Nasıl yaşar insan ümidi olmadan... Direncini, yaşama azmini, nasıl saklar yüreğinde, ümide dayanmadan, ümide sarılmadan... Ve ümidi; her şeye, bütün çirkinliklere, bütün kahpeliklere, bütün çekilenlere, bütün ezilmelere, bütün eziyetlere... Bunlara... Onlara... Ve ötekilere... Yıkmak, yok etmek ve incitmek isteyenlere, zulmedenlere rağmen... Muhafaza etmezse ümidi yüreğinde, nasıl yaşar insan? Ve niçin yaşamak ister, eğer ümitleri yok edilmiş, hiç bir ümidi kalmamışsa hayattan. Niçin sürdürmek ister; rezilliklerle, kavgalarla, ikiyüzlülüklerle iç içe geçmiş bir hayatı... Tabii ki; "hayal ettiği" ve hayal ettiklerinin bir gün gerçekleşeceğini ümit ettiği için. Bunun için sürdürmek ister hayatı.
Her gün sıkıntıların, acıların, yoksullukların içinden geçer, rahatsızlıklarımızın saat be saat artmasının ardından akşamı ederiz. Bezginlik; her geçen dakikada biraz daha büyütür hükmünü yüreğimizde... Çoğumuz, bu ruh sıkıntısı içinde karşılarız sabahı. Sonra; günün ilk ışıklarıyla yeniden canlanır, kendimize gelir, hırslanır, hayallerimize sarılır, sevdalarımıza geri döner, gerçekleşmemiş düşlerimize yelken açarız tekrar ümit denen gemiyle... Ümidin yardımıyla her gün yeni yeni başlangıçlar yapar ve her gün yeni yeni ümitleri sevinciyle dolar taşar içimiz. Yaşayan biziz... Bizi yaşatan, bizi ayakta tutan ise ümitlerimizdir.
Bazen kenarından, köşesinden, kıyısından döneriz cinnetin... Delirmenin... Hafakanlarımız; intiharı bile akla getirebilir; büyük bir yeisin kapladığı beynimiz, artık yüzüne bakılası hal kalmamış hayatı terk etmeyi bile düşündürebilir bize... Her şey ve her yer kapkara görünür birden gözümüze. İçimiz, dışımız, her yanımız kararmakta, ayağımızı bastığımız, gözümüzü diktiğimiz bütün noktalar kapkaranlık olmaktadır. İşte her noktanın, her şeyin ve her yerin karardığı böyle anlarda, bir ışık çarpar gözümüze ve yüreğimize... “ümit ışığıdır” onun adı... Karanlığı yok eden, yok etmeğe çalışan, hayatın devam ettiğini, devam etmesi ve yaşanılması gerektiğini bize hatırlatan, hâlâ yaşayan güzelliklerin olduğunu gösteren ümit ışığı... Hayata onun yardımıyla tutunuruz.
Ümitler çoktur içimizde. Çeşit çeşit, renk renk, biçim biçim... Ne zaman gelmişler, ne zaman yerleşmişler içimize, bilmeyiz çoğunlukla. Sanki doğduğumuzdan beri, kendimizi bildik bileli orada, hep oradadırlar ümitlerimiz... Kiminin zamanı geçmiş olsa, kimi gündemimizden düşmüş olsa bile. Yine de saklarız, atmayız onları. Atmaya kıyamayız bir türlü... Ve; anlatacaklarımızı dinleyecek kişiyi bulduğumuzda, gerçekleşmeyen ümitlerimizden söz edip dururuz. Eski bir dosttan söz eder gibi. Biraz kırık... Biraz buruk olarak... Birbirimize anlattıklarımızda ümitlerimizden başka nedir ki zaten. Gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi o kadar önemli olmaz bazen. Anlatırken bile bizi mutlu kılar. Yüreğimizi sevinçle doldurup, hayata dönük yüzümüzü ışıklandırır. Onlardır en son ölenler, bizi en son terk edecek olanlar... Umutlarımızdır yani... Edip Cansever' in de dediği gibi:
"Bilmeli, diyoruz yeniden
Yeniden başlamalı, yeniden”
“Hiçbir şeyin içindeki umudu söndüremeyeceğini” söyleyen birinin, çok iddialı olduğunu düşünenleriniz olabilir aranızda… Halbuki ümit ya da umut kelimesini günlük hayatımızda ne de çok kullandığımıza hiç dikkat ettiniz mi? Bu kelimeyi, değişik yerlerde, sokakta, caddede, günlük sohbetlerimizde birkaç kez kullanırız en azından… Ya da onun ifade ettiği manaya gelen kelimeler kullanırız. Çünkü ümit kelimesinin bize çağrıştırdığı anlam çok önemlidir. Ya da şöyle söyleyelim. Bu kelimeyi kullanmak, bize güç verir, kuvvet alırız onu kullanmaktan… Sebepse, ümitsiz hayat olmayacağıdır herhalde… En kötü anlarımızda bile ümidi düşünerek, sanki olmayacak bir şeyin olacağını ve o kötü durumun tersine döneceğini zannederiz. O kadar ki, dünyamızı bile ümit kelimesiyle birleştirmiş, “ümit dünyası” demişiz.
