Birkaç yıl önceydi.
İki kız kardeşim ile birlikte Asri Mezarlık’a gitmiş, babamızın mezarını ziyaret etmiştik.
Dönüş sırasında karşımda duran Topdağı’nı işaret ederek, “sizi tabyalara götüreyim mi” diye sormuş, “olur”cevabı almıştım.
Çok sevinmişlerdi.
***
Tabya dediğiniz yer öyle çok da uzakta değil, hani bağırsanız sesiniz gider.
Bacılarımın tabyalara gittiklerini zannediyordum.
Meğer ikisi de o güne kadar tabyaların bulunduğu Topdağı’na hiç çıkmamış.
Ne ayıp şey!
Öğrendiğimde, hayli etkilenmiş ve üzülmüştüm.
***
Bir insan her tarafı tarih kokan bu şehirde, tarihle içiçe yaşayacak ama tarihinden de habersiz olacaktı.
Olabilir miydi?
Hayrete gerek yok, olabiliyormuş demek ki.
Bu, ayıbın da ötesinde bişeydi ya, neyse!
***
Aslında bu ayıbı işleyen, tarihinden bihaber olan binlerce insan var şu şehirde.
İstanbul’da yaşayıp, denizi görmemek neyse, Erzurum’da yaşayıp, Aziziye ve Mecidiye’yi görmemek de aynı şey gibi.
***
Erzurum’un çevresinde irili-ufaklı 21 tabya bulunuyor.
Aziziye ve Mecidiye bunlardan sadece ikisi, ama en çok bilinenleri.
Erzurum savunmasında önemli yere sahip bu tabyalarda Ruslarla göğüs göğüse kanlı mücadelelerin yapıldığını tarih yazar.
***
İşte o mücadelelerden birisi de 8-9 Kasım 1877 tarihinde yaşanıyor.
***
Kısaca özetlemek gerekirse…
Ermeniler’in de yardımıyla Rus askerleri, Aziziye Tabyası’nı 8 Kasım’ı 9 Kasım’a bağlayan gece sinsi bir baskınla ele geçirir.
Aziziye’deki askerlerimizin (biri hariç) tamamı şehit edilir.
(Tabyanın duvarındaki kan izi, tarihi bir vesika gibi halâ orada durmaktadır.)
Haberi az ötede bulunan Mecidiye Tabyası’na yaralı şekilde ulaşan bir Mehmetçik haber verir.
***
Bu haber, şehre ulaştırılır.
Gece mahelle aralarına salınan davulcular, halkı “Aziziye düşmüş, Rus askerleri tabyaları ele geçirmiş” diyerek haberdar eder.
***
Gecenin karanlığında ayaklanan halk, savaş için hazırlık yapmaya başlar.
Hazırlık dediğiniz de sapından kuvvetlice kavranan ya bir baltadır, ya satır, ya da benzeri şeyler.
***
Ayazpaşa Camii’nden bir ezan yükselir sabah namazında…
Öyler bir ezandır ki, dağ, taş o ezanın sesiyle inler adeta.
Ezanı okuyan Hafız Osman Bedrettin’dir.
İhlasla sarsılmaz bir iman aşkıyla okunan ezan, yankı bulur Erzurum’un dağında, taşında, mahallesinde.
***
Herkes galeyana gelmiştir.
Önce sabah namazı kılınır Ayazpaşa’da ve diğer camilerde…
Sonrası bellidir.
Allah Allah nidaları ile yazılan bir destan.
Kan’dır mürekkebi o destanın.
Kalemi de balta’dır, satır’dır, taş’dır, sopa’dır.
***
Düşünüyorum da.
Ateşli her türlü silaha taş ile sopa ile karşılık vermek!
Akıl kârı mıdır?
Değildir billahi.
Ama köpürmüş, sel olmuş…
Dolayısıyla dağlara da baş eğmemiştir dadaş.
***
İsmail Habip Sevük, Yurttan Yazılar adlı eserinde, o günü şu anlamlı sözleriyle ne de güzel anlatıyor:
“Şark tarafında ne vakit bir harp patlarsa, devlet hemen bağırırdı:
AMAN KAHRAMAN ERZURUM!
Amana, zamana yüzum yok. Madem ki, kahramandır. Balını yapan arı gibi, o da kahramanlığını yapacak.”
***
Evet, yapmıştır.
Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zamanında halkının kanıyla, canıyla yazdığı böylesine muhteşem bir destana rastlanmaz.
O destan sadece Erzurum’a, dadaş’a özgüdür.
***
O destanı yazanlar, yıllar yıllar sonra ilk defa Vali Ahmet Altıparmak’ın çaba ve gayretiyle anılacak.
***
Tam 146 yıllık bir destanı yeniden yaşamak ve yaşatmak…
Tek kelimeyle: Müthiş!
***
Bunun için hazırlıklara başlanılmış.
9 Kasım sabahı iki üç koldan Aziziye ve Mecidiye’ye yürünecek.
Tabloyu gözümün önüne getiriyor ve şimdiden heyecanlanıyorum.
***
Böyle bir tabloyu yaşatacak olan Vali Bey’e, zaman zaman gecenin bir yarısında tabyalara çıkan ve oradaki şehit uğultularını duymaya çalışan bir Erzurumlu olarak çok teşekkür ediyorum.
***
Sayın Altıparmak’daki o hassasiyet ve güzel duygu etkileyici.
Bize düşen…
O cümbüş vaktinde biraraya gelmek.
Derim ki, 9 Kasım sabahı Ayazpaşa Camii’nden verilse start…
Protokol de orada hazır bulunsa.
Ve bir başka Hafız Osman çıksa şerefeye “Allahuekber” dese mesela…
Benimki sadece bir temenni.
Bilmem olur mu acaba?