Sayın Vali ve Sayın komutan size bir sorum var:
Hani diyorsunuz ya, "İki uzman çavuş hipotermi sonucu şehit oldu!"
Yani sizin hiç bir ihmaliniz yok, öyle mi?
Sarıkamış'ta on binlerce Mehmetçik tam 104 yıl önce yine böyle bir kış mevsiminde, Allahuekber Dağları'nda donarak şehit düşmüştü.
Hani, "Tek kurşun bile atamadan, general kışa yenik düştüler" sözü var ya, işte o söz, bu vahim hadisenin can sızlatan bir özetidir.
Hırsı aklının önüne geçen bir komutan, onca ikaza rağmen zaten yorgun ve bitkin olan askeri, Sarıkamış'ta Rus'un önünü kessin diye, karın adam boyuna ulaştığı dağlara sürmesi sonucu, tarihe "Sarıkamış Faciası" olarak geçen hezimeti yaşattı bu millete...
O komutan ki, (Enver Paşa) harpten yani ağır mağlubiyetten sonra İstanbul'da kendisine, "Niçin bu sonucu öngöremediniz" diye soran gazetecilere, "öyle ya da böyle zaten ölmeyecekler miydi" şeklinde verdiği cevapla hala nefretle anılmaktadır.
Cepheden cepheye koştuktan sonra yorgun ve argın bir halde Erzurum'a getirilen ordu, zemheri ayında havanın bile buz kestiği bir günde, o dağın yamaçlarında kardan yorgan yapıp da ölüm uykusuna dalmıştı.
Aradan 104 yıl geçti. Hamdolsun, ne ülkemiz o gün Osmanlı'nın içinde bulunduğu ahvali yaşıyor, ne devletimiz biçare, ne de ordumuz naçar...
Lakin gelin görün ki iki askerimiz iki Mehmetçiğimiz bu namütenahi imkanlar içinde, Tunceli'de donarak şehit oldu.
Vali Bey'in ifadesiyle, ölüm sebebi "Hipotermi!"
Yetkililer açıkladı: Adli ve idari soruşturma başlatıldı.
Bekleyip göreceğiz, bu vahim olayın başlangıcında bir ihmal ya da kusur var mı, yok mu?
Ajanslar, iki satır haber olarak geçti:
"Tunceli'de iki uzman çavuş hipotermi sonucu şehit düştü"
Aradan saatler geçtikten hatta kamuoyunda, "Ne demek bu devirde iki uzman çavuş donarak şehit düştü" biçimde sorgulamalar başladıktan sonra, Tunceli Valiliği, lütfedip yeni bir açıklama yaptı. Dedi ki, "Olayla ilgili adli ve idari soruşturma başlatıldı"
Kamuoyu itiraz etmeseydi, meseleyi sorgulamasaydı bu yürek yakan hadise öylece kapatılacak mıydı?
Nasılsa fatura, "hipotermi"ye kesilmişti!
Herkes haklı olarak aynı şeyleri sorup duruyor:
-Askerin teçhizatı soğuk hava şartlarına göre değil miydi?
-Komutanları askeri nerede dinlenmeye aldı ki askerler soğuğa yenik düştü?
-İki uzman çavuş soğuktan donarken komutanları nasıl bir teçhizata sahipti ki soğuk onları etkilemedi?
-Bölge şartları olanca çıplaklığıyla ortadayken o nasıl bir komuta iradesidir ki asker açık arazide her türlü tehlikeye maruz bırakılmıştır?
Bu sorulara en az on tane de siz farklı sorular ekleyebilirsiniz.
Açılan soruşturmalar eğer kamuoyunun gazını almaya dönük olmayacaksa, bu ve benzer soruların hepsi tahkikat neticesinde cevap bulmuş olacaktır.
Elbette şahadete yürüyen o iki babayiğidi geri getiremeyiz. Evet; evlat, kardeş, eş, baba ve arkadaş acısıyla yanıp tutuşan o yüreklere kimse merhem olamaz...
Lakin ortada bir ihmal ve kusur varsa bunun da somut bir yaptırımı olmalıdır. Birileri bir eli yağda bir eli balda yaşarken, sırf bizler emniyet içinde olalım diye, canlarını Dersim deresinde bırakan o babayiğitlerin haklarını savunmak bu milletin ve devletin birinci derecede bir görevidir.
Son bir kaç yıldan beri bu devlet, terörle mücadelede tüm zamanlara denk bir başarı sağlamıştır. Öyle ki Mehmetçiğin üstün hücum ve manevraları sayesinde, neredeyse teröristler inlerinden başlarını çıkaramaz oldu.
Son bir kaç yılda on beş binden fazla terörist etkisiz hale getirildi.
Bu muazzam başarıya gölge düşürmemek lazım.
