Bugünkü anlamıyla üniversiteler, hiçbir politik ve dini baskı unsuru olmaksızın akıl sürecini ön plana alan bilimsel ortamlardır. Ancak hakikatte böyle olmadığını kolaylıkla görebiliyoruz. Öteden beri, ülkemizde erki elinde bulunduran zihniyet, üniversiteleri biçimlendirme konusunda her daim etkin olmuştur. Meselâ 28 Şubat sürecinde en temel insan hakları ilkin, evrensel ölçekte bağımsız ve tüzel kişiliğe sahip üniversitelerde ihlal edilmiştir.
 
Merkezi otorite gibi şehirlerdeki yerel basın, sivil toplum, kanaat önderleri, mülki idareler, cemaatler ve diğer yerel unsurlar üniversitelerin iç dinamiklerine ve işlerine müdahale etmeyi doğal hakları gibi görebiliyorlar. Üniversiteyi dizayn etmek isteyen yerel unsurlar, enerjilerini ve birikimlerini üniversite ile birlikte şehrin problemlerini çözmeye yönlendirseler kuşkusuz şehre daha fazla katkı sunmuş olacaklardır. Bu unsurlar, meselâ şehirdeki sosyal ve kültürel katkı sağlamalılar, öğrencinin başta konaklama olmak üzere birçok problemine çözüm üretebilmeliler.
 
Üniversite şehir ilişkisinde diğer bir problem “rektör seçimleri” sürecidir. Rektör seçimleri, ülkemizde mental olarak mahalli idareler seçiminden pek de farklı değil. Rektörlüğü düşünen profesör, işe önce üniversite dışında şehrin kanaat önderlerinin, sonra etkin siyasi partinin, sonra Ankara’da merkezi hükümetin ve cumhurbaşkanına ulaşacak çevrelerin olurunu, ruhsatını almak gayretleriyle başlıyor. Bu sürecin ne tarafı bilimsel, soruyorum. Pratikteki bu süreç, belediye başkanlığı seçiminde de aynıdır, milletvekili seçiminde de… Neredeyse muhtarlık seçiminde de… Bilim kaygısı taşımayan bu durum, üstelik rektörlük seçiminde oy kullanan hocaların kamplaşmasına, hocalar arasında dayanışmanın yok olmasına neden olmaktadır. Galiba en iyisi üniversitelerde hiç ön seçim yapmadan rektörü cumhurbaşkanının doğrudan atamasıdır.
 
Biraz özele inersek; Erzurum’daki üniversitelere rektör olmak isteyen hocanın gözünün dışarıda olmaması gerekir. Üniversite-şehir ilişki sarmalını düşündüğümüzde liyakatli olması şartıyla bir Erzurumlunun üniversitelerimizde rektör olması gerektiğini düşünürüm. Bu düşüncem, öğretim üyeleri için geçerli değildir. “Bilim insanı” unvanı olan hocaların nitelikli olmaları öncelik olmalıdır. Eş dost, dayı yeğen, ahbap çavuş, hemşehricilik, cemaat ilişkileriyle asosyal, yetersiz, görgüsüz, niteliksiz insanlara kadro dağıtılacak yer olmamalıdır üniversiteler.
 
Üniversiteler, kendilerini anlatmaya kampüsleri içerisinde yaptıkları belediyecilik hizmetleriyle ve öğrenci sayılarıyla başlıyorlarsa orada bilim bitmiş demektir. Türkiye’de her şehirde üniversitenin olduğu bir dönemde öğrenci sayısından ziyade öğrenci niteliği, bilimsel donanım ve çalışma kalitesiyle öne çıkmalıdır üniversiteler. Erzurum’da yaklaşık 75 bin yükseköğrenim öğrencisi var. Bunların şehir ekonomisine para harcayarak yaptıkları katkı önemlidir elbet. Belki size komik gelecektir; ama en önemli harcama sektörü sanırım “tavuk döner” sektörü… Bir üniversite salt bununla gurur duyacaksa yahut bir şehir salt “tavuk döner ekonomisi” ile mutlu olup üniversiteye minnet duygularını yansıtacaksa zihniyet olarak orası hâlâ bir kasabadır, koca bir köydür. Üniversite şehri olamadınız mı, öğrenciye sadece gelip geçici turist gözüyle bakarsınız.
 
Üniversite yapacağı araştırmalarla tarımdan, turizme, kültürden sosyal hayata, sanayiden ticarete bulunduğu şehrin marka değerlerini ortaya çıkarmalıdır. Bulunduğu şehir ve bölge üzerine her daim sosyolojik araştırmalar yapmalı, hem yerel yönetimlere hem ülke yönetimine değişen insan kaynağı, bölge dengeleri üzerine geliştireceği stratejileri sunmalı, bu konularda öncü ve lider olma misyonunu kaybetmemelidir. Üniversite, şehrin hava koridorlarını, fay hatlarını, yer altı ve yer üstü su yollarını tespit edip şehrin imar planlarının bilimsel gerçeklere göre oluşturulmasına katkı sunmalı, siyasilerden gelebilecek bazı itiraz ve baskılara karşın bu konularda sesini yükseltebilmeli, şehir ve ülke ölçekli kamuoyu oluşturabilmelidir. Üniversite hem halkı hem yerel yöneticileri bilinçlendirmelidir.
 
