Başbakan Erdoğan’ın grup toplantısında yaptığı konuşmada: “ Dindar bir nesil yetiştirmek istiyoruz ” sözü basında oldukça geniş yankı buldu. “İrtica Türkiye’nin en öncelikli meselesidir” anlayışı Milli Güvenlik Kurulu belgelerinde yer aldığı yıllarda “mütedeyyin vatandaşların” irtica anlayışının içerisinde yer almadığı ve bu anlayışın dışında oldukları vurgulanırdı.
Atatürk birçok nutuklarında “dindar” sözünü kullanmıştır. O, şöyle diyordu: “Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Bizim dinimiz en makul, en tabii bir dindir. Ve bundan dolayı son din olmuştur.”
Yine O, bir başka nutkunda şöyle diyordu: “ Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden yıpratan kötülükler hep din kılığı altında küfür ve alçaklıktan gelmiştir. Onlar her hayırlı davranışı dinle karşılarlar, hâlbuki hamdolsun hepimiz Müslüman’ız, hepimiz dindarız, artık bizim dinin gereklerini, dinin yasaklarını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile bizim dinimizin esaslarını anlatmaya kâfidir… Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, milletin yararına, İslamlığın yararına uygunsa, hiç kimseye sormayın, o şey dindir. Eğer bizim dinimiz akla, mantığa uygun bir din olmasaydı, kusursuz olmazdı, dinlerin sonuncusu olmazdı.”
Atatürk’ün milletimiz daha dindar olmalıdır isteğiyle Başbakan Erdoğan’ın dindar nesil yetiştirme isteği örtüşmektedir. Her ikisi de ahlaki değerleri özümsemiş bir dindarlık istemektedir.
İnsanlık tarihinde gerek bizde gerek bizim dışımızdaki dünyada din, mezhep adına yapılan savaşlara tanık olduk. Haçlı seferleri ve Hıristiyan dünyanın kendi arasındaki mezhep çatışmaları buna örnektir.
İslam Tarihlerinde, Cemel ve Sıffin Savaşı’ndaki ölen insan sayısı 40.000’leri bulduğu rivayet edilir. Dört Halife’den üçünün ne biçim şehit edildiklerinin acı sonuçlarını biliyoruz. Osmanlı en büyük askeri gücünü zaman zaman mezhep çatışması uğruna Doğu sınırlarındaki Türk cihan şahlarıyla, beyleriyle, emirleriyle yapmıştır. Gücünü büyük bir kısmını Doğu’da tüketmiştir.
İnsanlık tarihinin son yüzyılında ideolojiler kendini, bir din kılığı altında gösterdi. Hıristiyanlıktaki “KURTULUŞ” inancı ideolojilerin fikri dayanağını oluşturdu.
Batı’da ideolojiler Hz İsa’nın ad değiştirilmiş adıdır. İsa Mesih’i bekleyen Hıristiyan dünyanın bir kısmı laikleşince, İsa’nın yerine kurtarıcı olarak ideolojilerini koydular.
İdeolojiyi, kendi üzerine kapalı, içten yanlışlanamayan ve doğrularını kendi içinde bulan bir açıklama sistemi olarak niteler Karl Popper. Yine ona göre ideolojiler, yanlışları kendi içinde değil, kendi dışında bulan sistemdir. Kapalı ve donuk yapısıyla ‘ezber’ yoluyla öğrenilir. Düşünme, eleştirme ve tartışma yerine ‘ezberle’ ve itaat et’ fikri dayatılır. Yanlışlanamadıkları için militanlaşmak ve militan yetiştirmek zorundadır. Doğmalardan oluşur. Bu doğmalara karşı çıkanlara hain ve sapkın damgası vurulur. Nermi Uygur’un ifadesiyle “izm”ler kendi içinde dogmatizmi taşır.
Devrim gelecek dertler bitecek, yaşasın kapitalizm, yaşasın sosyalizm, yaşasın liberalizm, yaşasın faşizm gibi anlayışlar ‘kurtuluş’ reçeteleriydi. Bunlar Yeryüzü cenneti kurma idealiydi. Tarih bize, cennet adına yola çıkanların sonunda nasıl cehenneme ulaşıldığını gösterdi.
İslam dünyası son yüzyılda Batı’nın kurtarıcı ideolojilerine karşı koyacak felsefi ve metafizik fikri alt yapı yeterince olmadığı için “İslam” sözünü din olmaktan daha çok ideoloji biçiminde anlamlandırdı. Çünkü İslam dünyasının ürettiği bir kurtuluş reçetesi yoktu.
