Sözlükte üzüntü: “Olması istenilmeyen olaylardan doğan ruh tedirginliği, teessür” diye tanımlanır. Bu ruh halinde insan kederli ve üzüntülü olarak içlenir, ağrı, acı, keder, sancı, dert, gam ve kaygı içerisinde olur. Üzüntünün nedeni sevilen birini ya da bir şeyi yitirmek, istenen bir şeyi elden kaçırmaktır.
Miladi 801 yılında Irak’ın Küfe kentinde dünyaya gelen 873 yılında vefat eden ilk İslam Filozofu sayılan Kindi, “Üzüntüyü Yenmenin Çareleri” adıyla bir eser yazar. Ona göre üzüntü: “Sevilenlerin kaybından ve isteklerin gerçekleşmemesinden kaynaklanan psikolojik bir rahatsızlık halidir.”
O gün dünyada haber ağlarının kısıtlı olmasına rağmen, üzüntüyü önemseyen filozof, günümüzde yaşasaydı belki de ilk konusu üzüntü üzerine bir eser yazardı.
Dünyanın bu kadar küçüldüğü, olumlu ya da olumsuz haberlerin bu kadar hızlı yayıldığı bir zamanda insanı üzüntüye sevk eden ne kadar neden var değil mi?
Evde, sokakta, iş yerinde, okulda, üniversitede, camide, kilisede, stadyumda, kışlada, mahkemede velhasıl hemen her yerde insanların yüzlerine bakın sevinçli insandan daha çok gergin, asık suratlı, mutsuz ve üzüntülü insanlar görürsünüz.
Bir lokma ekmek, bir yudum su bile insana bazen elem ve keder vermektedir.
Şair dünyayı iyi anlamamız için ne güzel söylemiş:
“Akıllı biri dünyayı sınadığında görür ki,
Dost kılığına bürünmüş bir düşmandır o”
Her şeyin değiştiği bir dünyada yaşıyorsak, değişmeyen ne görüyoruz. Her şey oluş ve bozuluş halindedir.
Ailesi ve dostlarıyla birlikte sonsuza dek yaşayıp gitmek isteği ile hayata bakmak ahmaklıktır der Rağıb el-İsfahani Erdemli Yol adlı kitabında.
Kişi kendini üzecek şeyleri mümkün olduğunca az edinmelidir öğüdünü verir o.
Şair de bu hususta şöyle demiştir:
“Kendini üzecek bir şey görmek istemeyen,
Yitirdiğinde umursayacak bir şey edinmesin.”
Sokrat’a : “Neden üzülmüyorsun” demişler; o da:” Çünkü ben kaybedince üzüleceğim şeyleri edinmiyorum” diye cevap vermiş.
Ahlâkın amacı verimli, huzurlu ve mutlu bir ömür sürmek, buna engel olabilecek veya mutluluğa gölge düşürecek her şeyden sakınmak, korunmak ve gerekirse o tür şeylerle mücadele etmektir diyen Kindi de üzüntüden kurtulmamız için şu düşüncesini bizimle paylaşır: “Mutluluğa karşı çok düşkün olmalı, mutsuzluktan da kendimizi korumalıyız. İstediğimiz olmadıysa olanı istemeli, olanla yetinmeli ve böylece üzüntünün devamındansa sevincin devamını sağlanmalıyız. Çünkü elde edemediklerimize ve var olmayan şeylere üzülen kimsenin bu üzüntüsü asla bitmez; zira o hayatının her aşamasında bir sevdiğini yitirmek ve bir arzusunu gerçekleştirememek durumunda kalacaktır. O halde üzüntü ve sevinç ruhta birlikte bulunamaz; kişi üzgünse sevinçli, sevinçliyse üzgün olamaz. Demek oluyor ki, elden gidenlere ve sevdiğimiz şeylerin kaybına üzülmemeliyiz. Daima sevinçli olmamız için güzel alışkanlıklar edinerek her hali gönül hoşnutluğuyla karşılamalıyız…. Ortak menfaatlerden olup da elimizde bulunan her şey, nimeti yaratan şanı yüce Allah’ın bize verdiği bir emanettir ve O, dilediği zaman emanetini geri alıp istediğini geri verebilir….Emanet sahibi Allah bize verdiği emanetlerin en değerlisini değil, tersine değersizlerini geri almakla bize büyük lütufta bulunmuştur. Öyleyse onun kıymetli emanetleri üzerimizde devam ettiği için çok mutlu olmalı ve geri aldıklarına üzülmemelidir. Bu emanette ruhtur. Ruhunu hastalandıran insan kendine en büyük kötülük yapan insandır. Hastalığın en büyüğü bedenin değil ruhun hastalığıdır. Ruh sağlığı olan insan sevinçli ve mutlu insandır.”
