Sosyal medya…
İnsanların çok yönlü ve hem de eşzamanlı paylaşımlar yaptıkları bir medya sistemi… Başka deyişle; kelimeler, görüntüler ve seslerle sosyal iletişimin sağlandığı bir haberleşme ağı… 
En çok ve sık kullanılanları ise, her birimizin malumu olduğu üzere; Facebook ve Twitter…
Mesela, canımız mı sıkılıyor?
Facebook’a anında yazıp paylaşıveriyoruz bu durumu, olup bitiyor… Cümle âlem can sıkıntımızdan haberdar olduğu gibi, sıkıntımızın sebebi bile hemencecik sual ediliyor… Kimimiz görüntü paylaşıyor, kimimiz moda tabirle “selfie” yapıyor ve hatta doğum günlerimizi dahi bu platformda kutluyoruz artık…
Peki, ya Twitter?
Kargacık-burgacık bir kuştan ibaret o da… Facebook’a göre çok daha dar kapsamlı olsa da, 140 karaktere dünyayı sığdırabilenler için bulunmaz bir nimet aslında…
Hiç inkâr etmeyelim!
Çünkü her birimizin hayatında hayli büyük bir yere sahip sosyal medya…
Öyle ki;
Vali’sinden Veli’sine, Akil’inden Deli’sine, yedisinden yetmişine ve hatta cümlesine varıncaya kadar hepimizin ya Facebook veyahut bir Twitter hesabı var artık…
Yazıyoruz, gidiyor…
Çekiyoruz, gidiyor…
Yüklüyoruz, gidiyor…
Sonra gelsin beğeniler, gitsin yorumlar… Gelsin ‘faw’lar, gitsin ‘spam’lar…
Ohhh!
Vallahi, diyecek söz bile yok keyfimize!
 
 
HERKES HORON
TEPMİYOR NE YAZIK Kİ!
Keyif dedik, evet!
Zira hakikaten de keyifli bir uğraş şu sosyal medya… Eşle-dostla, hısım ve akrabayla sanki de iç içe olmak bir yerde… Haberleşmek, eğleşmek, toplaşmak ve kısaca organize olmak adına bulunmaz bir olanak yani…
Düşünebiliyor musunuz?
Türkiye’nin en çok katılımlı horon halayı sosyal medya aracılığıyla tepildi mesela… Üye sayıları milyonlarla ifade edilebilecek fan grupları oluştu, sonra taraftarlar, kulüpler, dernekler, odalar, sendikalar ve hatta siyasetçiler bile en kolay haberleşme yöntemi olarak sosyal medyayı tercih etti…
Neden?                 
Bir anda binlere, on binlere, hatta yüz binlere ulaşma imkânı doğdu da, ondan…
E, hal böyle olunca da; ‘sosyal medya’ oldukça etkili bir iletişim aracı haline geldi zamanla…
Sonra ne oldu peki?
Ne olacak, herkes horon tepmek yahut eğleşip ya da kaynaşmak için kullanmadı bu nimeti… Kişileri, kurumları ya da kuruluşları, üst düzey siyasetçi ve devlet adamlarını kim hedef aldıysa, sarılıverdi hemen sosyal medyaya… Hakaret, iftira, yalan-dolan, düzmece ve kurgu haberler birbirini izledi…
Misal, Gezi Parkı olayları…
Misal, çeşitli gösterilerde hayatlarını kaybeden gençlerin cenaze törenleri…
Misal, 17 Aralık ve sonrasında yaşanan o tatsız süreç…
Misal, 1 Mayıs olayları…
Misal, montajlar, şantajlar, sabotajlar…
Misal de, misal, sayın sayabildiğiniz kadar…
Hatta öyle zamanlar oldu ki; kendi attığı iftiraya dahi kendileri inanan embesiller çıktı sosyal medyada…
 
 
BİLDİĞİNİZ HAYDUDUN
ÖNDE GİDENİ BUNLAR!
Ve dün…
Aynı embesiller, bir kez daha aynı sahnedeydi…
Öğle saatlerine doğru bir fotoğraf servis ettiler önce… Bu fotoğrafta Başbakan Erdoğan, bir marketin köşesinde tek başına oturuyor… Bir diğer karede ise, aynı markette şarküteri reyonunu geziyor…
Ve birbirinin aynı bu fotoğrafların hemen altına ise, iri kıyım puntolarla atılmış birbirinden farklı başlıklar:
“Başbakan Soma’daki markette işte böyle yalnız bırakıldı”
“Başbakan, ‘paralel yapı’ mensubu vatandaşın marketine sığındı”
“Başbakan, dışarıya çıkabilmek için saatlerce markette bekledi”
“O kadar laf söyle, sonra git bir paralelcinin marketine sığın. Her şeyden alınacak bir ibret vardır”
Ve daha neler, neler…
En ilginç olanı ne, biliyor musunuz?
Kullanılan fotoğraflar…
Evet, evet!
Başbakan Erdoğan’ın güya Soma’daki markette çekildiği iddia edilen bu fotoğrafları var ya, tamı tamına 3 yıllık… Üstelik bu fotoğrafları çeken Anadolu Ajansı Muhabiri Kayahan Özer ise, 2012 yılında Türkiye Foto Muhabirleri Derneği tarafından ödüle layık görülmüş…
Düşünebiliyor musunuz?
Sen alacaksın 3 yıl önceki fotoğraf karesini, altını da, paşa gönlünün istediği biçimde yalanla-dolanla dolduracaksın ve sonra sürüvereceksin fırına…
Pişer de, ahali yer belki diye…
Peki, yiyen olmuş mu?
Olmaz olur mu, onlarcası hem de…
Fotoğraflarda Başbakan Erdoğan’ın sırtındaki ceketle, Soma’daki markete girerken üzerinde bulunan ceketi birbirinden ayıramayan onlarca yurdum insanı, geçmiş klavyenin başına ve sallamış Allah ne vermişse!
Bir başka fotoğraf ise, madende çalıştırıldığı ileri sürülen bir çocuğa ait…
Yazmışlar karşısına: Adı: Kemal Yıldız / Yaş: 15 / Soma kömür ocaklarında çalışıyor… Hâlbuki gerçek bunun tam tersi!
Kemal Yıldız olduğu ileri sürülerek servis edilen o fotoğraf, aslında Afganistanlı bir çocuğa ait…
Hadi bu düzmece paylaşımları yiyenleri ve yalayıp-yutanları bırakalım bir kenara da, bizatihi servise koyanlara ya ne diyelim?
Bakıyorsunuz, çoğu kelli-felli adamlar; okumuş-yazmış, sözümüz ona entelektüel birikim sahipleri…
Peki!
Hal böyle iken, yaptıkları bu işin adını ne koymalı sizce?
Sizi bilmiyoruz ama biz bulduk bir isim…
Ne mi?
Ne olacak, ‘sosyal haydut’luk tabi ki!
Öyle böyle değil!
Bildiğiniz haydudun hem de önde gideni bunlar…
En önde gideni…