Öyle ki; ta burnumuzun direğini sızlatan o acıyı hissettik. Dağlandı yüreğimiz, kalbimiz kanadı; yüzlerce metre derinlikteki ekmek ocağında ölüme verilmiş randevuyla yüzleştik sanki.
Kömür tozuyla karışan ter değildi bu kez; gözyaşıydı. Ta yüreklerden kopup gelen; düğümlemeye, boğazların bile güç yetiremediği hıçkırıklar sardı dört bir yanı.
Yüzlerce can.
Ve ardında binlerce canan…
Karanlığı yırtacak bir umut ışığını bekledi hep.
Diller sustu, yürekler dile geldi adeta! Birbirine bakan gözler bile hep aynı umudu heceledi.
Fısıldadı, fısıldadı ve fısıldadı durdu sabaha kadar:
“Kim bilir, belki de…”
Evet, belki de ölüm uğramamıştı Ahmet’e; omuz omuza verip birlikte kazma salladığı Mehmet, ruhunu teslim etmişti, ama kim bilir, Somalı Mahmut’un, emaneti sahibine teslim etme zamanı gelmemişti henüz.
Umut.
Umut, hakikaten de ekmek olmuştu dün.
Hem sadece fakir-fukaranın da değil, Soma’dan yükselen ateşin yaktığı herkesin ekmeği olmuştu.
10 oldu önce, sonra 40 oldu, derken 50, 70, 100, 150 ve 200’ü geçti sönen ocakların sayısı.
Ayşe’ler yandı, Fatma’lar yandı; kavruldu her biri baba yolu gözleyen yüzlerce yavru.
Evet, kara hem de kapkara bir geceydi.
Ve kara bir haberle kapkara bir güne uyandık dün.
Allah’ım, sen sabır ver!
Allah’ım, sen metanet ver!
Allah’ım, sen dayanma gücü ver, ekmeğinin peşinde ölümü bekleyen cümle kardeşlerimize!
Gün; niyaz günüdür.
Vakit; yakarma vaktidir.
Vakit, evet!
Aldığımız nefesi dahi borçlu olduğumuz Yüce Mevla’dan, Soma’da kaybettiğimiz kardeşlerimizin her biri için rahmet dilenme vaktidir.
Vakit; karanlıklar içerisinde, hem de bin bir ümitle kendisine uzanacak bir yardım eli bekleyen kardeşlerimiz için merhamet dilenme vaktidir.
Vakit; şimdi tam da dua etmenin vaktidir.
Buyurun, haydi, hep birlikte:
Hayy Hakk!
Medet, Ya Kadir-i Mutlak!
Medet!
HELVA BİZE DEĞSİN DE ÖLÜLER GORBAGOR OLSUN!
Allah tekrarını yaşatmasın bir daha!
Zor.
Gerçekten de çok zor.
Yalnız, dikkatimizi çeken bir başka husus daha var ki; ne akıl alıyor, ne de mantık kabul ediyor.
Ortada elim bir kaza var ve zaten yüzlerce insan yaşamını kaybetmiş, beri yanda ise, kalkmış birilerisiyaset peşinde koşturuyor.
Hükümeti hedef göstermeler, Başbakan’ı protesto etmeler, muhalefet partilerinin liderlerinetepki göstermeler, işvereni ‘katil’ diye lanse etmeler, falan da filan.
Nedir bu şimdi?
Sağduyu mudur, aklıselim midir, nedir yani?
Sahi, kim isterdi ki böyle olsun!
Başbakan mı, işveren mi?
Kim?
Ama yok!
Resmen ölü yiyici bunlar!
Ahaliyi örgütlemeler, yürüyüşe geçmeler, slogan attırmalar, gösteriler yapmalar ve daha neler neler.
Özellikle de sosyal medya!
Bir takım görseller kullanılmak suretiyle bu elim kazadan siyasi rant elde etme girişimleriyledolu.
Misal, koymuşlar TBMM’deki koltuklarında uyuyan birkaç milletvekilinin fotoğrafını ve karşısına da şunu yazmışlar: “13 bin TL maaş alıyorlar”
Fotoğrafın diğer yanına ise, maden işçilerini koyup, “bunlar da 900 lira maaş alıyor” diyerek, güya göndermede bulunmuşlar bir yerlere.
İyi de, maden işçiliği yeni icat olmadı ki!
Sahi ya!
Düne kadar neredeydiniz siz?
Yerin kilometrelerce altında ekmek kazanan maden işçilerini hatırlamak ve aldıkları cüz’i miktardaki maaşlarını gündeme getirmek için illa da hayatlarını kaybetmeleri mi gerekiyordu?
İlaveten, milletvekilleri de dün itibariyle maaş almaya başlamadılar hoş. Aylardır ve hatta yıllardırzaten alıyorlardı o maaşı.
O zaman neden sustunuz?
Çıkıp konuşsaydınız ya!
Sosyal medyada fink atsaydınız ya!
Madem asgari ücretlinin derdi sizi bu kadar geriyordu ise, gevşemek için kılınızı daha önce neden kıpırdatmadınız?
Bula bula bugünü mü buldunuz yoksa?
Öyle tabi!
Soma falan hikâye!
Sizin için varsa-yoksa siyaset!
Gelsin siyaset, gitsin siyaset!
Kafa yapınız belli çünkü:
“Helva bize gelsin de, varsın ölüler gorbagor olsun”
Değil mi?