Gölgesi kadîm zamanlardan üstümüze düşen şehir, şimdi tam hatıralarda anlatıldığı gibi... Beyaza bürünmüş ve beyaz bir nokta gibi şimdi evrende... Gölgesinden sözettik; kendini bir yana bırakarak... Zira, tabiat ve daha çok insan eli, yoketmiş onu yıllardır. Yoketmeye de devam ediyor. Bize kalan ise belki bir gölge sadece...
Bir çığlık bu şehirde kar... Adeta şehrin varlığının, her şeye; bu yıkıma, bu kıyıma rağmen devam ettiğini gösteren bir çığlık... Kümbetlerini, geçmişin izlerini günümüze taşıyan bu asırdîde eserleri bile, şehri tanzim ediyoruz, ona yeni bir veçhe kazandırıyoruz diye, bir gecede yıkan insanlar geçmiş; çığlığı kar olmaya devam eden bu şehirden... Son yıllarda kar, geçmişe göre her ne kadar azalsa da, bazen işte böyle birden geliyor ve kendini hatırlatıyor.
Nice devranların sürüldüğü, nice kervanların yürüdüğü, uğruna nice kavgaların verildiği bu kadîm şehir, adına karla kayıt düşülen istisnaî mekânlardan biri... Beyazlığın bir ışık topuna dönüşüp, ona aşina yürekleri aydınlatması ve bu aydınlığın şair ruhlarda birer şiir olarak ses vermesi, kar yağan her yerde rastlanabilecek bir durum değildir. Kendi şehrimiz olduğu, kavgamızın, sevdamızın, acımızın şehri olduğu için yazmıyoruz bunları elbette... Bu şehirden geçen âşık yürekler, sırtını Palandöken’e vermiş, gözlerini bir kartal gibi ovaya dikmiş, ilham kudreti gerçekten büyük olan bu şehre, gönül dünyalarından birkaç mısra bırakmadan geçip gitmezler. Gün geçtikçe çirkinleştirsek de, yine ruhunun ayakta kalmış yanlarının incineceğini bilirler inceliğin meftunları... Çünkü, yaşadıkça anlaşılan ve yaşandıkça kavranılan bu “kadîm” şehir, öylesine geçilip gidilecek ve adı bir daha hatırlanmayacak, sıradan bir konak yeri değildir. Kendisini seveni ve unutmayanı, o da sever ve unutmaz hiçbir zaman... Ve kendisinden bir parçayı, mutlaka katar toprağına basanın anıları arasına...
Yeri gelmişken, bu şehirden geçen birinin, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, bu şehre ilim okutmaya gelen öğrencisi Mehmet Kaplan’a yazdığı birkaç cümleyi buraya almadan geçmeyelim:
Anadolu’da ve bilhassa Erzurum’da göreceğin iki şey vardır. Evvelâ bizim şark olduğumuz, sonra da şarkın yıkılmış olduğunu gördüğüne eminim. Mecnun’suz, Leyla’sız, Ferhad’sız ve Şirin’siz bir şark. (Yani bütün âşıklarını kaybetmiş, görkemli güzelliğini mazinin saklayıcı ve hatırlardan uzak tutucu kanatları altına gömmüş, öksüz, yetim ve hâlâ öyle yıkık, hâlâ öyle virane... Sokaklarında dolaşırken; evlerin; kimi çökmüş, kimi ise çökmeye doğru giden evlerin yürek delici bakışlarının ruhunuza kazıdığı iz; yılların ihmalini simgelemekte adeta…İ.B) Fıkaralığın devam ettiği, onun neticesi bir uzaklığın  beslediği bazı mevziî hususiyetler. Ve sonra yamalar, yamalar... garplı yamalar. Fakat insanlar hoşuna gidecek. Çok munis, acaip surette mağrur, hizmete âmâde, fakat karşı tarafı da takip etmekten hiç vazgeçmeyen ve en ufak bir falsoya derhal cevap veren insanlar. Lisede iken talebemi her lâhza kendi ruh halimin kalıbına dökülür görürdüm. Gayet sıhhatli şekilde beni keşfederlerdi. Hiçbir iyi niyetimi, hiçbir kaçışımı ve ihanetimi onlardan gizleyemedim. ( Ne yazık ki, bütün iyi niyetine ve hizmete âmâde oluşuna karşılık, çokça ihanete uğradığı da acı bir gerçektir bu şehrin. İ.B) Kar yağdı mı? Erzurum’un asıl belediye reisi ve belediye teşkilâtı kıştır. O etrafı temizler, güzelleştirir. Hele ayaz olursa, karlı havalarda mehtap sefasının güzel olduğunu unutma. Sonra dağ var tabii. Benim gibi denize âşık insanın ağzına yakışmaz ama, hakikat bu.” ( Tanpınar’ın Mektupları, s.201)
