Şubat 1973 Kış olanca ağırlığıyla devam ediyordu. Her gün Tazegül-Kandilli ve Aşkale arasında gidip geliyordum. Askeri revo servisimizdi. İkinci yarıyılda bir gün okuldan bir kaç dakika geç çıkmıştım. Servisimiz tam üçte kalkıyordu. O gün beni almadan gitmişlerdi.

Cepte para olmadığı gibi, kalacağım yerde yoktu. Çaresizdim. Köye dönmeliydim ama nasıl? Derhal istasyona koştum. Treni sorduğumda gece saat 2 de geleceğini söylediler. Ayaklarımın bağının çözüldüğünü o an hissettim.

Aşkale tren istasyonu ile Tazegül köyü arası 20 kilometre idi. Bu yol nasıl yürünür? Şubatın ayazı bir tarafta, Karasu’nun sazağı öbür tarafta idi. Karnım aç, sırtımda palto yoktu. Ayaklarımda kara lastik, elimde meşin bir çanta vardı. Çare yok yola koyuldum. Küçükgeçit köyüne kadar gündüzdü. Zaten yolda tehlikesizdi. Tüm ümidim arkadan gelecek bir arabanın beni almasıydı. Ne yazık ki yol gittikçe uzuyor, hava soğuyor, artık gelen gidene ise hiç rastlamıyordum.

Küçükgeçit köyünü geçmiş, köşeyi dönmüş, Kayışkıran’a doğru yürüyordum. Yol artık karanlık olmaya başlamış, ayaz tüm şiddetiyle tabiata hükmetmeye başlamıştı. Ayaklarımda anamın dokuduğu yün çoraplar ile sırtıma dokuduğu yün kazaktan daha kuvvetli bir şey yoktu. İçimde bir korku belirmiş, tehlikeli yolda kurda kuşa yem olmak veya donarak ölmek aklımdan çıkaramadığım vakıaydı.

Korkuyordum. Kesik köprüdeki askeriyenin çöplüğünde köpekler havlıyor, uzaklardan kurt ulumaları geliyordu. İçimden ah bir Kandilli'ye varabilsem diye düşünüyorum, fakat yol uzadıkça uzuyordu. Artık çevrede ayaklarımın yere temas ederek çıkardığı seslerden başkasını duymuyordum. Saat 15'te yola çıkmış, akşam ezanları, yatsı ezanları çoktan okunmuştu. Dile kolay 20 kilometre gidecektim. Zaman nasıl geçmiş bilemiyorum birden Kandilli’nin ışıkları gözlerime ilişti.

Artık Kandilli’ye 2 kilometrelik mesafedeydim. İçimden Kandilli’ye gidecek, açık olan kahvelerden birinde ısınacak sonra kahvelerden çıkacak Tazegül'lülerle yola koyulacaktım. Ancak beklediğim olmamış, Kandilli sokaklarında in, cin top oynuyordu. Lambalar sönmüş, zaman epey ilerlemiş, olmalı ki herkes uykuya geçmişti. 16 kilometre yol yürümüş sevineceğim anda sevincim kursağımda kalmıştı.

Başka çare yok tekrar yola koyuldum. Bir taraftan Karasu'nun sazağı adamı felaket şekilde dondurabilir veya ıssız köy yolunda her an kurtlar yolumu kesebilirdi. Allah’a sığınıp giderken Karasu köprüsünü geçmiş, yanığın yamacı tırmanmıştım. Eh köy yolunu yarılamıştım. Birden seslerin bana doğru yaklaştığını duymuş, kulağımı seslere doğru yönlendirmiştim.

Babam gelmediğimi görünce okul arkadaşlarıma sormuş, onlardan cevap alamayınca köylüler meşalelerle beni aramaya çıkmışlardı. İşte ilk kafileyi gördüm. Müthiş sevinmiş, hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. Donmamış, kurda kuşa yem olmamıştım. Yaşatan yaşatıyordu. Neyse babamlarla karşılaşıp yanlarında getirdikleri çullara sarıp beni köye götürdüler. Soğuktan ve korkudan müthiş bir gün geçirmiş, ancak gece saat 22'de köye ulaşabilmiştim.

Köylüler evlerine dağılırken biz de anamın gözyaşları içinde eve girmiş, tezek yanan sobanın yanına oturmuştum. Dilim dönmüyor konuşamıyordum. Yemek yiyip yemediğimi hatırlamıyorum. Tüm yorgunluğumla kendimden geçmiş derin bir uykuya dalmıştım.