Seksenli yılların sonu… Ankara, Denizli, iş, askerlik derken yeniden ata dede toprağındayım. Aradan fazla zaman geçmediği için henüz değişen bir şey yok. Cadde yine aynı cadde, sokaklar yine aynı sokaklar… Sesler, yüzler, tanıdıklar, aşina olduklarım hep aynı… Zaman bulduğumda gezip dolaştığım yerler de aynı… Yani kitapevleri… Şehirde bir iki yeni kitabevi açılmış olsa da eskiler yerlerinde mukim ve kitap dünyasının nabzını tutmaya devam ediyorlar. Yeni yerlerden biri de Dergâh Yayınlarının açtığı Ülke kitabevi… Aslında daha önce de vardı, ancak bazı sebeplerden dolayı kapanmıştı. Aradan çok fazla zaman geçmeden de yenisini açmıştı yayınevinin sahibi hemşerimiz Ezel Erverdi ağabey. Şimdi Cumhuriyet caddesindeki AVM’nin yerinde daha önce çoğu kişinin bildiği noktada Vakıf Apartmanları vardı. İşte o evlerden birinin altında açılmıştı Ülke Kitabevi ve ben de sık sık gitmeye başladım. Çünkü hem sevdiğim ve sohbetinden feyz aldığım kişiler gelirdi oraya ve hem de bana hitap eden kitaplar. Bu kişilerden biri de rahmetli Feyyaz İbrahimhakkıoğlu idi. Kitabevine dönüştürülen bu yer bizim fakülte yıllarımızda daha önce başka bir ticaret kolunda faaliyetini sürdürüyordu ve işletmecileri de rahmetli Feyyaz İbahimhakkıoğlu ile Nail Orhon abilerdi.

O yıllarda yolumun pek fazla düşmediği bu mekân, ben memlekete yeniden avdet ettiğimde bir kitapçı dükkânı olmuştu ve artık uğrak yerlerimden biri olarak zihin defterimde kendine düşen mevkii almıştı. İşten güçten fırsat buldukça ziyaret ettiğim kitabevinde, henüz yeni rahmetli olan Yaşar Atnur’la doksan öncesi yıllarda işte bu vesileyle tanıştım. Müessese sorumlusu olarak Feyyaz ağabeyin göründüğü işletmeyle daha çok, Ezel Beyin de hısımı olduğunu bildiğim Yaşar Bey ilgilenirdi. Kitap almak için gittiğim ve sohbet muhabbet diyerek biraz uzun kaldığım kitabevinde sonraki zamanlarda işlerin pekte iyi gitmediğini düşünmeye başladım. Çünkü küçük de olsa istemeden şahit olduğum bazı olaylar bende böyle bir kanaat uyandırmıştı.

Yine günlerden bir gün kitabevine uğradığımda haklı çıktığımı anlamış ve üzülmüştüm. Zira rafları boşalmış olan mekânda Feyyaz abi bazı kitapları kolilemekle meşguldü ve ben de ona yardım etmeye başlamıştım. O arada da almak istediğim kitaplar varsa, yapılan indirimden yararlanmamı ve almamı söylemişti rahmetli… Bu söz üzerine epeyce kitap almıştım. Ardından da kapandı ve yerinde bir lokanta açıldı.

Bir süre göremediğim Yaşar Bey sektörden ayrılmayıp, şehrin başka bir noktasında Doğuş Kitabevini hizmete açtı. Böylece kendi yerinde Erzurum’un kültür hayatına hizmet etmeye başlayan Yaşar Beyin buradaki müşteri görüntüsü daha çok üniversite öğrencileriydi. Ders kitaplarının, Türk Dil Kurumunun ve Türk Tarih Kurumunun kitaplarının yanında, çok çeşitli olmasa da yine bazı yayınevlerinin eserlerini de bulundurmaya çalışan Atnur, gelip giden kişilere gösterdiği samimiyeti, sohbeti ve mizahi yönü sebebiyle belli bir kesimin de uğrak yeri olmuştu. Hatta bu yönünü Mehmet Zeki Kılıç’la birlikte Dergâh Yayınları Erzurum Kitaplığından (2001) çıkardığı “Erzurum Fıkraları” kitabıyla da ortaya koydu.

