Dünya görüşlerimiz neredeyse taban tabana zıttı. Buna rağmen başında bulunduğum Palandöken gazetesinde Ömer Nazmi’nin yazmasını ve görüşlerini özgürce savunmasını istedim, hatta sağladım.

Beş yıla yakın bir zaman birlikte mesai yaptık.

Hakiki bir şair, iyi bir yazar ve sahadan gelen bir gazeteciydi.

Muhalifti, hem de ödünsüz dik duran bir muhalif…

Bütün meselesi, hakça paylaşımın ve hukukun tesis edildiği bir Türkiye’ydi.

Esasında vicdan sahibi herkesin hayalini kurduğu bir düzen istiyordu, ama O, bu düzeni isterken referanslarını hep Marksizm’e dayandırırdı.

İnançlara da ideolojilere de saygılıydı…

Prensibi evrenseldi:

“Kimse kimseye ne inanç ne ideoloji dayatmasın.”

Zaman zaman gazetenin yayın politikasına ters düşen yazıları oldu.

Beni arayıp sitem edenlere rağmen, Ömer Nazmi’nin hiçbir yazısını sayfadan geri çektirmedim.

Ne yapalım O da öyle düşünüyor.

Hakaret yok, iftira yok, yalan yok, küfür yok…

Yalnızca eleştiri…

Evet…

Her faninin uğrayacağı o muhakkak akıbetle tanıştı Ömer Nazmi…

Yarınlara dair yazmayı planladığı birkaç kitap vardı.

Birkaç kez bahsetmişti.

Fakat kaza bir kez daha tedbiri bozdu.

Ömer Nazmi, şiirin sessiz çığlığı olarak aramızdan usulca ayrıldı.

Çok sevdiği ve daha birkaç ay önce kaybettiği anasına kavuştu.

Ömer Nazmi bize, muhalif olmakla muhteris olmak arasındaki o ince nüansı öğretti.

Misal; bir lideri ya da hükümeti ahmakça ve körü körüne taparcasına övmek ne kadar çıldırma haliyse, o lideri ya da hükümeti sırf karşı çıkmak için saçma sapan argümanlarla yerden yere vurmak da o denli delilik halidir.

Allah rahmet eylesin ve merhametiyle muamele buyursun…

Biz Ömer Nazmi’den hem memnunduk hem de seviyorduk.

Erzurum, ne yazık ki düşünen bir evladını daha kaybetti…