İşte Tanpınar’ın; “Beş Şehir”e bizi de kattığı için, her geçen zamanda daha da minnetle, şükranla yâdetmemiz gereken o büyük yazarın cümlelerinde önemle yereden, “beyazın nam saldığı, çilenin buram buram tuttuğu bir diyarın” kayak sporuna mekân olan Palandöken; yücelerde bir şehir olan Erzurum’un adını, 2011 yılında 27 Ocak6 Şubat  tarihleri arasında 25.si yapılan Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları sebebiyle her yere duyursa bile; bizden yıllar sonra bu işe girişenlerin kat ettikleri mesafeye bakınca, hak ettiği yerde olduğunu söylemek zor.
Bu kısa hatırlatmadan sonra şunu söyleyelim ki; ne zaman ve hangi mevsimde seyrederseniz seyredin, bize göre şehir; karlı ve hafif puslu bir havadaki kadar güzel değildir hiçbir zaman... Şairin dediği gibi; “ Ovaya sis değil mücahit ruhlar / Çöküyor Erzurum tabyalarından.
Kale, Lalapaşa Camii, Çifte Minare, Yakutiye Medresesi, “hafif puslu ve karlı” bir Erzurum gecesinde tarifi imkânsız bir manzara oluşturur görmesini bilenler için... Birbirinin
kopyası o betonarme yapıları bu manzaranın dışında tutmak gerektiğini bilmem hatırlatmaya gerek var mı?
Kar seslerinin birer musiki halinde şehre indiği saatlerde hele de insanı dinlendiren bir sessizlik hâkimse sokaklara, caddelere... Şehir tam ona yakışan bir şekildedir ve sükûnun nabzını tutmaktadır sanki... Böyle havalar, tabii ki, özgürlüğe pusu atar bir yandan da... Yollar kapanır, geçmiş dillere dolanır. Ve hatıralar bir bir boy verir karın içinden...
Kar; şehrin koskoca gövdesine, dağına, ovasına rengini vererek onu beyaza boyarken, gecenin bir yarısı onu seyredenin, bu görüntü karşısında haşyete kapılmaması, irkilmemesi mümkün mü? Gerek güzelliğinin ve gerekse sonsuzluğu çağrıştıran uzayıp giden aklığının, beşerin ruhunda meydana getirdiği etki için daha ne kadar çok şey yazılabileceğinin çoklarınca malum olduğu bir gerçek... Ne var ki, biz sözü daha fazla uzatmadan, bu şehirden alınan ilhamla yazılmış “Emrah Gibi” adlı şiirle sizleri baş başa bırakalım:
                Dün gece uğradım gönül evine
                Dedim yalnız mısın, söyledi: Yoh ...Yoh.
                Düşenler sevdanın hâr alevine
                Dedim kurtulur mu, söyledi: Yoh ... Yoh.
 
                Dedim gözündeki, dedi yaşındır.
                Dedim dertten derde, dedi başındır.
                Dedim bu kırk nedir, dedi yaşındır;
                Dedim kaç yıl daha, söyledi: Yoh ...Yoh.             
 
                Dedim benim bahtım, dedi yollarda.
                Dedim güler miyim, dedi mezarda.
                Dedim bu kışın mı, dedi baharda;
                Dedim acıyanlar, söyledi: Yoh...Yoh.
 
                Dedim (Erzurum) ne, dedi gurbettir,
                Dedim işin gücün, dedi hasrettir.
                Dedim bir (Nazif) var, dedi bir derttir;
                Dedim tükenir mi, söyledi: Yoh... Yoh.
               
                Nazif Ben (Erzurum Halkevi Kültür Dergisi, Yıl 1, 15 Birincikânun(Aralık) 1944, sayı 4-5)
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.