İster kabul edin, ister sövüp geçin siz bilirsiniz, lakin bendenizin gördüğü şudur:

31 Mart dönüm noktası...

Sayın Başkanım, birileri bize devlet erkini kullanarak ısrarla FETÖ'den boşalan kamu alanına konuşlandırılan filan efendilerin buyruğuna girmemizi dayatıyor! Büyükşehirlerde durum nedir bilmiyoruz, lakin Sayın Başkanım Erzurum, bu cendere altında tükendi, tükenmek üzere... Muhterem Başkanım, sizden duymak istiyoruz: Bize reva görülen bu zulüm, devri iktidarınızın bir politikası mı yoksa bazı sizin adınıza kraldan çok kralcı kesilen kimi işgüzarların yalakalıkları mı?

Bu sözler, askeri üniforma giymiş ama asla bu milletin ve bu ordunun bir ferdi olamamış FETÖ'cü teröristlerin yapmak istediği darbeden iki yıl önce emekli olmuş bir tümgenerale ait...

İsmi de bende saklı, değerli bir dostumdur bu general...

Vatanına-milletine bağlı yurtsever yiğit bir asker.

Bir kaç gün önce değerli eşi ve sevgili kızıyla birlikte evimizde misafir ettiğimiz bu tümgeneral, bize 15 Temmuz'u yani o meşum kalkışmayı anlattı.

Kendisi o tarihte emeklidir; bir vesileyle bulunduğu Ege'de bir askeri birlikte arkadaşlarıyla yemek yerken, o birliğin komutanına bir zarf getirilir.

Komutan zarfı açar açmaz rengi sararır ve solukları sıklaşır. Benim dostum emekli o tümgeneral anında bir anormallik olduğunu anlar ve genç meslektaşına sorar hayırdır, bir sorun mu var?

"Paşam" der. "Galiba ordu darbe yapmış!"

Tarih 15 Temmuz Cuma, akşam saat 20.00 sularıdır.

Paşa tecrübeli bir asker, 80 darbesini henüz teğmenken yaşamış biridir.

Hoş övünerek söylemiyor, ama diyor ki ayıptır söylemesi biz darbeyi ayak sesinden biliriz!

Sakinliğini koruyarak, genç meslektaşına sorar:

"Emrin altındaki imza kime ait?"

O birliğin genç generali, hemen eline tutuşturulan "çok gizli yazı"nın altındaki imza yerine göz atar.

Orada,"komutan” namına bir tümgeneralin ismi vardır.

"Paşam"der, darbenin başında tümgeneral filanca kişi varmış!

Tecrübeli ama emekli tümgeneral anında teşhisi koyar:

"Ben o adamı tanıyorum. O, Fetullah Gülen denilen şu şaklabanın emrindeki bir subaydır. Normalde onun general olması filan mümkün değildi ama bazı gizli eller onu tümgeneralliğe kadar yükselttiler. Bu, kesinlikle Türk Ordusu'nun bir iradesi ve eylemi değil. Bu, olsa olsa o generalin mensubu olduğu cemaatin bir saldırısıdır. Sen bilirsin fakat ben senin yerinde olsam asla bu emre itaat etmem ve bağlı birliklerimi de bu doğrultuda görevlendiririm. Anlaşılan odur ki, Türkiye büyük bir saldırıyla karşı karşıyadır."

O tecrübeli tümgeneralin o tarihi değerlendirmesi üzerine o genç tümgeneral anında kendisine bağlı olan birliklere emir veriyor:

"Askeri birliklerden hiç kimse dışarı çıkmayacak ve hiç kimse askeri birliklerden içeri girmeyecektir."

O gece o şehirde hiç bir askeri birlik FETÖ'nün darbe girişimine destek vermedi ve o şehirde o gece kan akmadı.

Şimdi gelelim başlıktaki o önemli tespite...

Dostum olan emekli paşa diyor ki, "Eğer, o akşam askeri birliklere ulaşan o darbe bildirisinin altındaki imzada bir tümgeneralin değil de Allah korusun genelkurmay başkanı Hulusi Paşa'nın adı yazıyor olsaydı, işin şekli değişirdi. En azından 15 Temmuz akşamı darbeye karşı koyan kimi birlik komutanları, bu talimatı sıralı bir emir zannederek yanlış pozisyon alabilirdi."

