Bu başlık; meslek büyüğüm birlikte çalışmış olmadan övünç duyduğum Kadir Sabuncuoğlu'nun, anılarından derleme yaptığı ilk kitabından bir bölümün...

Biz mesleğe başladığımızda gazeteciler, ekmeğini sadece kalemiyle ve o kalemin namusunu koruyarak kazanırdı...

Sakın kimse yanlış anlayıp bu yazıyı, sağa-sola çekmesin. Benim anlattıklarım bir iç dökümü!


Allah Rahmet eylesin Durdemir Bilirdömez... Durdemir Bey, adı gibi sağlam adamdı... Erzurum'da doğmuş, büyümüş... Kafaflar Çarşısı'nın emektar esnaflarından birinin tek oğlu ama gerçek bir Erzurum beyefendisiydi. Hakikat Gazetesi'nden, Hür Söz'e, Tercüman'dan, Ak Ajans ve İhlas Haber Ajansı'na, tam 40 yıl, hergün önüne düşen onlarca haberden titizlikle bir kaçını seçer servis ederdi. Doğu Anadolu Bölgesi'nin vicdanlı gazetecilerinden biriydi...

Anlayacağınız bizim meslek tabiriyle 'Bu taşranın hamalıydı...'

Vallahi, mesleğe ilk başladığımız doksanlı yıllarda Demir Bey'in, adını biz muhabirler, (bürosunda çalışanlar hariç)'Şef' diye bilirdik. Adam resmen sabır küpüydü. Oğlu yaşındaki biz ergenlerin haylazlıklarına katlanır, babamıza yapamayacağımız nazları, hataları, isyanları O'na yapardık da; bize ''Gülüm bu da yapılır mı?'' cümlesini biraz sert tonlayarak fırça atmaktan başka söz demezdi. Şefin, en büyük cezası bir kaç gün en çok sevdiğiniz haberlere sizi göndermemek ve 'taşra' haberi yazdırmak olurdu. Biliyor mususnuz, o yıllarda biz taşranın da taşraları vardı!

Unutmadan Şef'in, en korktuğumuz cezası ise küsmesiydi!
Bu; öyle kötü bir cezaydı ki, işten atılmaya tercih ederdik. Ne yaparsan yap, kendi kurallarına göre zamanı gelmeden affetmezdi. Sabah herkesten önce gel, bütün taşra haberlerini yaz, çayı demle, bölge sayfasına manşet çek, umurunda olmazdı. O, gözlerine bakarak, iki eliyle önce belini, sonra burnunun üzerine düşen güzlüklerini yukarı doğru itekler ve 'Gülüm...' demedem odasına giderdi.


Yetim ve oksüzlüğümü O'nun, yanında yaşadım. Annem öldüğünde, bana; ''Sen, yetenekli bir çocuksun. Bak üç tane daha anan var diyerek!'' Bakırcı Mahallesi'ndeki sobalı evimizde bacılarımı gösterip sözde beni teselli ederken gözlerinden sicim gibi yaşlar akmştı.

Tam 3 yıl... Yani tamı tamına (sigorta kayıtlarıma göre) bin 95 gün birlikte heyecanlandık, birlikte güldük, birlikte ağladık... Hele ben, dedim ya yetim kalıncada yanımdaydı!

Babamın beyin kanaması geçirdiği gün de telsizden; ''2510 konuşuyor, 2545... Orhan nerdesin?'' diye anons ettiren oydu! (Cep telefonları olmadığı için 45 km karelik bir çapta o yıllar, İHA olarak bölgede ilk telsiz kullanan büroyduk.... İrfan Tarakçıoğlu ve Kubilay Çelik, polislere özenerek hepimze birer kod vermişti. Özellikle Vedat Refayeli'ye kodunu ezberletebilmek, ya da aradığımızda bulabilmek için neler çekerdik. Şaka bi yana bu muhahabere sitemini harbi benisemiştik. Komik değil mi?)


Demir Bey, Osmanlıca notlar alırdı. Anılarını yazacaktı. Hatta bir ara bana word dosyasına geçirdiğini de söylemişti. Bilmiyorum oğulları Köksal, Selçuk, Şenol, o notları ne yaptı?


Bildiğim Şef, emekli olur olamaz 'İpekyolu'ndan Olimpiyat'a' adıyla gerçekten belgesel nitelikte bir kitap yayınladı (2011). Aynı yılda vefat etti.


'Dağda Taşta, Karda Kışta; Bir Ömür Bin Haber'


Bu başlıkta, Demir Bey'den sonra 'Şef' demeye başladığımız, 41 yıl emek verdiği mesleğinden geçtiğimiz yıl emekli olan Kadir Sabuncuoğlu'nun, anılarını derlediği kitabın adı. Rönasens yayınlarından çıktı. Önceki gün, Vehip Atalay Kültürsarayı'nda, elime aldığım anda su gibi yudumladığım bir gözdükümü... Ha; Demir Bey'e bizim kuşak nasıl 'gülüm' derse, Kadir Bey'in lakabı da 'gözüm'dü...


Bir üç yılda Kadir Bey ile sigorta kayıtlarında olmasada, gazete manşetleri ve TV'lerin en reytingli bültenlerinde bir çırak olarak imza birlikteliğimz oldu. Demir Bey'in, duygusallığına inat Kadir Bey ile profesyönelliği ve yaşama tutunmayı öğrendim. 30 yaşında hemde ne zorluklarla bir 4 yıllık fakülte okumama en çok katısı olanlardandı. Bende sanırım verdiği hiç bir görevde O'nu mahçup etmedim.


