Vidolu Gayfe...

Sinema artık evlere kadar girmişti, tek kanallı TV'nin dayatmasından kurtulmuş, istediğimiz filimi seçme özgürlüğüne kavuşmuştuk. Tabi evlere girmesi zaman aldı. İlk rahmetlik dayım almıştı evine...

Dayımlara gitmeyi dört gözle beklerdim. Haftada bir bayanlar matinesi olurdu... Sülalece çoluk çocuk dolardık o küçücük odaya. En önde yerimi alırdım. Sülalenin bayanlarıyla filim izlemek ayrı bir keyifti. Çünkü filimin karşısında bir filim daha vardı. Filimdeki oyunculara karışır, bağıra bağıra akıl verirlerdi:

- ''Gız inanma salak yalan söylir !''

- ''Gız gaç! Gız gelir! Gız gaççççç ! Di get ! ''

- '' Oy senin vurucun vura g….t''

- '' Adamın bahışlarindan bile pislik ahir abla''

- '' Eeee görmirsen, cıngır göz da! ''

***

Acıklı filmlerde herkes bir birine bakardı. Gözler dolmuş, ha ağlandı ağlanacak. Birisi başladı mı ağlamaya gerisi gelirdi. Ağlamak ayıp değildi o zamanlar. Merhametin belirtisiydi. Keşke şimdide hüngür hüngür ağlayabilsek ara sıra...

***

Sonra videolar pastanelere, kahvehanelere düştü. Üç beş çay parasına izlerdik her bir filimi... Şimdiki derbi maçlarında olduğu gibi sıralı sandalyeler dolar dolar taşardı...

- '' Yeni gelen, çayini içmiyen! ''

***

Sonra..!

Cüneyt Arkın'ın filmi var...

Çaylarda renk kalmazdı. Hepsi nenemin kıvamında. Bilmem kaçıncı haşlama. Ama çayın renginden kime ne karşındaki sihirli kutudaydı bütün renkler. Hele esas oğlan intikam almaya başladığı dakikalarda;

''Vur ola! Haaa … ... seni...''

***

Meslek lisesinin taştan kasvetli soğuk atölyelerinde, üç beş arkadaş öğlenden sonra ''çekilmez bu dert'' deyip, ne varsa cebimizde çay parasını denkleştirip koşarak kaçardık okuldan. Kafamıza göre filim bulmak için dört dönerdik Kongre Caddesini...

Bulduk mu bir Arabesk filim, çökerdik sobaya yakın sandalyelere... Bir filimde dört çay içmen lazımdı. İçmesen de parasını ödemek zorundaydın. Hem de gündüz vakti!

Bizim gibi okul kaçkınları bir de yaşını başını almış emiceler olurdu genelde.

Emicelerden biri;

- '' Vola avu Mujde Ar'ın filmi yoh mi? ''

Açık sahne gelince de çevirirlerdi başlarını.. Ve baktıkları cama yansırdı tüm çıplaklığı ile bizim gözlerimizden kaçırdıkları o görüntü...

***


O gün yine öyle bir gündü. Üç arkadaş sobanın yanında almıştık yerimizi. Acıklı bir filim... '' Mavi mavi '' ve İbrahim Tatlıses ölüyordu, Süleyman Turan bağırıyor, Hülya Avşar, İbo'nun göğsüne kapanıp bağrını yakıyor, salya sümük tüm kahvehane ağlıyordu...

Tak diye kapı açıldı. O zamanlar polisler sık sık kahvehanelere baskın yapar, kimlik kontrol ederdi. Filim bitmiş, herkesi gözü yaşlı gören Komiser şaşırmıştı:

- ''Korkacak bir şey yok sadece kimlik kontrol edeceğiz!''

Yanımdaki arkadaşıma atılan tokatla kendime geldim. Elli yaşlarında kasketli bir adam arkadaşıma hem vuruyor hem de ağlıyordu.

- ''Senin ne işin var burada itoğli üüüt!''

- '' Dersimiz boş idüüü ''

- '' Yalan söyleme ütüğlü üt..''

Şans işte arkadaşım kahvehanede babasıyla pişti olmuştu. Öğrenci olduğumuz içinde komiser amcadan önce bir iki tokat ve azar işittiğimizde yalan değildir hani. Kendimizi zor attık dışarı. Hiç durmadan koşa koşa Gürcü Kapı'da aldık nefesi.

Filimde yeni başlamıştı.

Hem de Kemal Sunal... En sevdiğimiz...

Sobanın yanında yerimizi aldık!

Ve SON...