“Bir zamanlar bir iyi bir de kötü büyücü varmış. İyi büyücü, bir insanı kötü büyücünün şerrinden korumak için onu buğday tanesine çevirmiş. Kötü büyücü birden bir horoz olup tam taneyi yutacakmış ki iyi büyücü tanenin üzerine bir şinik buğday dökmüş. Böylece kötü büyücü aradığı taneyi bulamamış.” İşte Hıristiyanlar da Allah’ın kitabı olan İncil’i bu hale getirdiler. Allah’ın kitabının yanı sıra 49 kitabı kutsal tanıyarak hak ve batılı birbirine karıştırdılar”! Bunlar Tolstoy’dan! (İçimizdeki Şeytan).
Pavlos; “İsa’yı çok severseniz, cennete girersiniz, öğretilerine uymayabilirsiniz ”demişti. (Michael Hart). O zaman kullar İncil’i rafa kaldırmış oldu! (Aynı yöntem Müslümanlarda da hayattadır!)
Tolstoy yaşasaydı da biz Müslümanları görseydi ki; Allah’ın gönderdiği Kuran ayetlerine Hz. Muhammed (SAV) ‘den 400 ila 1400 sene sonra üçyüzbinin üzerinde hadis, bilmem kaç âlim, kaç yüz cemaat lideri ve yüzlerce tarikat lideriyle ulemalar tarafından ayar verildi! Sonradan tahmine ve yoruma dayalı hadisler kutsal tanındı, hükümler onlara göre verildi.
Kuran için alternatif kitaplar yazıldı, imanın ayarlarıyla oynandı, katmerli şirk patladı!
İnsanlar kendi dillerinde okumadılar, dinlerini kendilerini din adamı diye lanse edenlerin anlattıklarıyla öğrenme yoluna gittiler. Anlatanlar ise Kuran’dan Allah’ın emirleri yerine tefrika anlatmayı, kişilerin hayatlarından hikâyeleri, kendilerinden eski yaşayarak büyük makamlara koydukları(!) âlim diye etiketledikleri insanların hayatlarını ve sözlerini, kitaplarını naklettiler. Hala dini referanslarımız böyle devam ediyor!
Kuran’ı kendi dilinde okudun mu diye sorduğun gerek Müslümanlar ve gerekse din adamları (ne demekse din adamı) kızıyorlar; Allah’ın ilk emrinin “oku” olmasına rağmen! Allah’ın emrini yerine getirip kendi dilinde anlamaya çalışarak okuyanlar ise “mealci” diye sınıflandırıldı, yetmezmiş gibi “mealciler” diye başka bir grup icat edildi.
Bu yüzdendir ki Allah’ın istediği “Gruplara ayrılmayın emri” gerçekleşmedi!
Allah’ın istediği ve Peygamberimizin yaşayarak örnek olduğu ahlak seviyesi bu nedenle Müslümanlara yerleşmedi!
Ahlakı sadece yumuşak huyluluk olarak algıladı; Müslümanlar. İslam’ın nefretle ve şiddetle reddettiği Allah’ın istemediği eylemleri (adaleti öldürmek, yalan, iftira, riya, münafıklık alametleri, emanetlere hıyanet, beytül mala tecavüz, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet alıp vermek, adam kayırma, suçların cezasını vermeme, gruplara ayrılma, cinayet, şiddet veya sapkınlıklar) yapmaktan çekinmediler veya siyasi olarak ses çıkarmadılar, kabullendiler!
Gerçek güzel ahlak tanımının resmi yetkililerce yapılması gerekse de; bu konuda hiç umutlu değilim!