Harbi öğretmendir. Öyle meslek ustalığı anlamında değil, gerçekten öğretmen!


-De, -da, -ki, -bağlaç, -zamir, -özne, -yüklem, -olay, -yer, -zaman...
İlkokul çocuklarına öğretir gibi belletirdi. Bunlar bir yana yeter ki algısı açık olan bir eleman bulsun, birinde azıcık mesleki heyecan, yetenek sezsin, imkansız imkanlar oluştururdu. Kibarlığından, o minicik kitabında yazmamış belki ama rahmetlik Sayıl Narmanlıoğlu'nun tabiri ile ''nice kazmalar sayesinde gazeteci oldu...''


Kadir Bey, taşradaki (Ankara'nın Doğusu) en profesyönel gazetecilerden biriydi. Bu nedenlede önceliği hep işi ve kurumuydu... Hürriyet'e aşık bir adamdı. Yaşdaşım olan Barbaros (oğlu) ve Prof.Dr. Nilüfer Sabuncuoğlu Hoca (kızı) acaba, babalarının bizimle geçirdiği zaman kadar kendileriyle zaman tüketmiş midir?

Veya okuldaşı, hayat arkadaşı Hatice Hoca?


Aslında; Dağda Taşta, Karda Kışta; Bir Ömür Bin Haber'den bahsedecektim ama... Nerelere gittim. Sanırım bu da Öztürk Akkök'ün suçu...


Durun bari bu kadar dertleştik O'nu da anlatayım. Bir dönemm, ismiyle özdeşleştiğim Palandöken Gazetesi'nden yine nedense küsüp ayrılmıştım. Öztürk Ağabey, Doğu Ekspres'e çağırdı. Belkide meslek hayatımın en verimli bir yılıydı... Hafta içi spor sayfası ve birirnci sayfaya katkı sunar 'Sanal Alem' diye bir iç sayfayı 5 gün boyunce özgün içeriklerle hazırlardım. Haftada bir gün de tam sayfa röportaj yazardım. Bir çok meslektaşımı, ağabeyimi, kardeşimi, ilginç hayat öyküsü olan meslek erbaplarını, şehrin unutulmuş namlı yaşlılarını o siyah beyaz sayfalara konuk ederdim. İçimde uktedir. O günlerde yanımdan ayırmadığım halen dahada kütüphanemde duran sipiralli 'cep not' defterime göre bir kaç isim daha vardı. Demir Bey, Kadir Bey, Süreyya Çarbaş, Mücahit Küleri, Mustafa Bingöl, Mehmet Şener,Sayıl Ağabey, Fikret Dadaş, Macit Gürbüz... Güya bu isimlerle de röportajlar yapıp, 'Taşranın Hamalları' ismiyle kitaplaştıracaktım.
Olmadı.. Ekspres'den de zamansız ayrıldık. O seride öylece yarım kaldı!...

Nasip işte bu güneymiş, bu bahane ile iki ustayı daha kısacıkda olsa kendi gözümüzden yazmış olduk.

Umarım, hayallerimiz yarım kalmaz ve 'Taşranın Hamallarını' ben yazamasam da bir yerlerde bir gün bir yazan çıkar.


Çok uzattık. Aslında yazının özeti... Ekmeğini sadece kalemle kazanan ve haberi namus belleyip gazetecilik yapan adamlar devri hızla kapanıyor...


Anlamadığım, her üniversiteye neden halen daha mantar gibi iletişim fakültesi ve o fakültelere de gazetecilik bölümleri açılıyor!


Alın size, bize bu kadar ilham olan o kitaptan bir haber.

Ve bu şehirde bizim mesleğin son hali ve pür meali!

Bugünlerde Şifo Mehmet ile şifa bulan Erzurumspor, geçmişte bakın Şifo'nun da hocası olan Ünlü Teknik Direktör Toshack'ı nasıl kaçırmış?

Al kitaptan, benim yazıya attığım başlıkla aynen ver... En az 3 bin tık alır... Ama kimin umurunda ki!


Bizim arkadaşlar aday adayı peşinde koşa dursun, bakın elin kızı sinekten nasıl yağ çıkarmış!

Profesyönellik böyle bir şey işté!

Ünlü magazin röportajcısı Ayşe Arman'ın imzasıyla Hürrriyet'in hafta sonu ekinde tam sayfa yer bulan, günlük milyonlarca takipcisi alan ODA TV ve benzeri sitelere manşet olan bu kitap, bizim 100 hadi, 5 bin olsun, tıklanan sitelerimizde ve günlük en fazla 500 adet dağıtılan yerel gazetelerimizde iki satır yer bulmuyor!

Sonrada; 'Ev danası niye öküz olmuyor' diye bir yerlerimizi yırtıyoruz. Arkadaşlar, kardeşler yahu her şey neyse ne de; haberde kıskançlık, çekememezlik, beğenmemezlik olmaz. Haber, haberdir. Kimin olursa, nerede olursa alırsın, kaynağını belirtip gerçekliliğini bozmadan kullanırsın. Bilmiyorum bize böyle öğrettiler!

Bu vesileyele iki ustayıda anmış olalım. Demir Bey'a Allah'tan rahmet, Kadir Bey'e de nice nice sağlıklı ömür ve daha bol kitaplı günler dileyelim.