Uzun yıllar önceydi, top oynadık, çayırlarda güreş tuttuk, hatta bir ara harmanları boks ringi kabul edip amatörce, çocukça antrenman yapardık.
Baharın kuzuları otlattık. Yağmur yağdı ıslandık. Ovada, bayırda, çayırda koştuk, yorulmak nedir bilmedik. Bilemedik.
Tandır ekmeğini göğermiş peynirle yer, gözelerden kana kana su içerdik. O billur gibi suları hiç unutmadık. Ellerimizi yıkadık, ayaklarımızı serinlettik.
Hür ufuklarda koştuk koşuşturduk. Mutluyduk. Dünyayı bilemedik. Masumduk. Günahsızdık. Yazın tarlada, çayırda, harmanda çocukluğun, gençliğin verdiği enerjiyle çalıştık, çalıştık…
Kış boyu ahırlarda beslediğimiz öküzleri baharda dışarı çıkarırken alınlarına vurduğumuz o güzelim tavuk yumurtalarını… Öküzlerin açık alanda dırçıkladığını, koştuğunu, mö diye haykırdığını bilmem hatırlarmısın..?
Mahalleli toplanmış, hoca dua ederken, bizlerin el açıp âmin dediğini duyuyormusun… Saf, temiz, riyasız o âminleri…
Hatırlarmısın ortaokula giderken kışın karda bata çıka ve karasuyun sazağında gittiğimizi hatırlarmısın…
Kurt varmış.. Soğuk varmış.. Tipi varmış kimin umurunda… Okula vaktinde yetiştik mi tamamdı değil mi?
Can kardeşlerim öğle tatillerinde yirmi beş kuruşa fırından aldığımız sıcak yarım ekmeği.. Bakkaldan aldığımız yirmi beş kuruşluk bozkurt helvasını… Keyifle nasıl yerdik…
Nisan, Mayıs aylarında okul çıkışı Kandilli ’de bulunan 6. Zırhlı Tugayın sahasında seyrettiğimiz bölükler arası futbol maçlarını hatırlarmısın… Ne günlerdi değil mi?.
Güneş batarken beş kilometrelik yolu nasıl yürürdük… Türkülerle, şarkılarla o gün kırlarda Yahya Kemalin dizelerinde olduğu gibi hürdük. Şair ne diyordu hatırla..
“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün bir orduyu yendik”
Pazar günleri muhteşemdi değil mi? Bir bakardık ki Erzurum’dan, Aşkale’den veya komşu köylerden bir minibüs gelmiş… Haydi maça.. Tüm köy halkı maçı seyretmek için saha etrafına toplanırken bizde maçın hakkını veriri ya yener ya yenilirdik..
Maç bitti bitmesine de sıra dostça yiyeceğimiz yemeklere sıra gelirdi. Az değil elli, altmış kişi.. Her arkadaşımız anasına pişirttiği yemeği, tandır ekmeğini getirir, muhabbetle, neşeyle yemekleri yer sonra misafirleri güler yüzle, dostça uğurlardık değil mi…
Ha unutuyordum. Köyde inşaatı biten bir ev, bir merek, bir ahır mı var.. Üzerine toprak, çamur atılacak.. Haydi kazmayı küreği alın bu iş yapılacak.. Saatler sürer şakalarla, muhabbetle iş bitirilirdi..
Artık sıra yemeğe gelmişti. Kaşığını alan gelip sofraya otururdu. Günün menüsü Tatar Böreğiydi. Önce koyun yoğurdu dökülür tepside karıştırılır yamakta eritilmiş halis muhlis tereyağı üzerine dökülünce besmeleyle yenmeğe başlardık. Neydi o muhabbet kardeşim hatırlarmısın..
Herk mevsimi yani Haziran ayı Daphan ovası tam bir şenliğe dönüşürdü. Uzakta yakında altı çift öküzün çektiği kotanlarla sürülen tarlalar, öğle üzeri köyden gelen yemeklerin yenişi muhteşemdi..
Türküler, maniler, sataşmalar işin tadı, tuzu biberiydi değil mi? Cuma günleri hodakların karasuda yüzmeleri, komşu köylülerle yüzme yarışına girmeleri.. Dostluğu, kardeşliği pekiştirir bir milletin evladı olduğumuzu hatırlatırdı…
Değerli dostlar o yıllar dostluk, kardeşlik, muhabbet, saygı ve sevi vardı. Bizim kuşaklar bu güzellikler içinde büyüdük.
Ya şimdiki kuşaklar.. Hele bir mukayese edin.. Biz mi hürdük yoksa torunlarımız mı?
Bu duygularla selamlarımı, saygılarımı, sevgilerimi iletir iki cihan saadeti dilerim aziz kardeşim...