Şiirle geçen bir ömür… Duayen eğitimci Bedir Avcı’dan kocaman bir gül demeti:

GÜZ GÜLÜ GÜL TEYZE

Yaz günü Temmuz’du; belki bu sefer kimse terleyip kimse de silmedi.

Çünkü yüreklerdeki istiklal aşkı, bütün sevdalardan aşkındı.

O yaz günü Temmuz’da, vatanın hürriyetinden gayri ne kadar sevda varsa alayını Aras’ın ılık sularına emanet ettik.

Nasılsa bir gün yeniden kavuşuruz diye…

Hazar’ın dili olsa da, Anadolu’dan akan hürriyet şarkılarını yeniden dinletse bize…

Biz var olalım diye, candan da canandan da vazgeçen cümle ulularımızı rahmetle, şükranla ve minnetle yad ediyorum.

Erzurum Kongresi, Mustafa Kemal Atatürk’ün Erzurum’a güvenmesinin ve nihayetinde bu güvenin boşa çıkmadığının yegane bir timsalidir.

103 yıl önce makamları cennet olası atalarımız ateşten gömlek giyip, tıpkı ateşe koşan kelebekler gibiydi…

Bedir hocayı otuz yılı aşan bir zamandan beri tanırım…

Eğitimci…

Şair…

Cemiyet insanı…

Has bir Erzurumlu…

Vaktiyle merhum Şerif Aktaş bir sohbetimizde şöyle demişti:

“Bir insan şiir yazıyorsa, insanlık için ondan sevgiden başka bir şey neşet olmaz.”

Şairler öyledir, sevgi tohumlarını saçtıkları yüreklerinde yalnızca sevgiyle beslenen çiçekler açar.

Bedir Avcı da işte o sevgi bahçesinin bir bahçıvanıdır.

Heybesi şiirle doludur; menzili ise, şuaraya çıkar…

“Güz Gülü Gül Teyze”

Hicranın…

Aşkın…

Vatan sevgisinin…

Gurbetin…

İhanetin…

Vuslatın…

Kamil insan olmanın erdeminin…

Yozlaşmanın yarattığı ıstırabın…

Erdemin…

Vefanın…

Hasılı… “Güz Gülü Gül Teyze” bu toprakların ve bizim insanımızın dile gelmiş yanık hikayesinin cem olunmuş halidir.

Bir münevver diyor ki, “…müesseseler ihtiyaca binaen vücut bulur.”

Zahir, bu memleketin kıymetli şairlerinden biri olan Bedir hoca da, tıpkı Reyhani gibi “ahraz dillerin” tercümanı olmuş.

Doğrusu bu tercümanlığa çok ihtiyacımız var.

Çünkü:

Ne aşklarımızı…

Ne küskünlüklerimizi…

Ne uğradığımız ihanetleri…

Ne de sükut-u hayallerimizi…

Şiirden daha dokunaklı hiç bir dil anlatamıyor.

Bedri Rahmi Eyüpoğlu diyor ya…

“Şairim;

zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,

ayak seslerinden tanırım.”

Dadaşkent’te bir cumartesi sabahı…

Bedir Avcı’nın evindeyiz, vişne ağaçlarıyla çardak olmuş yemyeşil bir bahçe ve kuş sesleriyle bir sevda türküsü terennüm eden dallar…

Güneş, kavurucu sıcağı ile önce alınlarımızı sonra hayatın yükünden büsbütün yorgun düşmüş yüzlerimizi okşuyor…

Anladım ki güneşin kavurucu sıcağından korunmak için vişne ağacı bir lahza da olsa çare olabilir. Lakin buna rağmen güneş bütün ezberimi bozunca fark ettim ki, beni yakan güneş değil, güneşi de var eden o sır… Ve şiirin gölgesinde visale eriyor, hesapsız çıkarsız dostluklar…

O sabah…

Bu memleketin mısralarıyla en kuvvetli şairleri de oradaydı…

Bu memleketin kalemi en keskin gazetecileri yazarları ve çizerleri de…

O gün o bahçede…

En anlı şanlı profesörlerimiz…

En saygın sivil toplum örgütü temsilcilerimiz…

En saygın emekli asker ve bürokratlarımız…

En saygın ozanlarımız…

Siyasetçi şapkasını kapıda bırakmak kaydıyla içeri buyur edilen vekil…

Say say bitmez…

Bir cümleyle hülasa edecek olursam:

O sabah, maşeri vicdan kıyam etmişti.

Kendisi o yanını hiç ön plana çıkarmıyor ama o sabah, vişne ağaçlarının dallarından sarkan mısraları dörtlük haline getiren yanı ile onca kıymetli insanı aynı kavşakta toplayan kişi de değerli meslektaşım Öztürk Akkök’tü…

Baştan sona riyadan ve eyyamdan ari bir dost meclisi…

Mehmet Emin Yurdakul, -ki kendisi yolda hastalanmayıp gelebilseydi Erzurum valisi olacaktı- diyor ki…

Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;

Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,

Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.

Gül Gülü Gül Teyze…

Bedir hocanın Gül Yüzlü Gül Teyzesi kimdir bilmiyoruz, ama hepimizin yüreğine dokunan, saçlarımızı okşayan ve bir akide şekeriyle bize dünyaları bağışlayan hep bir annemiz, hep bir halamız, hep bir teyzemiz, hep bir komşumuz ve ablamız olmuştur.

Ve en az bunlar kadar ömrü hayatımızda bize rehber olan hep Güz Gülü bir Gül’ümüz var. O da hiç kuşku yok ki derdimize merhem olan muhterem eşlerimiz…

Ve bize can, bize yoldaş bize beşik, bize aş olan analarımız babalarımız…

Ve evlatlarımız…

“Babam anam üzülmesi” diye…

Kendi hastalığını, ıstırabını ıslak yastığının altına hapseden evlatlarımız…

Neyse yine çok uzattık…

Bedir Avcı’dan bir dörtlükle bu yaz sabahını ılık bir akşama havale edelim.

(…)

Gündüzün sırları akşama teslim

Saklar emaneti geceden emin.

Hesaplar sağlanır, bozulmaz tılsım,

Sır olur saklanır yapılan yemin.

Birisi bana “dünyanın en zor mesleği sizin diyarda nedir” diye sorsa, derim ki…

Bu kadar değerli şairi olan bir vilayette kalem oynatmaktır.