Denebilir ki nereden çıktı bu ses kirliliği! Hepimiz şimdiye kadar çevremizde bulunan kirlilikleri az çok biliyorduk ama ses de neyin nesi...
Şehirlerimizde göze hoş gelmeyen; bina kirliliği, apartmanların gelişi güzel estetik kaygılardan uzak yapılmasıyla oluşan kirlilik, elbette insanı rahatsız ediyor...
Sokaklarda etrafa saçılmış çöpler, zibiller, toplanmamış poşetler, sigara izmaritleri hoş olmayan görüntüler. Açık arazilerde piknikçilerin toplamadan bıraktıkları her türlü atık maddeler, bir rüzgârla etrafa savrulmasıyla oluşan kirlilikler...
Kıyıların yağmalanmasıyla oluşan, doğayı tahrip eden o çirkin manzaralar, insanoğlunun yarın torunlarına bir felaket bırakacağı tahrip edilmiş bir çevre bırakma istek ve arzusu ....
Bütün bu kötülüklerin yanında birde ses kirliliğinden söz etmek gerekir.
Fiziksel tanımıyla ses bir enerjidir. Boyuna dalgadır. Diğer bir ifadeyle enerjinin titreşim yoluyla iletilmesidir. Biz bu iletileri hayatımızın her alanında yaşarız. Alışkanlıklarımız, sevinçlerimiz, çevreye ve insanlara bakış açımız ses dalgalarının bir belirtisi olarak ortaya çıkar.
Çevremizde bulunan duyduğumuz veya duymadığımız ses dalgaları, insanın maddi ve manevi dünyasını kuşatır. Sevinç anında yanaklarımızdan etrafa yayılan tebessüm izleri, insan vücudunun yaydığı sinyallerdir. Gırtlağımızdan çıkan seslerde bu olayın fiziksel görünümüdür.
Kulağımız saniyede 20 ile 20.000 titreşimli sesleri duyar. Bu titreşimlerden ötesini ne duyarız, nede algılarız. Ancak radyo, televizyon gibi araçları kullanarak bunların varlığını anlayabiliriz. Yüksek titreşimli ses dalgaları insanda huzursuzluğa, beyinde yorulmalara sebep olur. Örneğin düğünlerdeki yüksek titreşimli seslerden sonra insanlar "oh be dünya varmış" demeleri bunun göstergesidir.
Gürültülü ortamda bulunan insanlar, korna seslerinden, motor seslerinden ne kadar rahatsız oluyorsa maddi dünyamızda o oranda rahatsız olmaktadır. Karganın sesi, eşeğin anırması insanı ne kadar rahatsız ederse yüksek frekanslı seslerde hem insanı hemde maddi yapıyı o kadar rahatsız eder.
Sesin maddi yapılarda oluşturduğu rahatsızlıklar birden görülmez. Zamanla ve özelliklede tarihi yapılarda yıllara dayanan hasarlar oluşturur. Maddeyi oluşturan atomlar arasındaki birliktelik yüksek ses dalgalarından etkilenir. Moleküller arasında bağların kopmasına sebep olur. İnsan gözü bunu görmediği için idrak edemez. Ancak şöyle bir örneği herkes yaşamıştır. Denemesi de bedavadır.
Sabahın en sessiz bir anında çaydanlığa su koyup yanan ocağın üzerinde bir müddet beklerseniz çaydanlığın içinden etrafa yayılan cızırtıları duyarsınız. Bu aslında su moleküllerinin ağlamasıdır. Moleküllerin birbirinden uzaklaşmasıdır. Nasıl su molekülleri aldıkları enerjiyle birbirinden uzaklaşıp bizim bilmediğimiz bir olayla feryatlarını dile getiriyorsa yüksek frekanslı ses dalgaları da özellikle tarihi yapıların duvarlarında benzer etkileri göstermektedir.
Kısa sürelerde elbette bu etki görülmez. Ancak zamanla bu etkiler artarak devam eder ve binaların çürümesine, bir müddet sonrada yıkılmasına sebep olur.
Bu olayı bir deneyle anlatmak isterseniz basitçe şunu yapabilirsiniz. Bir ucu kapalı 2-3 santim çaplı bir metre uzunluğunda bir cam boruyu bir masanın üzerine koyup içine talaş tozlarını doldurun. Sonra açık kısmın önüne bir ses kaynağı koyup gittikçe frekansları artırın. Bir müddet sonra talaşların öbek öbek toplandığını ve sesin şiddetine bağlı olarak zıpladığını göreceksiniz. İşte taşlaş tozları nasıl sesin frekansı arttıkça zıplamaları artıyorsa, aşırı gürültü ve tarihi eserlerin yanında kurulan ses düzenekleri bu binaların atomlarını böyle zıplatmaktadır. Bütün bu zıplamalar, ayrışmalar, zamanla binanın eskimesine ve yıkılmasına neden olur.
Evlerimizdeki mikrodalga fırınlarında nasıl yemeklerimiz pişer, ancak dozunu artırdığımızda yemeği yakarsa yüksek frekanslı ses dalgaları da gerek insan beyninde, gerekse tarihi yapılarda benzer etkiyi göstererek onlara zarar verir.
İnsan kulağı şiddeti 20 ile 60 desibelli sesler için duyarlıdır. Eğer siz sesin şiddetini insanlar daha iyi duysunlar diye 100 desibele, 150 desibele çıkarırsanız bu gerek insanlara gerekse çevreye verilebilecek en büyük zarardır. Bu zararlardan korunmak için sesin şiddetini bilimin bulduğu sınırlarda tutmak, tarihi eserler yanında mikrofonları sonuna kadar açmamakla olur.
Yok, sesinde sınırımı olurmuş derseniz şehri ses çöplüğüne çevirmiş olursunuz. Buda bize miras kalan orta yolu terk ettiğimizin nişanesi olarak kalır. Farkında olmadan şehrimizi, mahallemizi, evimizi çöplüğe çevirmiş oluruz. Su dalgaları nasıl kıyıya vurup, kıyıları aşındırırsa, yüksek frekanslı ses dalgaları da tarihi yapılarınızı vurup öyle aşındırır.
Son soru. Ey insanlar çöplükte yaşamak istermisiniz? Eğer cevabınız evetse mikrofonu sonuna kadar açın...! Ses bombasının patlamasıyla meydana gelen ani tahribat neyse, yüksek frekanslı seslerin etrafa verdiği zarar uzun müddet sonra aynı olmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de anlatılan kıssalarda kavimlerin sesle nasıl yok edildiği ibret alınacak en büyük derstir.
Yok evim huzur dolu , şehrim temiz , kulaklarım dinç, beynim rahat, tarihi eserlerim zarar görmesin diliyorsanız sesin şiddetini sınırları içinde tutalım....
Unutmayın tarihi eseri ha kazma ile yıkmışsınız ha yüksek sesli hoparlörleri açarak yıkmışsınız...
Fark etmez..