Sarıkamış Muharebesi'nde on binlerce askerimiz, Allahuekber Dağları'nda donarak şehit düşerken içinde bulunduğumuz şartlar belliydi. 104 yıl sonra iki askerimiz çatışmada değil de soğuktan donarak şehit düşerken de devletimizin sahip olduğu imkanlar ortadadır...
Bu sebeple. Şu açıklama vicdanları kanatmıştır:
"İki uzman çavuş hipotermi sonucu şehit oldu!"
O Vali'ye, o komutana sormazlar mı, "Hipotermi olurken siz neredeydiniz?"
"Donarak öldüler" derseler millete ayıp olacaktır.
En iyisi mi "Hipotermi" de, tüm sorumluluğu tıbbın üzerine at!
104 yıl önce Enver Paşa askerler için "donarak öldüler" demişti!
Bugün de Vali Bey, "İki uzman çavuşumuz hipotermi sonucu şehit oldu" diyor.
104 yılda değişen tek şey, kelime mi yani?
***
Kendi il başkanının cenazesine bile gelmeyen bir parti, bu şehirde hangi gönülleri fethedebilir ki...
"CHP niye Erzurum'da yok?" diyenlere cevabımızdır
O günlerde CHP yasaklı olduğu için "muadili" olan SHP siyaset arenasındaydı.
Rahmetli Erdal İnönü de SHP'nin genel başkanıydı.
Oysa Erdal İnönü, babasından farklı olarak bir akademisyen, iyi bir fizikçi ve salon adamıydı.
Ne meydan muharebesi görmüş bir asker, ne de yeni bir devlet kurmuş heyetin içindeki bir kurmaydı.
Siyaset, Erdal Bey'e bir kaç beden büyük gelen bir deli gömleğiydi.
Buna rağmen "egemenler" Erdal Bey'i siyaset kuyusuna itmişler ve ardından da çıkan cümbüşü büyük bir zevkle izlemişlerdi.
İşte o günlerdeydi. Bir seçim olmuştu ve SHP Erzurum'dan vekil çıkaramamıştı.
Seçimin hemen ardından Ankara'da SHP genel merkezinde il başkanlarını toplayan İnönü, seçim sonuçlarını değerlendirirken bir ara gözü bizim Erzurum il başkanı merhum Aytekin Bey'e (avukat Aytekin Bayraktar'a) ilişir.
"Aytekin Bey" der. "Yahu eskilerden bilirim bizim Erzurum'da en az bir vekilimiz olurdu. (Halbuki merhum pederinin çok sevdiği açık oy gizli tasnif dönemlerinde değil bir birden çok vekilleri olmuştu) Şimdi ne oldu da böyle sandığı gömüldük?"
Aytekin Bey avukattır. Aynı zamanda kıvrak bir zekaya sahiptir. Öyle ya, vekil çıkaramamış bir ilin il başkanı olarak elle tutulur gözle görünür bir mazeret sunması gerekir.
Ayağa kalkar ve Paşa'nın mahdumuna hitaben, "Efendim, malumunuz Erzurum muhafazakar bir şehirdir. Bizim partinin de Allah'la dinle pek bir ilgisi yok. Bu durumda Erzurum seçmeni de bizi istemedi" der.
Bu anekdotu, şunun için aktarma ihtiyacı duydum...
Geçen hafta, uzun yıllar CHP'ye hizmet vermiş ve en zor zamanlarda bile CHP'li olmaktan kaçınmamış bir kıymetli hemşehrimiz avukat Tuncer Aktaş rahmet-i rahmana kavuştu.
Yakinen tanırdım, iyi bir solcu, iyi bir Dadaş, yürekli bir insan ve cevval bir hukuk adamıydı.
Her fani gibi Tuncer Bey de bu dünyadaki vadesini doldurdu ve ebedi aleme göçtü.
Sosyal medyada yazılıp çizildi.
Tuncer Bey'in vefatı, neredeyse ömrünü verdiği CHP yönetimi katında hiç mi hiç tesir uyandırmadı.
Cenazesinde ne bir parti yöneticisi, ne bir vekil ne de kitle halinde parti üyeleri yoktu.
Hüsamettin Özkan, DSP'den bir ufak aforoz yiyince, "Demek ki vefa sadece İstanbul'da bir semt adıymış" demişti.
Anlaşılan o ki vefasızlık, solcuların teamül haline getirdiği bir davranış biçimi...
Elbette Tuncer Aktaş'ın sahibi de çoktu, dostu da...
Hoş CHP iştirak etmedi diye, merhumun cenazesi musalla taşında öylece kalmadı.
Ama ister istemez herkes o cenazede Kemal Bey'i, hiç olmazsa o yerinde duramayan hiperaktif grup başkanvekili genç adamı aradı.
Erdal İnönü, Aytekin Bey'e, "Niye Erzurum'da yokuz" demişti. Aradan otuza yıla yakın zaman geçti. Kemal Bey merak edip soruyor mudur bilemem, fakat bir gün öğrenmek isterse eğer önce kendisine şunu sormalıdır:
"Ömrünü partimize vermiş bir kıymetli dostumuzun cenazesinde değilsek, biz o şehirde hangi yüzle oluruz?"