Gerçektende hayatta kesin ve mutlak çizgilerle belirlenmiş, olacağına kesin kanaatle bakılabilecek o denli az şey var ki… Bunlarda dahi ümit devre dışı değildir. Abartmadan diyebiliriz ki, her arzumuzu, her dilediğimizi, olmasını istediğimiz her şeyi, hep ümit ederiz. Yüksek mevki sahibi olmayı ümit ederiz, işe girmeyi, üniversiteyi kazanmayı ümit ederiz, zengin olmayı ümit ederiz. Ve daha bunun gibi birçok şeyin olmasını ümit eder, olacağı günü ümitle ve tabii ki sabırla bekleriz. Hemen ekleyelim ki; ümitle sabır kardeş gibidirler. Sabır olmadan, ümid ettiğimizin gerçekleşmesini beklemek mümkün değildir. Yine söze devamla diyebiliriz ki; “Ümidini kaybeden her şeyini kaybetmiş demektir.”
Şurası da hemen herkes tarafından bilinmektedir ki; hayat denen yol hep düzlüklerle devam etmemektedir. Bazen önümüze yokuşlar çıkar, bazen de inişler… Mühim olan düzlükte şımarmamak, yokuş ve inişlerde de ümitsizliğe düşmemektir. Bunların bu yolculuğun sınavları olduğunun farkında olmaktır. Bu sınavları kazanmanın ilk şartı ise, hiç şüphesiz, sıkıntı ve zorluklar karşısında ümidini kaybetmemektir. Çünkü ümidimizi kaybedersek her şeyimizi kaybetmişiz demektir. Ama ümidimizi korursak, kaybettiklerimizi yeniden kazanma ihtimalimiz olabilir. Şimdi okuyacağınız örnek de; ümidin bu hayatî özelliğine vurgu yapmaktadır zaten:
Şurası da hemen herkes tarafından bilinmektedir ki; hayat denen yol hep düzlüklerle devam etmemektedir. Bazen önümüze yokuşlar çıkar, bazen de inişler… Mühim olan düzlükte şımarmamak, yokuş ve inişlerde de ümitsizliğe düşmemektir. Bunların bu yolculuğun sınavları olduğunun farkında olmaktır. Bu sınavları kazanmanın ilk şartı ise, hiç şüphesiz, sıkıntı ve zorluklar karşısında ümidini kaybetmemektir. Çünkü ümidimizi kaybedersek her şeyimizi kaybetmişiz demektir. Ama ümidimizi korursak, kaybettiklerimizi yeniden kazanma ihtimalimiz olabilir. Şimdi okuyacağınız örnek de; ümidin bu hayatî özelliğine vurgu yapmaktadır zaten:
"Bir adam yolda ağlayarak gidiyordu. Karşıdan onu gören bilge bir kişi, ağlayan adama sordu: Neden ağlıyorsun evlat, bir felakete mi uğradın yoksa? Sorma dedi ağlayan adam, mahvoldum, dükkânım yandı, bu yetmiyormuş gibi kasadaki paralarım da yandı; bütün servetim gitti, geriye sadece borç senetlerim kaldı. Bilge kişi ağlayan adamın başını şefkatle okşadı, sonra da dedi ki: Bunlar ağlanacak kayıplar değildir evlat. Ben de ümidini kaybettin de onun için ağlıyorsun sandım.! Şunu unutma ki, ümidini kaybeden adam her şeyini kaybeder. Ama ümidini kaybetmeyen adam yeniden teşebbüse geçer, kaybettiklerini zaman içinde yine kazanabilir. Sen ümidini kaybetme evlat ümidini!.." Evet, bütün mesele ümidini kaybetmemekte... Peygamberimiz de (sas) konuşmalarıyla ümitsizlik telkin eden bir adamı ikaz ederek şöyle uyarıda bulunmuştur: "Kim, 'Artık iyi insan kalmadı, herkes bozuldu..' diyerek ümitsizlik telkin ederse bilsin ki, bozulan o insanın kendisidir, herkes değil."
