Ne bileyim elli yaşına kadar uyku tulumu içine girmemiş, sadece adını duymuştum. Günün birinde uyku tulumunda uyumakta nasipte varmış.
Amacımız 5 Temmuz 2003 tarihinde Erzurum Kalkınma Vakfı'nın organize ettiği ve 90 yıl sonra "torunları ecdadını anıyor" adlı etkinlik içerisinde Aralık ayının soğuğunda Allahu Ekber Dağında donarak şehit olan dedelerini anmak ve 3150 rakımlı Kurt Boğazı mevkiinde bulunan şehitlikte geceleyerek o günleri hatırlamaktı. İşte uyku tulumunun hikayesi böyle başlamış oldu.
Temmuzun beşi. Hava sıcaklığı 35 derece. Ancak müthiş bir duygu var içimde... Binlerce gönüllü arabalarına binmiş, 90 yıl önce dedelerinin o zorlu kış şartlarında sırtta palto, ayakta bot, karında ekmek yokken şehit düştükleri Allahu Ekber Dağına gidiyor.
Saat on civarı bir minibüse on arkadaş binmiş, yüzlerce araç kafilesiyle birlikte Tortum'a doğru yola çıkıyoruz.
Saatler ilerliyor, yollar ise uzadıkça uzuyordu. Tortum ilçemizden geçerken fırının önünde durup, yeni çıkan pidelerden almak ve su takviyesi yaparak öğle yemeği olarak yemiş, karnımızı doyurmuştuk.
Oltu'ya doğru ilerlerken termometre 40 dereceyi gösteriyordu. Olsun aracın içinde muhabbet tamdı. Hayaller, acılar, tifo, tifüs... Salgın hastalıklar ve soğuktan donan askerlerin siluetleri gözlerimizin önünden geçiyordu.
O güzelim dağlardan, yaylalardan geçerken çiçeklerin her tonunu görüyor, tabiatın muhteşemliği karşısında bu toprakları bize miras bırakan ecdadımıza rahmet okuyorduk.
Oltu geçilmiş, Kosor boğazına vardığımızda sıcaklı 45 dereceye ulaşmıştı.
Şenkaya'ya doğru yolumuz kıvrılarak yükselmeye başladığında havanın sıcaklığı düşüyordu. Artık eski adı Örtülü olan Şenkaya'daydık.
Çarşılar cıvıl cıvıl... Araçlar hızla kasabanın içinden geçerek dağ yoluna ulaşıyordu.
İşte Allahu Ekber yaylalarındaydık. Bir zamanlar bu yaylalarda onbinlerce büyük ve küçükbaş hayvan sürüleri vardı. Terör nedeniyle azalmış, artık parmakla sayılabilecek seviyeye inmişti. Üzüldük....!
3000 metreye yaklaşıyoruz. Yayla gelincikler denizine dönüşmüş, renk cümbüşü gözlerimize hayat vermişti. Yeşilin tonları, beyaz ve kırmızının dansı albayrağın rengini oluştururken şehitlerin kanlarının rengi bizi 90 yıl öncesine götürdü.
Yol uzuyor, sıcaklık kavurucu etkisini sürdürürken 9.Kolordunun aldığı askeri tedbirler içimizi rahatlatmış, uzaktan kamp yeri görülmüş, çadırlar ve hazırlıklar bizleri mutlu etmişti.
İkindiye doğru kamp alanına park eden minibüsten inmiş, bize verilen çadıra gitmiş, orada uyku tulumuyla tanışmıştık. Eh artık çadırımız ve yerimizde belliydi.
O gün ne olur ne olma diye montumu yanıma almıştım. Herkes kısa kollu gömlekle gelmiş, benim montumu yadırgamıştı.
Binler Allahu Ekber Şehitlerine akıyordu. Çadırlar dolmuş, hatta yer bulamayanlarda dışarıda kalmıştı. Derken Güneş gurup vaktine girdiğinde sıcaklık 5 dereceye düşmüş, soğuk kendini hissettirmeye başlamıştı.
