“10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” öylemi?
Neden “Gazeteciler Günü” değil de, “Çalışan Gazeteciler Günü?”
Kısa bir anımsatma ile hikâye şöyle efendim;
10 Ocak 1961’de resmi gazetede yayımlanan bir kanun ile basın çalışanlarının bazı hakları yasal güvenceye kavuşuyor ama Babıali’nin 9 patronu bunu okuyucularını şaşkına çeviren bir ortak bildiri ile ''gazetemizi üç gün kapatıyoruz'' duyurusunu yapıyorlar.
Bildiriye imza atan 9 patronun sahibi oldukları gazeteler mi? Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah...
Tabii bu durum karşısında çalışanlar da bir araya gelip ''basın'' adlı bir gazete yayınlanmasına karar veriyorlar ve bu karşılıklı tepkiler 3 gün sürüyor.
Sonrasında, 14 Ocak 1961'de boykot sona ererken, üç günde yaşanan olaylar, Türk basın tarihinde yerini alıyor. Böylece "Basın Gazetesi" çıkartan gazetecilerin bu eylemiyle "Çalışan Gazeteciler Bayramı”nın da temeli atılıyor. Ancak 12 Mart 1971 askeri darbeden sonra bu haklardan da bir kısmının geri alınmasıyla geriye “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” kalıyor.
Peki, aradan geçen 55 yılda ne değişmiş?
1973-2002-2003 tarihlerinde ilgili kanunun bazı maddelerinde değişiklikler yapılmış ama gazeteciler lehine bir kazanım olduğu pek söylenemez.
212 sayılı yasa ile çalışanların oranı bugün yüzde kaç?
Gazetecilerin çalışma hayatı yine patronların ya da çalıştığı ilgili kamu kuruluşlarının siyasi iradesi ve başında bulunanların iki dudağı arasında…
Kimler dürüst gazetecilik yaptığında uzun süre hizmet verdiği gazete ya da kurumda barındırılıyor, kimler içerde, kimler dışarıda, kimler kapının önünde?
Sahi, bir zamanlar uçak biletlerinde bile hamiline yüzde 50 indirim yapılan Sarı Basın Kartları’nı şimdi kim tanıyor?
Her yıl ebatları ve üzerindeki yazı puntoları değişiyor, şimdilerde ise mesleğe farklı dallardan dahil edilen çalışanlara bu kartlar verileceği karara bağlandı.
Sektörün yeni istihdam alanı olan internet medyası ise 212 bir yana hala herhangi bir yasal zemine bile sahip değil, tıpkı kafasına göre takılan radyo televizyonlar gibi. Kimse bana RTÜK’ün bu anlamda görev yaptığı safsatasını iddia etmesin!
Günümüz radyo ve televizyonların ekseri çoğunluğunda habercilik hak getire.
Haber tevzi müesseseleri kamu ya da özelde iş çığırından çıkmış, çalışanlarını da ona göre muhakeme edebiliriz…
Üyesi bulunduğum Cemiyet Başkanı Feridun Hoca, gece telefonla, 10 Ocak’ta çıkmayı düşündükleri gazete için yazı istediğinde bir an duraksamış, ertesi gün cevap verebileceğimi söylemiştim.
Çünkü meslek öyle bir halde ki, yaz bir türlü yazma bir türlü…
En iyisi bu hikâye ile yola çıkayım dedim fazla kırmadan dökmeden…
2003 tarihinde, çok ciddi emek verdiğim, bazı iletişim fakültelerinde da kaynak kitap olarak önerilen “Medya Gerçeği ve Haberciler” çalışmamda yazılı ve görsel medya üzerine naçizane hayli araştırma yapmıştım.
Aradan 13 yıl geçti, başta teknoloji olmak üzere sistem, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal anlamda o kadar hızlı değişti ki sektörün başı döndü benim yaptığım çalışmanın şimdi kat kat daha fazla analizi yapılması gerekiyor.
“Ulusal basın” deniliyor…
Her zaman iddia ettim şimdi de altını çiziyorum; Bu ifade yanlışşş…
Kelimenin dar anlamıyla, TRT ve AA bu kavramın içerisine girer.
Gerçi günümüzde başta belediyeler ve bazı kamu kuruluşlarının servis ettikleri ve bizlerin de sadece bir zahmet kopyalayıp yapıştırarak habercilik yaptığımıza mecbur bırakıldığımız aslında kendimizi aldattığımız habercilik anlayışı ile değerlendirirsek, “yerel” ve “yaygın” medya hepsi bu kategoriye dahil edilebilir.