Paşa, diplomasi diliyle konuşuyor, Türkçesi şudur:

Eğer o bildiride düşük rütbeli bir general değil de, genelkurmay başkanının adı yazsaydı, darbe tutardı ve tıpkı 80 darbesi gibi kimse de ses çıkarmazdı.

Hani herkesin bir hesabı vardır diyoruz. Eyvallah. Mevzubahis asker olunca da bu, yüzde yüz böyledir. Çünkü asker plan ve program insanıdır. Lakin o kişi asker de olsa, çok akıllı da olsa, okyanuslar ötesinden her türlüğü desteği almış olsa da, kasasında milyarlarca dolar bulunuyor olsa da, içeride ve dışarıda kendisini alkışlamaya hazır müritleri de bulunsa... Hatta bunlardan çok daha fazlası da olsa hikaye...

Çünkü, onların ıskaladıkları gerçek şudur:

Hesapların üstünde hesabı olan, tuzak kurucuların en hayırlısı olan bir Allah var ve O Allah'ın da hiç şaşmayan bir hesabı...

Sonradan düşündüm. Evet; o darbe talimatının altında tıpkı asker emekli dostumun dediği gibi imza yerinde tümgeneral değil de genelkurmay başkanı yazsaydı ne olurdu?

Sizin cevabınız ne olurdu bilmiyorum ama benim cevabım şudur:

O talimatın altındaki imza yerinde genelkurmay başkanı yazsaydı, bu millet yine de koyun gibi boynunu bıçağa uzatmaz, direnirdi.

Tamam; şehit sayısı 250 değil, belki de 2.250 olurdu ama yine de okyanus ötesindeki o esvaplı şeytanın kanlı tuzağı hayat bulmazdı.

Tarihte kırılma noktaları vardır.

Misal; Atatürk o çok istediği Saray'a damat olma muradına ermiş olsaydı, ortada belki de ne Milli Mücadele, ne de Cumhuriyet olmayacaktı.

Misal; Kazım Karabekir Paşa, esaret altındaki İstanbul'dan gelen emre uyup Mustafa Kemal'i ve yanındakileri tutuklamış olsaydı, ortada ne Erzurum kongresi ne de Nazım Hikmet'in dediği gibi mazlum milletlerin kurtuluş ümidi olmayacaktı.

Misal; Darbeci Kenan Evren, 1983 seçimleri arifesinde durup dururken, "Ey Türk halkı Turgut Sunalp'e oy verin" şeklinde bir hezeyanda bulunmasaydı, belki de Türkiye Turgut Özal gibi bir devre altın mührünü vuran bir devlet adamıyla tanışamayacaktı.

Misal; o günün egemenleri sırf bir şiir okudu diye, dönemin İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı zindana atmış olmasalardı, belki de 17 yıldan beri ülkeyi yöneten bir AK Parti çıkmayacaktı.

Tarih bu türden binlerce "belki"yle doludur.

Düşünün ki o meşum gece tüm askeri birliklere gönderilen çok gizli talimatta "Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar" imzası bulunsaydı, acaba bugün nasıl bir Türkiye'de olacaktık?

Bereket versin ki bu ülke ve bu millet, kendilerini Allah'tan direkt vahi aldığını iddia eden ayaklı iblislerin himmetinde değil.

O iblislerin hiç biri, 15 Temmuz'da yapılan o darbe teşebbüsünü göremedi, müritlerini uyaramadı ve kendilerinden beklenen o muazzam kerameti gösteremedi!

Çok şükür ki Allah var...

Çok şükür ki her türlü hesabın üstünde bir hesap sahibi var...

Hani o sahtekar tosuncuklar anlatıyor ya, "filan yere gittik, tam bin kişi bir kase çorba içtik, ama o bir kase çorba iç iç bir türlü bitmedi. Orada ne kadar mümin vardıysa hepsi kana kana doydu!"