Resmi konuşmalar yapılıyor, konuşulanlar kulaktan kulağa iletiliyordu. Akşam olmuş, vakit namazı için hazırlanmış çadırda imamın tekbiriyle akşam namazları eda edilmişti.
Cağ kebabı için misafirler kuyruğa girmiş, kuyruklar uzadıkça uzamış, hatırımda kaldığı kadarıyla aç kalanlar dahi olmuştu. Neyse ki yaylacılar, panayır yerinde ekmek satmış, bende oradan aldığım ekmekle karnımı doyuranlardan olmuştum.
Yatsıya doğru soğuk şiddetini artırırken montumu giymiş, konuşmaları dinlediğim çadırda epey rahatlamıştım. Birde ne göreyim biri o gün basılan gazeteleri dağıtıyor. Hemen beş adet aldım. Yanımdaki arkadaşlar ne yapacaksın hoca onca gazeteyi? deyince onlara biraz sonra görürsünüz dedim.
Gazete dağıtan çocuk gidince montumun fermuarını açmış, gazeteleri vücuduma sarmış, fermuarı çekmiştim. Arkadaşlarım titrerken bakın gördünüz mü? tedbirsizliğinizi deyip eksi 11 dereceye düşen sıcaklığın Temmuzun gecesinde bizleri iliklerimize kadar üşütmesini hissetmiş, o anlarda 90 yıl öncesine gidip, aç, susuz, çıplak ve kar altında eksi 40 derecede donan askerlerimizi hatırlamıştık.
Yatsı namazının farzını çadırda kılmış, titremeye başlamıştım. Duracak halde değildim. Koşarak çadıra girdim. Uyku tulumu hazırdı. İçine girdim, fermuarı çektim. Titreme devam ediyordum. Belki bir saate ısınabildim. Fakat asıl önemli olan uyku tulumu vefat anında içine konulduğumuz tabut gibiydi. İşte o anda anladım hürriyetin muhteşemliğini. Uyku tulumu dar, hareket edemiyorum, lakin içinden de çıkmak istemiyorum. Tıpkı mevtanın mezara indirilmesine kadar.
Uyumuşum. Gece gördüğüm rüyalar, şehitlerin 25 aralık 1914 yılının acı hatıraları, birbirine sarılmış, derin ve sessiz bir uykuya dalmış Mehmetlerdi. Şafak sökmüş, insanlar mahmur gözlerle uyanmış, birazdan sabah namazını eda edeceklerdi. Askerlerimiz tarafından hazırlanmış tuvalet, çeşme mükemmeldi. Namazlar eda edilmiş, torunlar dedelerine Fatihalar okumuş, 3150 rakımlı Kurt Boğazı'na doğru yürüyüşe başlamıştık.
Binlerce insan doksan yıl sonra Mehmedin izinde, o acımasız gecede donan Mehmetlerin kabirleri başında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yaptırılmış Allahu Ekber şehitliğindeydik.
Hüzün vardı. Göz yaşı vardı. Tarih yeniden canlanmıştı. Sisler arasından çıkan o gününün kıyafetlerini giymiş askerlerin yürüyüşü görülmeye değerdi. Okunan Kuran-ı Kerimler yapılan dualar şehitlerin ruhunu şad ediyordu.
Derken vakit ilerlemiş, öğle olmuş, saat 14 sularında araçlarına binen insanlar geldikleri yoldan geriye dönmeye başlamıştı. Genci, yaşlısı, kızı, kızanı, herkes muhteşem bir etkinliğin oluşmasına sebep olan Erzurum Kalkınma Vakfının yöneticilerine teşekkür ederken Yatsı Ezanlarına doğru Erzurum'a geri dönmüşlerdi.
Böylece uyku tulumunda Isınamayanlar 90 yıl önce Aralıkta donan askerlerimizin acısını yüreklerinde hissetmişlerdi.
Katılanların tek arzuları vardı: "ALLAH BU MİLLETE BİR DAHA BÖYLE ACI YAŞATMASIN"