Sayın Kılıçdaroğlu...
Erzurumlu dostluğu da unutmaz, düşmanlığı da...
Bazen kendi kendinize şunu sorunuz:
"Yahu birader, bu Tayyip Erdoğan'ın ne özelliği var ki insanlar böylesine peşine akın akın gidiyor?"
Siz CHP olarak diyorsunuz ki, "Biz zaten Erzurum'da yokuz. Erzurum'un hayatta olanından ne gördük ki ölüsüne sahip çıkalım."
İşte bu yüzden Erzurum da size diyor ki, "Acımızda kederimizde, sevincimizde neşemizde yanımızda hiç olmadınız ki biz de size muhabbet duyalım."
Kemal Bey, ne kadar zorlarsanız zorlayın, nafile... Mevlana diyor ki, "Arpa ektiğin bir tarladan buğday biçemezsin."
***
TSK, FETÖ'nün köklerini kazıyor
150'si general, 15 bin FETÖ'cü ordudan atıldı
17-25 Aralık yargı darbe girişimi ile başlayıp, 15 Temmuz kanlı ayaklamaya kadar uzanan süreçte, FETÖ öyle ya da böyle kuşattığı son Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni, emir aldığı emperyalistlerin hizmetinde bir "aygıt haline getirmek istiyordu. Hiç kuşku yok ki FETÖ'yü piyon olarak kullanan güçler bu projede, sıklet merkezine TSK'yı, yani Türk Ordusu'nu koymuştu. Biliyordu ki TSK kimin güdümünde olursa, devletin ana unsuru da o olur.
Evdeki hesap çarşıya uymadı. Öncelikle Allah'ın lütfü keremi, sonra milletin basireti ve nihayet Başkan Erdoğan'ın dirayeti sayesinde, FETÖ çıktığı bu ihanet yolculuğunda tepetaklak uçurumdan aşağı yuvarlandı. FETÖ uçuruma yuvarlanmasına yuvarlandı fakat geride ciddi bir hesap bıraktı.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar açıkladı. Son iki üç yıl içinde ordudan 150'si general ve amiral olmak üzere, 15 bin 153 personel ihraç edildi. Yani küçük çaplı bir Avrupa ülkesi ordusuna denk bir rakam... Düşman bir ülkeyle savaşa girmiş olsaydık belki de bu kadar yetişmiş personeli kaybetmezdik. Başka şeyler bir yana sadece bu rakam bile FETÖ denilen şu belanın, ülkemize verdiği zararı anlatmaya yeter de artar bile...
***
Değişen sadece bir vali mi,yoksa zihniyet mi?
Azizoğlu'nun ardından...
Siyasetin kendi içinde, yönetici atama tercihleri vardır elbette... İyi bir vali için Dahiliye Vekilimiz Sayın Soylu'nun kriteri nelerdir bilemem...İlla ki artısı ve eksisi ile doğacak sorunları kendisi üstlenecektir. Şurası muhakkak ki Sayın Soylu, terörle mücadelede hakikaten on numara bir performans sergilemektedir, hani hakkını da yemeyelim.
Gelelim bizim Vali'mize, yani Seyfettin Azizoğlu'na... Bazıları O'nu sözüm meclisten dışarı biraz hatta tam söyleyelim, "sert" bulurlardı. Elinde karanfiller güller dolaşmazdı, kimseye mavi boncuk da dağıtmazdı. Yasalar neyi emrediyorsa, hukuk neyi öngörüyorsa onu uygulardı. Ceberut bir vali değildi, hadi hoşunuza gidecekse söyleyelim, çok da sosyal biri olmadı. Lakin Seyfettin Bey, tam da ihtiyacımız olan bir devlet adamı, sorumluluk sahibi bir vali ve en önemlisi de vicdan ehli bir insandı.
"Makamlar, kişiye miras değildir" demiş eskiler... Eyvallah, tam da öyle olması gerekir zaten. Erzurum valisi değişti. Seyfettin Azizoğlu, devletin ali katlarının iradesi ile ne yazık ki "kızağa" çekildi. Devlet diliyle, ya da kibar-ı kelam ile istirahata alındı. Akif'in, "Gelenin keyfi için geçmişime sövemem" düsturu içinde biz de Seyfettin Bey'in arkasından teneke çalak değiliz.
İlla da çık şahitlik et derlerse, ifademizi peşinen sunuyoruz o halde:
"Seyfettin Bey; vicdan ehli bir insandı, iyi bir devlet adamıydı, dürüsttü namusluydu, belki tribünlere oynamayı beceremedi, ama sahada on numaraydı.Sizin vali'den anladığınız nedir bilemem, ama bu ülkenin asırlardır süre giden geleneğine göre de iyi bir vali'ydi.