Üzüntü hem geçmiş için hem de gelecek için olmaktadır. Saçıp savrulmuş bir şeyi toplamak nasıl zor ve imkânsızsa, gelecek için üzülmekte o kadar zor ve boşunadır. Yaşlanmak, ölüm ve hastalık, eldeki malı ve mülkü kaybetme, açlık, kimsesizlik ve sahipsizlik gibi gelecekte olabilecek ya da olmayacak şeylere şimdiden üzüntü çekmek ne kötü bir zihin yorgunluğudur. Üzüntü insanda asabi bir yorgunluk nedenidir. Ölüm kötüdür diyemeyiz, ölüm korkusu kötüdür. Kim ölmemiş ki; “Sultan Süleyman’a kalmayan dünya” diye düşünmek gerek.
İnsanın unutkan olması nedeniyle büyük üzüntüler de unutulabilir. Zaman birçok şeyin ilacı olduğu gibi üzüntüden kurtulmamızda da ilaçtır.
İşini çok önemseyen, mükemmeliyetçi olan insan en ufak bir eksik ve gedikte üzüntüye kapılır. Oysaki insan dünyanın üstünde ve ötesinde değil, içerisindedir. Ne güzel söylemişler, “Bu eksiklik kadı kızında da vardır.”
Mevlana: “Dünya malına tapıyorsun, şehvet ve şöhret peşinde koşuyorsun, istediğini de alamayınca da üzülüyorsun, içine düştüğün acıklı hali anla da aslının aslına doğru gel” demektedir.
Bir ruhta sevinç ve üzüntü bir arada bulunmadığına göre sevinçli bir ruha sahip olmayı öğrenmeliyiz. Kendi kendimize üzüntü veriyorsak bu yetkin bir ruhun değil, yetersiz bir kişiliğin işidir. Başka biri tarafından üzülüyorsak bu durum cahilin işidir diyerek bu tür insanlardan uzak durmak gerek. Geçmişte yaşadığımız üzüntülerden nasıl kurtulduğumuzu düşünerek tekrar üzüntülerimizden kurtulacağımızı düşünmeliyiz. Üzüntüye neden olan şeyleri yok sayamayız.
Şairin dediği gibi;
“Afetler her taraftan yağar üstüne,
Bir gün şaşsa da bir gün isabet eder ona.”
Bedendeki organların yorgun düşmesi, hastalık geçirmesi doğaldır. Çünkü hayatta her şey değişiyor. Üzüntüye sebep olan şeyin önemsizliğini fark etmek suretiyle, birçok endişeler ortadan kalkabilir. Ulaşmadıklarımıza değil, elde ettiklerimize sevinç duymalıyız. Başkasının elindeki imkânlar kıskaçlığımız nedeniyle bize üzüntü vermemelidir. Bizde olanların başkasında olmasına üzülmek ahmak insan işidir. Kindi’ye göre, içinde yaşanılan oluş ve bozuluş dünyasında değişmezlik ve süreklilik yoktur. Tabiattan böyle bir şey beklemek var olmayanı istemek anlamına gelir ki bu da budalalıktır. Şu halde hiç kimsenin bütün isteklerini elde etmesi ve sevdiği her şeyi sonuna kadar elde tutması mümkün değildir. Bu durumda huzur ve mutluluğu; değişmeyen, pörsümeyen ve çürüyüp yok olmayan aklî ve manevi hazlarda aramalı, güç ve iradeyi aşan olgu ve olayları doğal sayıp istekler gerçekleşmiyorsa olabileni istemeli ve olanla yetinmelidir. Bu anlayış üzüntünün devamını değil sevincin devamını sağlayacaktır. Genellikle üzüntünün kaynağı çıkar duygusuna ve duyu hazlarına bağımlılık olduğuna göre bunda alışkanlıkların etkisi büyüktür. Öyleyse mutlu ve huzurlu bir hayat için güzel alışkanlıklar edinerek her hali gönül hoşnutluğuyla karşılamak gerekir.
Yunus Emre ne güzel dillendirmiş bu anlayışı:
Cana cefa kıl ya vefa
Kahrın da hoş, lütfun da hoş,
Ya derd gönder ya deva,
Kahrında hoş, lütfun da hoş.
Hoştur bana senden gelen:
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken..
Kahrında hoş lütfun da hoş.
Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana safa:
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Ger bağ-u ger bostan ola.
Ger bendü ger zindan ola,
Ger vasl-ü ger hicran ola,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Ey padişah-ı Lemyezel!
Zat-ı ebed, hayy-ı ezel!
Ey lütfu bol, kahrı güzel!
Kahrında hoş, lütfun da hoş.
Ağlatırsın zari zari,
Verirsen cennet-ü huri,
Layık görür isen nari,
Kahrında hoş, lütfun da hoş.
Gerek ağlat, gerek güldür,
Gerek yaşat gerek öldür,
Âşık Yunus sana kuldur,
Kahrında hoş, lütfun da hoş.
İbrahim Hakkı da Tevfiznamesinde:
Bir işi murad etme
Olduysa inad etme
Haktandır o reddetme
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hakk’ın olacak işler
Boştur gam-u teşvişler
O hikmetini işler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hep işleri faiktir
Birbirine layıktır
Neylerse muvafıktır
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
hocam elinize,dilinize yüreğinize sağlık.allah'ım kaleminize kuvvet versin.