Erzurum örneğinde üniversite ağırlığını koyabilseydi, zemin etüdü sonucu yerleşim yeri için riskli olan Dadaşkent de, Şükrüpaşa da imara açılmazdı. Erzurum’un en büyük sıkıntısı “kentleşme”. Hem zihinsel hem fiziksel kentleşme konusunda üniversite ne yapmış, ne kadar başarılı olmuştur.  Şu an şehrimizde ciddi bir kentsel dönüşüm yaşanıyor. Bu dönüşüm çalışmalarında ne kadar etkindir üniversite? Yapıların yüksekliği, güneş alma açıları, sokak ve cadde genişlikleri, kavşaklar, yapıların mimarisi…
 
Bırakın şehrin mimarisine yön vermeyi, kendi kampüsünde son 30 yılda yapılan binalar gecekondu gibi. Böyle olur mu? Bir 1960’larda yapılan fakülte binalarına bakın bir de 80’lerde, 90’larda, 2000’lerde yapılanlara… Yeni yapılan fakültelerde hocaların odalarının olduğu koridorlardaki darlığa bir bakın. Tavan yüksekliğine bir bakın Allah aşkına! Kullanılabilir, yaşanılabilir binalar bir tarafa hiç mi bize ait çizgiler ve mimari kullanılmaz bu yapılarda. Üniversitenin mimarlık fakültesi ve bilim adamları yok mu? Yeni yapılan ETÜ binalarındaki Selçuklu çizgilerine hayran olup Atatürk üniversitesinde ziyan edilen binalara hayıflanmamak olur mu? Kampüsteki yeşil alanlara yeni binalar kondurmak yerine her kademeden öğrencinin bilimsel araştırmalarını ve öğrenimlerini en iyi biçimde yapabilecekleri teknik donanımı en üst düzeyde laboratuvarlar kurmak daha iyi değil mi? 30 sene evvel üniversite öğrencisi bugünkünün belki onda biriydi; aynı kütüphane, bugün açık öğretim öğrencileriyle 210 bin öğrencisi olan Atatürk Üniversitesi’nde kütüphane yine aynı kütüphane. Ya fazla öğrenci almayacaksınız, ya yeni kütüphaneler yapacaksınız.
 
Üniversitede bir yılda o kadar konser, konferans, seminer, panel, sempozyum vb. etkinlik yapılıyor ki bunlardan şehir halkının pek de haberi olmuyor. Üstelik bu etkinlikler vesilesiyle Erzurum’a gelen birbirinden kıymetli hocalar boş salonlara konuşmaktan mecalsiz düştü. Kısacası “yapmak için yapılmış işler” gibi çoğu. “Kendim çaldım kendim dinledim. Hatta dinlemedim bile, fotoğraflayıp bülten çıkardım.” Hepsi bu. Meselâ ABD’de Michigan Üniversitesi, bulunduğu An Arbor şehrinde yapacağı bir yıllık tüm etkinlikleri bütün evlere postalıyor. Şehri etkinliklere katabiliyor. Ayrıca, halkımız birkaç etkinliğe gelmek istese de kapılar sıkıntı. Amerikan tarzı güvenlik paranoyası…
 
Velhasılıkelam;
Rektörlüğü düşünen hocaların çok çalışması lâzım, çok.
 
(Devam edecek)
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
akademisyen 2015-12-15 15:44:58

atatürk üniversitesi eksikliklerine rağmen göz doldurmakta ve tarihinin en güzel en başarılı en kaliteli ve en huzurlu günlerini yaşamakta zaten buda ikinci seçimde tarihi bir oy oranıyla ortaya çıktı lütfen üniversiteye girmek nasip olmamış yazarlar haddini bilsin.

Avatar
N.A.Yıldız 2015-12-14 18:24:41

üniversite kurulmaz, üniversite olunur ( c.arf)

Avatar
NESRİN.A.YILDIZ 2015-12-14 13:07:24

bilim insanı asla liberal egemenliklerin rotasına girmemeli, toplumsal ortak çıkarların savunmasında müsbet hareket etmeli, objektif düşünmeli,görüşlerini bilimin ışığı altında içsel dürüstlüğü ile ifade edebilmeli ve uygulamalıdır.bu tutumun toplumsal yöresel kalkınmaiçin önemli katkıları olacaktır(n.a.yıldız) mükemmel tespitler analizler eleştiriler.. kutlarim

Avatar
Ahmet 2015-12-10 16:54:01

çok doğru rektör erzurumun suyunu içmiş soğuğunda üşümüş ölüsünde ağlamış düyününde oynamış dürüst mert cesur birisi lazım.
doğuduğu yer erzurum olsun anası babası erzurumlu olsun eğer burda bir yanlışım varsa söyleyin.

Avatar
kırkıncı 2015-12-10 13:20:00

kırkıncı ellinci ile olmaz bu iş. ülkücü ve kırkıncı egemenliği sona ermeli. tiksindirici boyutta yandaşlık var. bilime araştırmaya kaliteye değil dayıya bakılıyor bunu da yaz başkan.