Geçtiğimiz günlerde Atatürk Üniversitesi Hastanesi ile ilgili yazmış olduğum yazıdan sonra, telefon, eposta, yorum vb. yollarla bana ulaşan çok sayıda Atatürk Üniversitesi çalışanı ve öğretim üyesinin üniversite yönetiminin keyfiliğinden (sandığımızın ötesinde) şikâyetçi olduğunu gördüm. Yazımız hastaneyle ilgiliydi; ama gelen yorumlar üniversitedeki yönetimsel birçok uygulamaya yönelikti. Yani, tam da “Bir dokun bin ah işit!” durumu…
Hem kendi tespitlerimizi hem de üniversiteyle ilgili bana ulaşan eleştiri ve iddiaları kamuoyuyla birlikte Atatürk Üniversitesi yönetimiyle paylaşmak istiyorum:
1-Üniversite yerleşkesinde yapılan inşaat, trafik, bisiklet yolu ve çevre düzenlemesi gibi konularda Mühendislik Fakültesi’nin ve Mimarlık-Tasarım Fakültesi’nin ilgili hocalarıyla, üniversite yönetim kuruluyla istişareler yapılmış mıdır?
2-Üniversitenin işleyişiyle (yerleşke, eğitim, kadro açma) ilgili kararlar hangi ortamlarda karara bağlanmaktadır? Cari yasal düzenlemeler mucibince akademik mekanizmalar özellikle yönetsel süreçte çalıştırılmakta mıdır? Alınan kararlara ve/veya yönetimin icraatlarına muhalif olanlara karşı tavır alma, itibarsızlaştırma, mobbing uygulanmış mıdır?
3-Anabilim dalı, bölüm, fakülte yönetimi ve dekana rağmen fakülte/enstitü/yüksek okul ve sair birimlerde “hatır (?!)” kadroları açılmış mıdır? Bu nedenle üniversitedeki görevinden ya da üniversiteden ayrılan öğretim üyesi olmuş mudur?
4-Üniversite yönetim kadrolarına getirilen kişilerin ekserisi bir grubun, bir cemaatin (vakfın) mensuplarından mı oluşuyor?
5-Üniversitede bir akraba kadrolaşmasından söz edilebilir mi? Bu konuda dikkat çeken bir durum yok mu?
6-Göreve başladığı günden bu yana rektör beyin yakın akrabalarından kaç kişi üniversitede akademik ve idari kadrolarda istihdam edilmiştir? Bazı kişi, aile veya grup mensuplarının idari kadrolarda dikkat çekici biçimde istihdamının özel açıklamaları olabilir mi?
7-Bir fakülteye dekan olarak görevlendirilen kişinin görev süresinin bitiminden sonra bir başka öğretim üyesinin yeni dekan olarak atanması ve fakat kısa süre sonra bu yeni dekanın görevden ayrılması ya da ayrılmasının sağlanmasının ardından yerine tekrar bir önceki dekanın getirilmesinin makul, mantıklı açıklaması yapılabilir mi? Benzer örnekleri var mıdır? Bu safahatta cemaatin rolü olmuş mudur?
8-Rektör Sayın Prof. Dr. Hikmet Koçak döneminde üniversiteye alınan öğretim görevlisi, öğretim üyesi sayısı ne kadardır? Bu öğretim üyelerinin ne kadarı şu an yürürlükte olan atama yükseltme kriterlerine uygun şartları haizdir? Üniversite bu dönemde alınan öğretim görevlisi sayısı doğrultusunda nitelik olarak büyümüş ve bilimsel başarılar elde etmiş midir?
9-Alınan öğretim üyelerinin daha önceki devirlere göre oranı ne kadardır? Bu öğretim üyesi alımlarında cemaat, grup kaygısı olmuş mudur? Bu şekilde istihdam ileriki dönemlere yönelik bir kadrolaşma olarak yorumlanabilir mi?
10-Bir grubun, cemaatin veya vakfın idari ve akademik kadrolarını belirlediği devlet üniversitesi, devlet üniversiteliğinden çıkıp o grubun veya vakfın üniversitesi durumuna düşmüş olmaz mı?
Üniversite ilgili sorularımı daha fazla artırmadan, bu konunun çağrıştırdığı bir başka konuya geçmek istiyorum: Cemaatlerin çıkarlarının cemiyetin ve bireyin çıkarından ve hatta hukuktan üstün tutulması meselesine…
Hükümetin, ülke genelinde “paralel yapı” adını verdiği yapılanma ile mücadele ederken şehirlerde ve kurumlarda başka cemaatlerin veya grupların kadrolaşmaya gitmesini görmezden gelmeyeceğine inanıyorum. Hükümetin mücadelesinin şahsî hesaplaşma olarak algılanmaması; paralel yapıyla ilgili ortaya koyduğu söylem ve tespitleri bir devlet yönetim stratejisi, düşüncesi ve felsefesi olarak göstermesine bağlıdır. Dolayısıyla, devlet ve kurumlar içerisinde diğerlerini ötekileştirerek kendi mensuplarına ikbal dağıtırcasına kadrolaşan cemaatlerin, grupların her türlüsüyle mücadele edilmelidir. Kendisinden olmayanı “öteki” olarak gören, kurumları, şehirleri, ülkeyi perde arkasından dizayn etme girişimindeki tüm yapılanmalar toplum vicdanını yaralamaktadır.
Aslında kayıt dışı siyaset yapmanın verdiği rahatlık ve kaypaklıkla hareket eden bu grupların birçoğunun suretinin siretinden büyük olduğu anlaşılmıştır. Bu yapılanmalar, gruplar ve cemaatler kendilerini olduğundan daha güçlü göstermek, siyasetçiler üzerinde baskı unsuru oluşturmak, lehlerine algı operasyonları yapmak gibi davranışlarda bulunabilirler. Ama hem son yerel seçimler hem cumhurbaşkanlığı seçimleri gösterdi ki, Türk insanı, cemaat tercihi ve mensubiyeti ile siyasi tercihini birbirine karıştırmamaktadır.
Bu arada, cemaatlerde birey olarak çevresine, komşusuna zararı olmayan, birbirinden değerli çok insan vardır. Ancak bir kurumda cemaat mensubiyetiyle kadrolaşma söz konusu ise o değerli insanlar zulmün bir parçası olabilirler. Bunu fark etmeleri gerekir.
Cemaatlerle ilgili bir tespitimi daha paylaşarak yazımı sonlandırmak istiyorum:
Cemaat mensuplarının büyük bir iştahla kadrolaşması, o kurumdan ve şehirden göç edilmesinin en büyük nedenlerinden biridir.
Son olarak; Hakikaten cemaatler ve hele ki Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin talebesi iddiasındaki gruplar herkese siyaset şeytanından uzak durma telkininde bulunurken kendilerini siyasetten uzak tutabiliyorlar mı? Yoksa şehrin ve ülkenin siyasetine yön vermek için gizli yahut aşikâr çalışmalar yapıyorlar mı?
Bir acı tebessüm savurarak yazımı tamamladım.