Doğuş Kitabevinde en sık rastladığım kişilerden biri şair Orhan Ceylan’dı. O yıllarda Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde öğrenci olan, Erzurum’un yetiştirdiği güzel insanlardan, şiirin ince, narin, duygulu ve derin dünyasından elde ettiklerini şiirin sevdalılarına sunan o yılların genç şairi Ceylan, onun en yakınındakilerdendi. Orhanceylan.com adlı sitesinde dostlarının isimlerini zikrederken yazdıkları, aralarındaki bağın güçlülüğüne ve hayatında edindiği yerin büyüklüğüne de işaret ediyor: “Bugünlerde yeni yayınlanan, beni zehirleyecek bir kitap var mı abi diye hep ona sorardım. Çünkü o çoktan okumuş ve zehirlenmiş olurdu.Rahmetli Atnur’u en son rahatsız olmasına rağmen yine de geldiği, Orhan Ceylan’ın bir süre önce Erzurum’da yaptığı sohbetinde ve sonrasında kitap imzalaması esnasında gördüm. Rahatsızlığı devam ediyordu ama genel durumu iyi görünüyordu. Demek ki verilen vade buraya kadarmış.

Şehrimizin güzide kalemlerinden olan Şahin Torun, kısa ama derinlikli ve duygusal cümlelerle onu sosyal medyada şu şekilde anmış:

Sevgili yaşar abi, uzun bir zamandan beri amansız hastalıkla mücadele etti, her geçen gün daha çok beyazlaşıyordu. Şimdi onu düşünürken hatırladığım onca anı ve zamanı yan yana koysam, hangi an ve zamanı anlatmaya kalksam sayfalarca yazmam gerekir.
Sayesinde memleketin dört bir yanından gelen sayısız çocukla tanıştık, birlikte kaç gencin elinden tuttuk, kitaplar aldık ondan ve o çocuklara nice nice kitaplar uzattık. Çay içtik, çay içirdik birlikte.

Tam dokuz dokunuş bırakıyorum yukarıya ve dayımın oğlu Yavuz Eyüboğlu'nun taziyesinde uzun zaman sonra görüştüğümüz gün, elinden tutup başköşeye götürürken sağ elinin işaret parmağıyla geriye iteklediği gözlüğünün altından ince ince düşen vefa dolu gözyaşını anıyorum. Yaşar abi güzel, dobra, mert bir adamdı. Allah rahmet eylesin.

Kitabevine ara sıra uğradığımda bir yandan sohbet edip, bir yandan da kitapları gözden geçirirken, alçakgönüllü ve kendine has Erzurumlu kimliğini yaşatmaya çalışan Yaşar kardeşimle olan bir hatıramı daha anlatmadan geçmeyeyim:

Yılar öncesinde Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinde kitap sergisi açmış olan Yaşar Bey'e yanımdaki arkadaşla uğrayalım dedik. Epey zaman kitaplara bakarak oyalanmamıza rağmen ufukta ona benzer kimseyi göremeyince, sergiye bakan çocuklardan birine; Yaşar Bey'e iletilmek üzere, benim söylediğim şekliyle bir mesaj bıraktık: “İki kişi geldiler/ İkisi de keldiler.”

Aynı günün akşamı Atatürk Üniversitesinde yapılan bir şiir gecesinde beraber olduğumuz şair ve hocaların bulunduğu ortamda bu durumu anlatınca o anda şiirin kanat seslerini duyan Nurullah Genç; büyük bir incelik göstererek, "İki kişi geldiler/İkisi de keldiler" in şiirini yazmak için izin istedi. Ve sonrasında aynı başlık altında bizlere atfettiği bir şiir yazdı sayın Genç… Olayın hikâyesini ve şiiri daha sonra yazdığım gazetelerden birinde yayınladım.

Hayatın bir ucu geliş, bir ucu gidiş… Bu ikisi arasındaki zamana ise ömür diyoruz. Herkesin ayrı uzunlukta yaşadığı ve yaşayacağı ömrü tüketerek dünya sahnesinden çekilen Mehmet Yaşar Atnur’a Allah’tan rahmet, değerli dostum Prof.Dr.İbrahim Etem Atnur başta olmak üzere ailesine başsağlığı diliyorum.