Şehrin sorunlarını çözmek için gayret gösteren yöneticilerden bahseden bir dostum dedi ki:

"Yerel yöneticilerimizin birçoğu kendilerini halka hizmet için adamış durumdalar, gece gündüz demeden çalışıp çabalıyorlar. Ah bir de ekiplerini, kadrolarını iyi seçseler, yakın çevrelerine dikkat etseler."

“Kendisi iyi de çevresi kötü” tarifi tanıdık geldi bana. Gıybet sınırlarına taşma eğilimindeki sohbeti bu mecradan çıkarmak için dedim ki:

“ Evet, söylediklerinde haklı olabilirsin. Ama sözünü ettiğin ekip ve yakın çevreye vebali yükleyip kenara çekilmek olmaz. Kamuoyu ve medyanın da yöneticilere objektif eleştiri ve ikaz ile destek olması, gerektiğinde başarıları cömertçe alkışlaması icap eder.”

Dikkatle dinlediğini görünce ekledim: “Yakın çevreleri ve hepimiz yönetici dostlarımıza doğruları nezaketle, cesaretle haykırabilmeliyiz. Onları gıyaplarında eleştirmeden, küçük hatalarına büyüteç tutmadan yüzlerine gerçekleri söylemeliyiz. Dost, dostun gıyabında gönüllü, dirayetli avukatı olmalı; yüz yüze iken gerekirse adil bir savcı gibi davranmalı. Makam mevki sahiplerini yüzüne karşı methüsena şahsiyet zaafıdır! Velhasıl, aziz dostum gel biz ‘Zât-ı Şahaneye ve vezirlerine zaman öldüren hikâyeler anlatan’ kişilerin durumuna düşmeyelim. Kıymet verdiğimiz makam sahiplerinin entelektüel akrabası olalım, onlara ufuk açan fikirler verelim. Yöneticilerin yakın çalışma arkadaşlarına, ekiplerine, çevrelerine gelince...Elbette onlar da liyakatli, dürüst, namuslu, çalışkan kişilerden seçilmeli. Çevresi kirli olanın kendisi nasıl tertemiz olabilir ki?”

Dostum, "zaman öldüren hikâyeler" dedin, anlatsan da dinlesek, dedi. Hatırımda kaldığı kadarıyla anlattım:

Sultan Abdülaziz Han'ın Avrupa seyahatinde Londra Belediyesinin Padişah ve beraberindekiler şerefine verdiği ziyafet-balodan sonra, heyette bulunan Ömer Faiz Efendi'nin meşhur Ruzname ‘sine şöyle yazmış:

Osmanlı Heyeti azasının sağ tarafına libasları, çehreleri ve endamları kadar fevkalâde asil birer İngiliz kızı, sol taraflarına kibarlık ve asaleti her hallerinde âyan olan birer delikanlı mevki almışlardı.

Fuat Paşa, içimizde lisan bilenlere, birer münasip surette sohbet etmemizi tavsiye etmişti.

Kolumdaki harikulâde güzel, sarışın, her hali ile cazibedar genç kız bana maiyet-i şahanedeki vazifemi sordu.

İstanbul’un belediye reisi, onların tabiri ile "Lord Mayor" olduğumu söylersem inanmayacaktı.

Kendime en lâyık ve en sahih vazifeyi o anda buldum:

"Ben Zât-ı Şahaneye ve vezirlerine hikâye anlatırım," dedim.

" Ne anlatırsınız?" diye sormadı.

Sorsa idi, diyecektim ki:

"Zaman öldüren hikâyeler... Bizler anlata anlata, onlar dinleye dinleye bu hâle geldik."

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.