“İslam” sözünün tek başına yetmediği görülünce bizim aydınlarımızın bir kısmı, Arap aydınlarının bir kısmı ve özellikle Arap devlet adamları “İslam sosyalizmi”, “İslam liberalizmi” ya da “İslam kapitalizmi” gibi adlandırmalara gittiler. Onlar da yeryüzü cennetini kuramamış, yeryüzü cehennemini oluşturmuşlardı.
Hıristiyan ilahiyat anlayışının etkisinde kalarak, Şii İslam, imanın şartlarından sonuncusu olarak İmamlara bağlılığı esas aldı. 12 imamın 12’ncisini göğe yükseltti. 12.nci imamı ‘kurtarıcı’( mehdi-i muntazır) olarak beklemekte.
Sünni İslam ise, hem Hıristiyanlığın hem de Şii İslam’ın etkisinde kalarak her ikisini de ‘kurtarıcı’ olarak bekler oldu.
İslam dünyasındaki siyasal İslamcılar, İslam’ı siyasallaştırarak din olmaktan çıkardılar ve ideoloji kalıbına soktular. Oysa klasik İslam bilginleri dini şöyle tanımlarlar: “Din, akıl sahiplerinin kendi ihtiyarıyla ( özgür seçimleriyle)bizatihi hayır olan şeye (özü gereği iyi olana) götüren ilahi bir yoldur ve Tanrı Elçileri’nin vahye dayalı tebliğidir. Genel din, tek Tanrı’ya doğrudan bağlılık bilincidir. Özel din ise, bir Tanrı Elçisi’ne uymak suretiyle tek Tanrı’ya bağlılık bilincini ihtiva eder.”
Dinin ideolojileştirilmesi şu demektir: Her ideolojinin bir ideologu vardır. Dinin ideologu da Tanrı’dır. Evren’in sahibi Tanrı, Yaratıcı olmaktan çıkarılarak ideoloji sahibi yapılmıştır. Hz. Muhammed de Tanrı’nın kulu ve elçisi olmaktan çıkarılarak bu ideolojinin yayıcısı kılınmıştır.
Bu anlayışla, insanın elinden tüm sorumluluklarını aldık. Bir ideoloji ya da birisi gelerek bizi ‘kurtaracak’ inancını sahih sandık. Bu bir akıl tutulmasıydı. Çelişkilerimizi de hiç fark etmedik. Oysa İslam gelmiş, tamamlanmış bir dindi. Bize düşen dindar yaşamak ve en temelde ahlaklı olmaktır. Sorumluluk sahibi olmaktır. İnsan olmanın onurunu bütün kalbimizle hissederek yaşamaktır.
Bizim aydınlarımızın bir kısmı da Batı düşüncesinden etkilenerek sizin “izm”leriniz varsa bizim de “Kemalizm’imiz” var dediler.
Oysa Kemalizm’i ideolojileştiren zihniyetin aksine Atatürk şunları söylüyordu: “Ben manevi miras olarak hiçbir nas-ı katı, hiçbir doğma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış düstur bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Zaman süratle dönüyor… Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirildiğini iddia etmek, aklın ve ilmin inkişafını inkâr etmek olur… Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.”
Batı’nı son yüzyıl tarihi; Komünizm, Faşizm, Nazizm, Liberalizm ve Demokrasizm gibi kurtuluş reçetesi adına gerek kendi ne gerekse kendi dışındaki dünyaya yaptığı akıl alamaz işgal ve soykırımların tarihidir. İdeolojilerin her türlü sıkıntısını gören Batı, çoğulculuğu benimseyerek Avrupa Birliğini kurdu.
İslam’ı ideolojileştirmeden, Allah’ın halis dini olduğuna inanarak, dindarlığımızı muhafaza edelim. Atatürk’ü daha iyi anlayarak onu bir ideolog yapmayalım. Onu bir devlet kurucusu olarak kabul edelim.
İslam’ı siyasal İslam adı altında ideolojileştirerek terör batağına çekenleri kınayalım. Hem her yerde terörün dini, milleti ve mezhebi olmaz, terör terördür diyelim. 11 Eylül saldırılarından sonra tüm dünyaya ve özellikle de Batı dünyasına: İslam, ‘terörle özdeş kılınamaz’ sözümüzü sıkça tekrar edelim.
Tahrir Meydanı’nda, temeli sağlam kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin yolu ve amacı sizin için bir tecrübe olabilir düşüncemizi, Mısırlı kardeşlerimize çekinmeden göksümüzü gere gere anlatalım.
Cemil Meriç’in belirttiği gibi “Nezleye yakalanır gibi, ideolojilere yakalanıyoruz” hastalığından neslimizi uzak tutalım. Türkiye’mizi ideolojilerle kirlenmiş aydın olmaktan daha çok ideolog olan orta kuşak neslin elinden kurtaralım. Vesselam.