Ancak habercilik, yazılı, sözlü ve görüntülü anlatı, bugünkü tabiriyle olması gereken MEDYA evrenseldir.
Doğrusu; Yaygın Basın ya da Yaygın Medya, Yerel Basın veya Yerel Medya…
Konuya bu iki açıdan yaklaşılmalı ve çalışanları da gerek sendikal haklar gerekse iş kanunu çerçevesinde buna göre değerlendirilerek gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Eskiden yerel basında, yani il ve büyük ilçelerde çok sayıda gazete vardı. İşini gereği gibi yapan, hakkını veren mevkuteleri saygı ile anarken, çoğunluğu için bu ifadeyi kullanamayacağım. Çünkü bu gazetelerin çoğunluğunun sigorta primleri, basın kartları hakları eş, çocuk ve akraba üzerine gösteriliyordu. Ve devlet de bunu yıllarca es geçti.
Resmi ilan getirisi dönemin şartlarına göre iştah kabartınca önüne gelen verdiği bir dilekçe ile gazete kurdu başladı işine gelmediklerine veryansın etmeye.
Baktılar ki bu iş böyle olmayacak, var olan ancak o tarihe kadar pek işlemeyen bu gazeteler denetim mekanizmasıyla kontrol altına alınmaya. Öyle de oldu. Üçer beşer gazete bir araya getirildi, sahipleri de iyi fiyatlara aradan çekildiler.
Sonuç?
Ne ben söyleyeyim ne siz okuyun.
Şimdi aynı durum internet haber sitelerinde söz konusu.
Henüz resmi ilan yok ama, AK Parti iktidarı döneminde özellikle belediyelerden 3-4 ayda bir verilen (ortalama 500 TL) tanıtım geliriyle iş iştah kabartıyor.
Arkadaş üç beş kuruşa bir isim hakkı alıyor, 100-250 TL’ye de bir web sitesi kurduruyor, bazıları kerhen bir ajansa abone oluyor, olmayanlar da sağdan soldan çaldıkları haber ve fotoğraflarla (ayda bir de güncellese yeter sayfasını) oluyor gazeteci ve dayanıyor Büyükşehir Belediye Basın Bürosu’nda garibim Şeref veya diğerlerinin kapısına.
Eee bir iki tane de sözüm ona köşe yazmış ya... O artık gazetecidir, köşeyi dönmek üzeredir. Toplantılarda başköşeye oturur. Ses tonundaki ukalalık ve sorduğu soruda hemen notunu verirsiniz.
Muhatabı “sayın başkan” genelde farkında değildir… Hazirundaki herkesi de öyle değerlendirir.
Bu tipler toplantıdan sonra çıkar, başkan ya da vekilin koluna girerek bir de selfie çekerek hemen hesabından da paylaşımda bulunur.
Al sana gazeteci!..
Bu gastecilerin bir kısmı da sahada hiç değildir, bir şekilde radyo, internet sitesi veya gazete sahibi olmuştur…
Hayatta eline fotoğraf makinesi almamış, bir kez kamera arkasına geçmemiş, ışıktan, kadrajdan, pozometrelerden, açıdan, montajdan bihaber, görüntü uzmanıdır, haber fotoğrafta anı en iyi yakalayandır…
Ekibi sürekli haber malzemesi çalar, birkaç hatırı sayılır ismi de köşe yazarı olarak gazete ya da internet sayfasına dahil edip aslında kullanıp, oturduğu yerden ahkam keser ve başlar başta belediyeler olmak üzere konudan bihaberleri söğüşlemeye…
Türkiye’de belli bir grubun ifadesi ama;
Nerede basın emekçisi?
Nerede gerçek anlamda çalışan?
Ve var mı bu duruma karışan?
Alan razııı veren razııı…
En iyisi mi ben sadece sahada çalışan, emek verdiği haber malzemesini sayfasında, ekranında görünce teri sevinçle soğuyan meslektaşlarımın
ve
bu olguyla gecesini gündüzüne katarak, yayın organının giderlerini kazanmaya uğraşan, çalışanının hakkını vermeye gayret eden patronların da “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” nü cani gönülden kutlayayım…
Sizlerin de sapla samanı ayırt etmenize karınca kararınca bir ışık tutayım...
Saygılarımla...
Saygılarımla...