Öncelikle modern eğitimimizin temellerine şöyle bir göz atacak olursak; 1824 yılında açılan İptida-i Mektebi'ni ilerleyen yıllar Rüştiyeler, Askeri İdadiler, Darulmuallim Mektepleri, Sultaniler, Darul Fünun, Cerrahhane, Tıbhane-i Şahane takip etmiş, eğitimin uyacağı esaslar 1869 yılında yapılan "Maarif-i Umumiye Nizamnamesi" ile eğitim şekillenmiş, bu nizamname geliştirilerek bugünkü "Milli Eğitimin Temel İlkeleri” oluşturulmuştur. Osmanlıda İptida-i, Rüştiye, İdadi, Sultani ve Darul Fünun şeklindeki sistem Cumhuriyet döneminde; ilk, orta, lise ve üniversite adlarını alarak devam etmiştir.
Daha önceki klasik medrese eğitimine kurumsal anlamda baktığımızda ise; İmam-ı Azam'ın türbesi etrafında şekillenen "Azam Medresesini" Bağdat'ta açılan Nizamiye medreseleri takip etmiş, Osmanlıda bu sisteme Enderun Mektebi ilave edilmiştir. Denilebilir ki tüm bu eğitim kurumlarının felsefi anlamda ortak özelliği; "devlete bürokrat", ana-babaya "hayırlı evlat" yetiştirmekti. Yüzyıllar ve hatta çağlar boyu eğitimimiz bu felsefi temel üzerine kurulmuştu.
Bu gelenek Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde devam etmiştir. Son dönem Osmanlı’daki batılılaşma hareketleri önemli ölçüde bireysel yetkinliği öne çıkaran anlayışı öngörmekle beraber klasik anlayış yirminci yüzyılın sonlarına kadar teoride ve pratikte etkisini hissettirmekteydi. Ta ki ortaöğretimde okuyan, özellikle 1990 sonrasında mezun olan insan sayısında ciddi artışlar meydana gelince artık liseler, üniversiteler devlete ve kurumlara eleman yetiştirmeyi terk ederek mezunlarına biraz da liberal anlayışın gereği olan; eğitiminizi verdik, "başınızın çaresine bakın" dercesine bin yıllık gelenek terk edilmiştir.
Günümüzdeki eğitim anlayışına gelince; ilk ve orta öğrenim devresinde, öğrencilere kendilerini, devleti yönetmeye yarayacak sosyal bilgilerden mahrum, millî ve sosyal vazifelerini öğrenmeyi ve uygulamaya yetecek yani kaliteli bürokrat eğitimden uzak olarak yetiştirilmektedir. Dünyanın ve Türkiye'nin içinde bulunduğu şartlardan, mevcut siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelerden tamamıyla habersiz yetiştirilmeleri sorunların artarak büyümesine sebep olmaktadır.
Milli, dinî ve ahlakî vazifelerini yerine getirmeye elverişli bir ruh eğitiminden geçmedikleri gibi, gerçeği aramaya yönelmiş bir düşünce disiplininden de çok uzak olmaları, istikbalin yöneticilerinin hâlâ on dokuzuncu asrın anlayışı, kanun veya nas gibi öğretilmeye devam edilmektedir. Zeka yerine hafızaya önem verilmekte, eskimiş bütün bilgiler, raflardaki tüm kitaplar adeta öğrencilerin beynine yüklenmeğe çalışılmakta, hiçbir bilimsel temele dayanmayan, Türkiye için son derece zararlı bir bakış açısıyla verilen eğitim anlayışı sürüp gitmektedir.
Dini idealler alay konusu, milli idealler toplum hafızasından kovulması gerekli bir tufeyli gibi gösterilmektedir. Halbuki tecrübe-i hayat ve psikolojinin buluşları, matematik sahasında ki ilerlemeler, atom ve çekirdek fiziğindeki gelişmeler, maddeci kâinat ve tarih anlayışının temellerini yüz yıldır sallamasına karşılık biz hâlâ yüz yıl öncesinin verilerine dayanarak eğitimi sürdürme isteğimiz gençlere zarar vermektedir.
Orta öğretimde eskimiş hipotezler yerine yeni buluşları, nano teknolojiyi, elektronik dünyadaki gelişmeleri, haberleşmenin geldiği boyutları, M. Plank, Einstein, Haisenberg, De Broglie, Şörödinger gibi bilim insanlarının teorilerinin felsefi manaları hakkında öğrencilere doğru dürüst bir şeyleri öğretmekten çok uzağız.
Maddeci anlayışın, kainatın yapı taşları olarak kabul ettiği atomlar ve atom altı parçacıklar spritüel anlayışla ele alınıyor. Hâlbuki gelinen noktada sonsuz kâinat yerini sınırlı bir kainat anlayışına, başlangıcı ve sonu olmayan kâinat tasavvuru, başlangıcı ve sınırları olan kâinat tasavvuruna dönüşmeğe mahkum bırakılmıştır. Eğitim, burada beklenen işlevini ne kaliteli bürokrat yetiştirme, ne anaya babaya hayırlı evlat yetiştirme ve ne de özgür düşünceli/liberal anlayışa sahip bireyler yetiştirme işlevlerinden hiçbirini yerine getirememektedir. Genç beyinler yarının dünyasına maalesef layıkıyla hazırlanmamaktadırlar. Bazıları "Osmanlıcı", bazıları "İslamcı", bazıları "Türkçü" ve bazıları da "batıcı" olarak yetişmekte bu ise toplumsal hayatta tezatlara yol açmaktadır.
