Hikaye çok çetrefilli…

2007 yılında bu şehirde yani bizim Erzurum’umuzda 15 yaşında bir kız çocuğuna sistematik biçimde toplu tecavüz gibi iğrenç bir olay vuku bulmuştu.

Biz o tarihte de gazeteciydik ve elbette bu meşum hadiseden haberimiz olmuştu.

Palandöken gazetesi, bu utanç verici hadisenin peşine düşmüş üst üste birden çok haber yapmıştı.

Lakin gelin görün ki, o gün ki mülki idare ve adliye tüm haberlerimizin önüne adeta birer bariyer ve set oluşturarak kamuoyunun hakikati öğrenmesine mani olmuştu.

Hatta o tarihlerde sanki de bir giyotin görevi gören “Özel Yetkili” savcı ve mahkemeler tüm sürecin üzerine kalınca bir şal örtmüştü!

Sonra öğrenecektik ki, bu ahlaksızlığın onlarca sanığından ikisi, o gün Türkiye’nin en güçlü isimlerinden biri olan Pensilvanya şeytanı Fetullah Gülen’in kardeşi ile özbeöz yeğeni…

Tesadüfe bakın ki, bu dosyaya bakan savcı ile hakim de aynı mahalleden…

İlerleyen zaman içinde başsavcı vekili Taner Aksakal ile sanıklara beraat kararı veren 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Erol Ofluoğlu, FETÖ üyesi oldukları iddiasıyla meslekten ihraç edildi.

Sadece bu hakim savcı da değil, 16 da polis memuru aynı dosyada sanık olup ağır cezalar aldılar.

Tamam… Yıllar sonra aynı dosya yeniden açıldı ve yargılama yeniden yapıldı, sanıklara da çeşitli cezalar verildi. Vicdanlar kabul ederse eğer geç gelen adalet, adalet oldu işte…

Bu dosyanın en önemli sanıklarından biri Selahaddin Gülen’di ve O da firariydi.

Malum geçtiğimiz günlerde MİT’in çok sık aralıklarla yaptığı yine başarılı operasyonlarından birinde bu sapık FETÖ’cü yurtdışında yakalanıp Türkiye’ye getirilmişti. Aynı suça iştirak ettiği iddia olunan amcası Salih Gülen daha önce vefat ettiğinden hakkındaki dava düşmüştü.

Selahaddin Gülen yargılandığı bu davadan tahliye edildi, ancak FETÖ üyesi olmaktan yargılandığı için elbette ki salıverilmedi.

Pekii biz malumu ilam ederken esas neye işaret etmeye çalışıyoruz.

Şuna:

O tarihte Erzurum’da bu ahlaksızlık yaşandığında bu şehrin bir mülki amiri vardı. Ve davanın her aşamasında anlaşıldığı gibi o mülki amir bu hadise vuku bulduğunda meselenin adli soruşturmaya gitmeden kapatılması için elinden geleni yaptı, hatta “Ankara böyle emrediyor” demek suretiyle de yargı üzerinde otorite tesis etti.

Nitekim tam da dediği gibi ya da “Ankara’nın emrettiği” gibi olmuştu.

Yuva’dan kaçan 15 yaşındaki masum bir kız çocuğuna tecavüz eden 30’un üzerindeki kitapsız, o yıllarda bir şekilde bu suçtan yırtmıştı.

Fetullah Gülen’in kardeşi Salih ile yeğeni Selahaddin de o kişiler arasındaydı.

Sonrası malum…

Dosya yeniden açıldı ve tüm sanıklar, ayrıca 16 polis, bir savcı ve bir hakim bu davada sanık oldu yargılandılar ve gerekli cezaları aldılar.

İyi de meseleyi en başında örtbas eden ve yargıya, “Ankara böyle istiyor” diyerek baskı yapan o tarihteki Erzurum’un en büyük mülki amiri niye bir şekilde bile olsa dosyanın derkenarında olmadı?

Ya da şöyle mi sormak lazım. o tarihteki o mülki amir ödül olsun diye mi taltif edilip siyasette en yüksek makamlara çıkarıldı?

Sonuç olarak dediğimiz şudur:

Bu davada çıkan karar, dört ayaklı bir masaya benziyorsa eğer. bir ayağı kırıktır. Çünkü olayın vuku bulduğu tarihte davayı kapattıran mülki amir taşıdığı sıfat sebebiyle sanık olmamıştır ve hakkettiği cezayı almamıştır.

Salih Gülen öldüğü için onun suçlu olup olmadığı mahkeme-i kübraya kaldı. Selahaddin Gülen ve diğer sanıklar ise ceza aldılar.

Lakin meselenin bir numaralı suçlusu belki de en suçlusu sırf bilmem ne görevinde diye bu ahlaksızlığın dışında tutuldu.

Dolaysıyla ortada ne adalet tahakkuk etmiştir ne de hukukun üstünlüğü galip gelmiştir.

Alman çiftçi haykırmıştı: “Berlin’de hakimler varmış.

Keşke biz de bugün “Erzurum’da hakimler var” diyebilseydik..

Hakiki anlamda adalet eğer o görkemli adalet saraylarında isabetle uygulanıyor olsaydı, bugün şehirlerimiz birer suç tapınağı haline gelmezdi.

15 yaşında masum bir yavrunun ırzına geçilip hayattı karartıldı.

Sonunda yeniden yargılamaya rağmen çıkan kararın özeti şudur:

Sözde de olsa adalet var!