişi zahmet çekmesin, tası doldurup, su buz gibi sudan doyasıya içsin diye çeşmenin hemen yanına bir de tas koymuş. Ah bizler de her şeyi böyle en ince ayrıntısına kadar düşünebilsek”, diye aklımızdan geçirdik. Suyumuzu içtikten sonra, şehrin en kalabalık caddesinde, vitrinlere bakarak yürümeye devam ediyorduk ki birden üçümüzde irkiliverdik. O da nesi…

Şehrin bu işlek, en canlı ve en kalabalık caddesinde taksiler, kamyonetler ve minibüsler arka arkaya sıralanmışlardı. Araçların içi rengârenk giysilerle donanmış gençlerle dolu. Biz buna mı şaşırdık, hayır… Arabalar ağır ağır ilerliyor ama bu arada hemen hepsi de korna çalıyor. Daha ilginci araçların hepsi de, sanki sözleşmiş gibi korna çalmaya şehrin en kalabalık yerinde hep birlikte çalmaya başladılar.

Hemen hemen herkes, bu korna çalan, araçların camlarından bellerini kadar dışarı sarkan, bayrak sallayan bu insanlara bakıyordu. Belli ki bir düğün alayıydı. Önden ikinci taksinin içinde, arka koltukta damat ve gelin oturuyordu. Etraftakilerden kimileri onlara gıptayla bakıyor, kimileri “Allah mesut etsin” diyor, kimileri de kaşları çatık öfke ile bakıyordu. Hatta el kol hareketi yaparak hoşnutsuzluğunu, kızgınlığını belirtenlerde vardı. Bazılarının “Başım, beynim patladı, yeter kesin şu sesi” dediklerini de işitiyorduk. Ama araçlarda ki insanlar bu olanlardan habersiz, basıyorlardı kornaya. Sonunda trafik polisi de dayanamayıp öndeki aracın yanına gidip korna çalmamaları konusunda uyardı. Fakat aracın içerisinden birisi çıkıp “Geleneklerimizi de yerine getiremeyeceğiz” diye polise çıkıştı. Düğün sahibi olduğunu tahmin ettiğimiz bu kişi ile trafik polisi arasında geçen sert konuşmalar sonunda tatlıya bağlandı.

Araçlar yine korna çalarak, devam edip gittiler. Birisi “İyi ki çabuk gittiler, çarşıda birkaç tur daha atmadılar” diye kendi kendine söylendi.

Kafamıza birçok soru takıldı. Acaba şehrin ortasında, benim düğünüm var diye insanları rahatsız edecek derecede korna çalıp, bağırıp çağırarak düğün yapmak doğru mu? Neşeli mutlu bir günde bazılarının eğlenmesi mi engelleniyor yoksa? Korna çalarak şehrin içinde, bir değil birkaç kez tur atarak gelin götürmek geleneklerimizden mi? Bu soruları kendi kendimize cevaplandırmaya çalıştık. Arkadaşlarımızdan birisi halk bilimciydi. O halk kültürü, gelenek ve göreneklerimiz hakkında daha bilgiliydi. Çünkü bu konularda sürekli araştırma yapıyordu. En azından “Korna çalmak bir Türk geleneği midir?” sorumuzu cevaplandırmak için söze başladı:

Arkadaşlar, Türk düğünlerinin en belirgin özelliği, neşe içinde yaşlı-genç, kadın-erkek eğlenip yepyeni, mutluluk dolu bir yuva kurmaya çalışmaktır. Bu eğlenceler, ülkemiz coğrafyasında az da olsa bazı farklılıklar gösterir. Daha çok ege ve Marmara bölgelerinde kadınlarla erkekler genelde birlikte eğlenirler ama diğer bölgelerimiz de ise kadınlar ayrı bir yerde, erkekler ayrı bir yerde eğlenirler. Kadın eğlencelerinde olsun, erkek eğlencelerinde olsun, eğlence mutlaka müzik eşliğinde yapılır. Yapılacak düğün, yakın çevreye duyurulur. Hatta bu duyuru daha “söz kesiminden” itibaren yapılır. Duyurulur ki o kızın ya da delikanlının artık başı bağlıdır, onlara başkaları bakıp talip olmasın. Bu bir Türk geleneğidir…

Eskiden, gelin ata bindirilip oğlan evine getirilirdi. Zamanla her alanda meydana gelen değişiklikler gibi bu da değişti. Artık gelin taksi ile getirilir oldu. Eski düğünlerde, gelini at ile getirirken davul-zurna çalma geleneğine benzesin diye, gelini taksi ile gezdirip korna çalıyorlar.

Belki de böyle yaparak halka duyurduklarını ve eğlendiklerini düşünüyorlar. Arabayla korna çalanlar, eski gelenekleri yaşattıklarını sanıyorlar. Bunlar kendilerince haklılar ama uzun süre şehrin en kalabalık yerinde, korna çalıp tur atmak hiç de doğru bir davranış olmasa gerek. Hele korna çalmak hiç mi hiç doğru değil. Çünkü korna sesi uyarıcıdır, insanları uyarmak için yapılmıştır. Korna sesi aracın içinde ki insanı fazla rahatsız etmez belki ama sokakta ki insanı aşırı derecede uyarır. Uzun süre çalınca insanı çok rahatsız eder. Kısacası korna çalmak bir gelenek değildir. Ama bir taksinin içinde ya da bir kamyonetin arkasında davul-zurna çalmak gayet uygun bir davranıştır. Çünkü bu bir musikidir, insanı rahatsız etmez; kulağa hoş bir seda verip geçip gider. Bu da geleneklerimizin devam etmesini sağlar. Keşke her düğün sahibi korna çaldırmayıp davul-zurna çaldırtsa. Böylece hem insanları rahatsız edici, yozlaşmış alışkanlık kaybolacak, hem de folklorumuzun güzel örnekleri kaybolmayıp yaşayacak.

Halk bilimci bu arkadaşımızın bu güzel konuşmasını, nefes almadan dinledik. Bu arkadaşımızdan o hafta sonu güzel şeyler öğrendik. Böyle bilgili insanlarla sohbet etmekte çok hoş bir şeymiş doğrusu; tadı damağımızda kaldı…