Haydi yine bizi "kafir" ilan edecekler olsun, biz yine de bu uçan-kaçan evliyalara soruyoruz:

-Sahi siz 15 Temmuz gecesi neredeydiniz?

Görüyorum ki şu günlerde, bizi yöneten irade sizinle iş tutmaya devam ediyor!. Tabiri caizse diyorlar ki, "FETÖ'den boşalan yerlere, yolu uzun menzili mübarek olanları yerleştirelim"

Doğrusu tam da böyle oluyor...

Allah düşmanı birileri gidiyor, Allah'a iftira eden başkaları geliyor...

Ebu Cehil'den beri değişmeyen bir sistem...

Hoş müşrikler de o putların bir "tanrı" olmadığını biliyordu. Hoş o müşrikler de bir yaradan olduğunu kabul ediyorlardı. Lakin cahiliye döneminin o müşrikleri, sırf kendilerine doğru söyleyen kişinin anadan babadan yetim olan bir kimse olmasını yediremiyorlardı ve (en önemlisi de ezberlerinin bozulmasına rıza göstermiyorlardı) bu yüzden Allah katından inen din yerine, atalarından gelen dayatmalara inanıyorlardı.

Bugün menzili bilmem kaç bin kilometreye kadar uzanan o hurafe diyarının çöpten Nemrut'una sormak isterim:

"Siz ki bu AK parti sayesinde belki bin yılda elde edemeyeceğiniz bir zenginliğe ve devlet katında herkesin şaşkınlıkla izlediği bir egemenliğe ulaştınız ya, siz 15 Temmuz gecesi niye bu milletin ırzına geçmek isteyenlerin ayak seslerini duymadınız? Sahi siz bu devletin hür türlü imkanını bugün sonuna kadar kullanıyorsunuz ya o gün niye Allah rızası için hiçbiriniz sokağa çıkmadınız?"

Bir soruda benim var. Ben ki bu soruyu sormadan ölürsem inanınız ki gözlerim açık gider. Bu sebeple ben bu soruyu soracağım, hem de bizzat Tayyip Bey'e...

"Muhterem Cumhurbaşkanım, bu ümmetin hiç mi bir hatırı yoktu ki sen bizi bir cellatın elinden alıp öbür cellatın bıçağının altına yatırıyorsun? Muhterem Cumhurreisim, niye bu millet ille de bir kasabın önünde koç olsun ki... Ne güzel işte, FETÖ denilen şu şerefsiz ve izzetsiz dayatmadan kurtulduk. Bu mudur bize biçilen reva, illa da bir kula kul mu olacağız?

Sayın Başkan'ım, siz Erzurum'a gelip gittiniz ya, sizi şerefim üzerine temin ederim ki siz, içten içe yanan ama bir türlü avazını kimsenin duymadığı Erzurum'u görmediniz...

Muhterem Başkan'ım, Allah rızası için şu şehre ehli vicdan bir ekip gönderin eğer o ekip, dün FETÖ'cülerin bu şehirde kurduğu hakimiyeti bugün bilmem kimlerin kurduğunu görmez ve bunu size rapor etmezlerse ben utancımdan bu dünyayı terkederim.

Sonuç olarak Sayın Cumhurbaşkanım şunu diyorum:

15 Temmuz'da, o bildirinin altında bir tümgeneral değil de, genelkurmay başkanı imzası bulunsaydı nasıl ki işin seyri değişebilirdiyse, bugün de bu ülkenin ve bu devletin mukadderatında filan efendilerin hüküm sürmesi o denli tehlikelidir!

Birileri bana kızacak, ama bunu galiba benden başkası da söyleyemez:

31Mart için seçtiğiniz belediye başkan adaylarınızın büyük bir bölümünün arkasında milli irade yok. Belki şu ya da bu şekilde hepsi belediye başkanı seçilecek, ama inanınız ki bir çoğu bu şehrin maşeri vicdanını temsil etmeyecek.

Oysa size verilen raporda, Erzurum nasıl da güllük gülistanlık gösterildi değil mi?

Peki gerçek Erzurum ne halde?

Keşke bir de buna bir baksanız...