Son beş altı yıldan beri Ankara'daki Erzurum vakıfları vasıtasıyla böyle bir etkinlik düzenleniyor.

Başka şehirler de aynı faaliyeti icra ediyorlar. Yani bu durum Erzurum'a has bir hal değil.

Peki kötü bir şey mi?

Hayır, niye kötü bir şey olsun ki...

Lakin başından beri aynı itirazı dile getirip duruyoruz. Diyoruz ki:

Yaptığınız bu faaliyet son derece anlamlı elbette, lakin adını "Erzurum" koyduğunuz bu etkinlerin içinde, Erzurum'a hiç de yakışmayan bir manzara vücut buluyor, sayın yöneticiler, buna fırsat vermeyin.

Biz dedik, biz dinledik.

Birileri üç beş kuruş kazanacak diye, koskoca bir şehir başkentte madara ediliyor!

Misal...

Geçen yıl öyleydi. "Erzurum Günleri Çadırı" içinde baş köşede, Afyon lokumu, Kayseri sucuğu, Çorum leblebisi, Hatay künefesi, Adana kebabı, Kars kaşarı, Malatya kayısısı ve rezil bir tavuk döner...

Bizden hiç mi kimse yoktu?

Vardı elbette. Çadırın dibine köşesine sıkıştırılmış bir vaziyette ilçe belediyeleri, bir kaç mandıracı, hani dostlar alış verişte görsün kabilinden bir cağ kebap, tespihçiler, üniversite ve zoraki orada oldukları yüzlerinden anlaşılan resmi kurumlar...

Gözlerimle görmüştüm, uyanığın biri tavuk döneri vurmuş "Erzurum cağ kebabı" diye satıyordu!.

Sordum, "Hemşerim sen nerelisin?"

Hiç tereddüt etmeden söylemişti:

"İskenderun!"

Bu etkinliklerden ötürü, hangi vakfın kasasına devlet kurumundan ne giriyor bilemem, ayrıca bu beni çok da ilgilendirmiyor. Fakat sırf birileri devleti söğüşleyecek diye zaten anası ağlamış şu şehri niye madara ediyor?

Allah aşkınıza hele bir gidin Trabzon günlerine, hele bir gidin Kayseri veya Adana günlerine...

Bakın bakalım ki orada, Çorum leblebisini "Erzurum" diye satan bir çakal görebilir misiniz?

Eğer diyorsanız ki "Canım ne kötülük var bunda, baksanıza ne güzel Ankara'daki vakıflar parayı cukka ediyor, Erzurum yerel politikacıları da üç beş kişiye de olsa propaganda yapma imkanı buluyor işte!"

Eyvallah...

Cağ kebabı yerine, Çorum leblebisi, Oltu taşı yerine de Lüle taşı!

Siz bu Erzurum'a neyi dayatmanız da Erzurumlu "hayır" dedi değil mi!

Haklısınız...

Hem Erzurum da neymiş ki zaten, baksanıza elin gavuru bile bizi Olimpiyat'a layık görmedi.

Ah Fiko ah, meğerse sen haklıymışsın!

Keşke bir daha müdür olsan ve keşke seni bir daha devlet Çin'e gönderse de, sen de Çin Seddi'nin duvarlarına yeniden çakı bıçağınla kazısan: "Dadaş Fiko!" diye...

Baksana Başkent'in çadırlarında Erzurum namına öyle bir karar mizah sahneleniyor ki, Erzurum ekabirleri de, ne fark eder ister Kayseri sucuğu olsun, isterse Erzurum Cağ kebabı... Sonuçta değil mi ki Erzurumlu, gördüğüne duyduğuna değil, kendisine ezberletilen ve öğretilenlere inanıyor!

Muaviye de aynı noktadaydı, İslam dünyasının son Halifesi Hz. Ali'ye böyle haber göndermişti:

"Şam'da insanlar gördüğüne değil, valinin söylediğine inanıyor!"

Zalim darbeciler Menderes ve iki dava arkadaşını astıklarında, ülke genelinde kayda değer bir itiraz olmamıştı ne yazık ki...

Oysa Erzurum'da bir adam yalın kılıç Kolordu'nun önünde tek başına bir başkaldırı da bulundu:

"Ah adalet ah!"

Kısa sürede zaptiyeler der dest etti. Hiddetle sordular, "Nedir bu ah adalet ah meselesi?"

O bir tek kişi çaresizdi, "Adalet" dedi. "Adalet benim karımın adı!"

Aslında mesele öyle değildi, ama adam işin ucunda hapis, kötek ve en ağır cezayı görünce kıvırmıştı.

Zaptiyeler sordu, soruşturdu. Hakikaten adamın karısının adı "Adalet"ti.

Dediler ki bir sarhoş, maksadını aşan ifadeler beyan etmiştir. Kaldı ki eşinin adı da Adalet'tir.

Halbuki o "sarhoş"un muradı, ismi Adalet olan karısına sitem etmek değil, darbecilere isyandı...

Düpedüz adalet arıyordu oysa.... Darbeciler, adamın aradığı "şey"i kadın zannettiler!

Hani Ankara'da Erzurum Günleri'nin içinde her şey var, ama bir tek Erzurum yok demenin zorluğu gibi...

Menderes ve iki bakanı asılmıştı, ardından da 27 Mayıs bayram ilan edilmişti!

Birileri bize diyor ki, "Sen gördüğüne değil, sana öğretilene inan ve böyle mutlu olmayı dene. Kaldı ki bu formata uymaz isen eğer, başına kırk bin türlü belayı musallat eder, seni sürüm sürüm sürümdürürüz!"

Hoş biz Recep Akdağ'dan, Selami Altınok'tan, İbrahim Aydemir'den ve dahi Zehra Taşkesenlioğlu'ndan daha iyi bilecek değiliz ya!

Bu sebeple, hep bir ağızdan biz de haykırıyoruz:

Yaşasın Ankara'daki Erzurum Günleri, yaşasın Erzurum üzerinden Ankara'da devleti söğüşleyen bilmem ne vakıfları, yaşasın içinde Erzurum olmadığı halde adına Erzurum Günleri diyen yetkililer... En önemlisi de yaşasın, bize neye inanıp neye inanmamız gerektiğini öğreten pek muhterem büyüklerimiz!

Bir vatandaş, "Erzurum cağ kebabı" yazan çadır önünde kendisine bir sipariş verdi. Önüne, muhtemelen martı etinden yapılmış bir dürüm geldi. Vatandaş itiraz eder gibi oldu, "bu cağ kebap mı"

Patron çıkıştı. Tıpkı Ermeni çeteciler de olduğu gibi:

"Münafıklık etme, sırasını saf. Ha kuzu eti ha martı eti senin için ne fark eder ki?"

Vatandaş sustu. Öyle ya, adam haklıydı!

Erzurum'da kuzuyla martı aynı değil miydi icabında?

Bu öyle bir istem ki denizi olmayan bir şehirde, kuzu eti namına martı etini yiyip buna rağmen "büyükler böyle münasip görmüş" diye, itiraz etmeyen bir entelektüel sınıf var!

Sözgelimi...