Sözümüzün bir yerinde dedik ya; “ ümit dünyası”… Bakın yazar Şevket Rado; “Ümit Dünyası” başlığıyla yazdığı bir yazısında neler anlatıyor o tatlı üslubuyla: “Karıncaların bile kendilerine göre ümitleri vardır, yoksa Tanrı’nın yazı, telaş içinde öteye beriye koşmaya, bir şeyler toplayıp yuvalarına taşımak uğrunda çırpınmağa lüzum görmezlerdi. Ümit olmadığı zaman yaşlanmanın da değeri olmaz. Hattâ ümit öyle bir hazinedir ki, onun yanında hazinelerin bile değeri yoktur. Büyük adamların hayat hikâyelerini yazmış ünlü tarihçi Plutargeu, Büyük İskender’in hayatını yazarken çok güzel bir hikâye anlatır:
Büyük İskender İran seferine çıkmadan önce hazinesinde nesi var, nesi yoksa ahbaplarına, eşine, dostuna dağıtmaya başlamış. En yakın arkadaşlarından Perdiccas: -Peki, ama demiş, hazinenizdeki her şeyi etrafınızdakilere dağıttınız. Size ne kalıyor ki? İskender: -Bana ümit kalıyor, demiş. Bunun üzerine Perdiccas:
-Öyleyse bu mücevheri bana vermeyiniz. Sizin en yakın silah arkadaşınız olduğum için ben size kalan ümidi paylaşmak isterim, diye cevap vermiş.
İran seferine çıkmadan önce Büyük İskender’e dünyalar değen hazinesini eşine, dostuna dağıttıran, gözünde o mücevherin değerini bir anda sıfıra indiren neydi? Sadece ufukta parlayan bir ümit, yeni ülkeler fethetmek, cihana egemen olmak ümidi… Bu ümit onu gerçekten cihangir yapmış, kendi hazinesini kaybettikten sonra dünyanın hazinelerine onu yeniden kavuşturmuştur.”
Şair “Ümmid iledir cihanda her şey!” derken yaşamanın gerçek manasını anlatmak istemiştir. Eğer yaşıyorsak bir ümit için veya bir ümidin gölgesinde yaşıyoruz. Büyük, küçük herkesin, her yaşayanın bir ümidi vardır. Sabahleyin yatağımızda gözlerimizi açıpta uyandığımız zaman eğer kalkmaya davranıyor, işimize geç kalmamak için acele ediyorsak, bir ümidimiz olduğu içindir. Daha iyi bir hayat sürdürmek ümidi, çoluğumuzla, çocuğumuzla, daha iyi günler görmek ümidi, bir iş başarmak, daha çok ilerlemek, kendimizi herkese beğendirerek yükselmek ümidi, bizi işimizin başına koşturuyor. İcatçıya yeni şeyler düşündüren, hekime yeni iyileştirme yolları arattıran, öğretmene okulda ders verdiren, marangoza güzel, daha güzel mobilyalar yaptıran ve sanatçıyı ölmez eserler peşinde koşturan hep ümittir.
İnsanlar da ümitler içinde dünyaya gelirler. Çocuklar analarla babaların ümidi olarak, onlardaki ümidin verdiği kuvvetle büyürler. Tıpkı ağaç yetiştiren bahçivan gibi, analar, babalar da en güzel meyvalarını çocuklarından toplamak ümidiyle hayatın her türlü dert ve sıkıntılarına seve seve katlanırlar. Ümit, hayatta vardığımız değil, varacağımızı sandığımız en uzak hedeftir. Ona belki de, hatta çoğu zaman varamazsınız. Ama ümit sizi o hedefe doğru durmadan çeker. Hep onun peşinden gidersiniz. Yorulmazsınız, çünkü çekiciliği size hayatı sevdirir. Gözünüzde silindiği, onu kaybettiğinizi sandığınız anlar, hayatınızın en karanlık anlarıdır. Fakat insan onu yeniden bulmakta gecikmez. Açılmamış her kapının arkasında, yürünmemiş yolun sonunda, kazılmamış her toprağın ve başlanmamış her çalışmanın altında pırıl pırıl bir ümit yatmaktadır. Bir hastamızdan istediğimiz kadar ümidi keselim, hekimlik bütün gücüne rağmen bir şey yapamaz hale gelsin. Dedelerimiz; “Çıkmamış canda ümit vardır.” dememişler mi? Onun için hayatta hiçbir şeyden ümit kesmemek lâzımdır ve onun için bu dünya ne şu dünyasıdır, ne de bu dünyası, sadece ve sadece “ümit dünyasıdır.”