Ne zaman kamil anlamda kalkınırız?

Ne zaman ki riyakarlık ve dalkavukluk bu ülkede prim yapmazsa…

Ne zaman ki tıpkı Akif’in dediği gibi “Gelenin keyfi için geçmişe sövmezsek.”

Ne zaman ki ortak paydalarımızı pay haline getirmezsek…

Ne zaman ki tabelalarda yazılan bazı isimlerin aslında gönüllere kazındığını unutmadığımız zaman…

ZOR GÜNLERDEN GEÇİYORUZ

Türkiye, tüm dünyanın olduğu gibi zor bir süreçten geçmektedir, kimimiz işimizi kimimiz aşımızı kaybettik. Lakin millet olarak birlik ve beraberliğimizi muhafaza etmemiz halinde bu karanlık günlerin sabahını göreceğiz inşallah…

BARIŞI DİNAMİTLİYORLAR

Lakin bu ülkede bir yerlerde bazı kimseler kendilerini iktidarın bir cüzü ve mensubu olarak gördüklerinden ha bire toplumsal barışı dinamitlemeyi kendine meşru bir hak olarak görüyor. Ya cami minberinde ya da üniversite kürsüsünde toplumu birbirine tutan ipleri koparmaya, dirliğimizin temellerini dinamitlemeye çalışıyor.

DÜŞMAN ÇOK, DOST AZ

Türkiye aynı anda hakikaten yedi düvele karşı bir mücadele veriyor, lakin kimi aklı evveller sırf hükümete yaranmak için öyle saçma sapan çıkışlar yapıyorlar ki, düşman olsalar ancak topluma bu denli bir zarar verebilir.

İNANDIRICI DEĞİLLER

Bu adamların kahır ekseriyeti dün de Fetullah Gülen denilen ser hain için türlü türlü güzellemeler yapıyordu. Şimdi dümen değiştirdiler dün “hocam” dediklerine şimdi sövüyorlar. Eyvallah; “hocam” dedikleri değil de eleştirdikleri nokta doğru, ama inandırıcı değiller.

BU ÇİRKİN BİR OYUN

Türkiye’nin birliği ve beraberliği adına en çok muhtaç olduğumuz kardeşliğimiz, sanki de son zamanlarda birileri tarafından bilerek ve de planlanarak sabote ediliyor. Ankara’nın bu can yakıcı gidişatı artık görmesi lazım…

***

Hiç kuşku yok ki, tarihin her devrinde eyyamcılar da dalkavuklar da ziyadesiyle vardı. Hatta Osmanlı’da kadrolu “saray soytarıları” asırlarca boy gösterdi.

Onların kıyafetleri bile başkaydı.

Padişah değişse de soytarılık müessesesi hep yaşardı!

Erzurum’un eski belediye başkanlarından Milli Mücadele kahramanı albay Küçük Kazım’ın dediği gibi riyakarlığın menzili yoktu yani…

Batı’da da elbette var, ama eyyamcılık ve dalkavukluk sanki de Şark toplumlarının alamet-i farikalarından biridir.

Hacıyatmaz da denir bu tiplere…

Asla net bir tavırları, oturmuş bir dünya görüşleri, ilkeleri ve umdeleri yoktur.

Güç kimdeyse anında onun eteklerine sarılır ve o güç sahibinin yanında pervane olurlar

Kıblesi şaşmışlardır öbür adları….

Onların belli bir menzili yoktur, istedikleri durakta inerler, istedikleri durakta yeniden binerler.

Yeter ki inip bindikleri duraklarda güce dair bir emare bulunsun.

O kadar çok el etek öpmek için eğilirler ki, nihayetinde iki sünnetleri birbirine kaynar!

Bu tarihi tespit bir kenarda dursun, yazımızdan bağımsız olarak…

Konya Selçuk Üniversitesi Senatosu, üniversite bünyesinde bulunan ve kurulduğu günden beri “Süleyman Demirel Kültür Merkezi” ile aynı durumdaki “İhsan Doğramacı Uygulama Anaokulu”nun isimlerini bir kararla değiştirmiş!

Kültür merkezine “Sultan Alparslan”, okula da “Nasreddin Hoca” isimleri verilmiş.

Ala…

Sultan Alparslan da bizim Nasreddin Hoca da…

Buna rağmen…

Öküzün altında buzağı arayanların itirazlarını duyar gibiyiz:

Ne yani, Sultan Alparslan ve Nasreddin Hoca isimleri münasip ve muvafık değil midir?

Elbette münasiptir, elbette muvafıktır…

Lakin azizim, mesele bu değil ki…

Mesele, bu değişikliğe ihtiyaç hisseden iradenin, Demirel ve Doğramacı adlarına duyduğu alerji ve rahatsızlıktır.

Koskoca üniversitede o kadar fakülte ve merkez var, Sultan Alparslan ve Nasreddin Hoca isimlerini de o merkezlerden birilerine veriniz.

Niye bir değerimizin adını silip diğer değerimizin adını yazıyorsunuz ki…

Çünkü maksat başka!

Tabii ki Doğramacı da çok kıymetli bir büyüğümüzdür. Bu ülkenin yüksek eğitimine verdiği hizmetler, bugün bütün bir milletin yararına dört bir yanda serpilip gelişiyor.

Haklı olarak gurur duyduğumuz Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin kuruluşunda bile İhsan Doğramacı’nın harcı vardır.

Erzurum’daki Bilkent Okulları da doğrudan doğruya İhsan Doğramacı’nın eseridir.

Gelelim Süleyman beye…

Bugün üstünü çizdikleri, kezzap döküp sildikleri o isim var ya, evet işte o isimdir Konya Selçuk Üniversitesi’nin üniversite yapan…

Süleyman Demirel’i siyaseten seversiniz sevmezsiniz, tasvip edersiniz etmezsiniz, bahsi diğer…

Fakat azizim, Süleyman Demirel’in bu ülkeye yaptığı hizmetleri yok sayarsanız, ayıp etmiş olmakla kalmaz vefasızlık da etmiş olursunuz.

Konya Selçuk Üniversitesi, bu kararıyla tam olarak neyi murat etmiştir bilemiyoruz.

Bildiğimiz şudur ki: Bu isim verip isim silme işi eğer birilerinin keyfiliğine bırakılırsa, yarında muhtemeldir ki bugün ki isimleri silecek bir takım aymazlar çıkacaktır.

Bizi millet olarak bir arada tutan değerlerimiz, kültürümüz, tarihimiz, inancımız, edebiyatımız ve müşterek kaderimiz var.

Bunun adı da ortak paydadır.

Şayet ortak paydamızı pay haline getirirsek bindiğimiz dalı kesmiş oluruz ve vakit de kendimize yazık ederiz.

Bir değerimizi başka bir değerimizle yarıştırmak, haydi hafif deyimiyle söyleyecek olursak ihanet olmasa bile derin bir gaflettir.

Erk sahipleri unutmasın ki, bugün bu toplum ancak tıpkı Akif’in dediği gibi “Gelenin keyfi için geçmişe sövmeyenlerin” omuzlarında inkişaf edebilir.

Dalkavukluk, meyvenin içindeki kurt gibidir, günün sonunda barındığı beslendiği o meyveyi çürütür.

İsimleri tabelalardan silmek en kolay olanıdır, marifet ise, gönüllere kazınmaktır.

Demirel ve Doğramacı ya da benzer durumda olan başka isimleri silmek için yarışan o zihniyetin unuttuğu bir gerçek var:

Bırakın gönülleri, tabelalarda dahi bir isimleri yok ki, yarın gelenler de onları silsin…