Fen bilimleri için söylenenleri düşüncemizin esası olan mantık-ı muhakemeyi ve ondan doğan sonuçları da veremeyiz. Veremiyoruz. Mantığın, kavramlar arasında zaruri, mantıkî ilişkileri kontrol eden bir teknik olduğunu kabul edersek kaba pozitivizm ve ilkel rasyonalizm'den kaynaklanan eksileri tekrar etmeye devam eden bir eğitim anlayışıyla karşılaşmamız mukadderdir. Halbuki eğitimimiz hâlâ nascı ve eskimiş bilgilerin etkisinde varlığını sürdürmektedir.
Orta öğretimimizin sosyal bilimler sahasındaki durumu da diğer bilim dallarından pek farklı değildir. Sosyoloji, mantık, felsefe ve tarih hâlâ yetersizin ötesinde yok sayılmaktadır. Üstüne üstlük zararlı sayılabilecek fikirlerin gelişmesine kaynaklık teşkil etmektedir. Okullarda sosyoloji, psikoloji ve felsefe dersleri olmasa da olur eğitim anlayışı varlığını sürdürmesi düşündürücüdür.
Tarih anlayışı; Avrupa toplumlarının gelişimi esas alınarak öğretilmesi, bir Bizim toplumumuzun kendine güven duyması ve ilerleyebilmesinin temel şartı olmaktan uzaktır. Tarih dersleri Türk toplumunun hayrete şayan gelişimi, gelişim şartları, gelişimin ortaya çıkardığı büyük sanatsal ve kültürel eserleri tanıtıcı olmaktan çok uzaktır.
Türk kültürünün muhteşemliği, İslam Medeniyetinin insanlığa kattığı değerlerinin varlığından habersiz nesiller yetiştirilmektedir. Avrupa tarihinin gelişimi ve insanlığa yaptığı katkıların eksik ve taraflı verilmesi ayrı bir tartışma konusudur.
Tarihimizin ilerleme ve gerileme devirlerini, liderlerin ehliyetine bağlayıp işin içinden çıkmak, hiçbir milli vazifenin ve ulvi idealin zihinlerde teşekkül etmesi için yeterli değildir. Topluma kurtarıcılar ve kahraman liderler beklemek anlayışını empoze ederek, böyle zannedilen fertlerin eteğine yapışarak kalkınacağı hatta cennete gidileceği kanaatinin verilmesini amaçlayan eğitimle bir yere varılamayacağını artık idrak etmek gerekir.
Birde Türk Tarihinin Osmanlı Devleti bölümü anlatılırken büyük ilerlemenin maddî ve manevî tarafını bir kenara bırakıp, askeri zaferleri övmenin, gerileme ve yıkılış devirlerini ise Osmanlı toplumunun dokusunu ve varlığının temelini teşkil eden millî ve dinî ideallerle alaylı bir bakışa sebep olacak şekilde Çaldıran, Mercidabık, Ridanye, Otranto ve Preveze zaferlerinin kültürel, ekonomik, askeri ve startejik büyüklüğünü kavratmaktan uzak olduğu gibi, Özi, Kalas, İbrail, Karlofça, Paserofça, Ayestefenos ve Uşi gibi anlaşma ve mağlubiyetlerin gerçek sebeplerini vermekten uzak olması eğitilen gençlerin ruhi yapılarında büyük zaafiyetler oluşturmaktadır.
Tarih, dürüst bir şekilde araştırılıp tetkik edildiğinde kendisinden beklenen neticeleri verir. Bilim insanlarımız bu işlevi yerine getirdiğini kabul etsek dahi bu bilgilerin ortaöğretim programlarında öğrencinin gelişim düzeyine uygun bir içerik ve teknikle yerleştirilmesi elzemdir. Aksi halde kuru bir bilgi yığını halinde kalacağı gibi, siyasi ve fikri bakımdan, başkalarına bağımlı, gerçek manasıyla köle fertler meydana getirmekten başka bir işe yaramaz. İnsanlar, tutarlı, sistem haline getirilmiş, başarı kazanmış fikirler karşısında teslimiyete hazır halde bulunurlar. Ne yazık ki eğitim anlayışımız tamda bunu sağlayacak nitelikler arz etmektedir.
İmam Hatip Liseleri kurulduğu günlerdeki arzu, istek ve gayreti göstermemekte, birilerinin arka bahçesi gibi düşünülmesi de bu okullara zarar vermektedir. Okullarda okuyan gençler idealist, güzel ahlak timsali kimseler olmaları beklenirken çok farklı alanlara sapma eğilimleri hatta hizip veya grupların metbuu haline gelmeleri eğitimin bir başka acı tarafını teşkil etmektedir.
Çağın ihtiyacı olan sanat okulları ve müfredatları, modern sanayinin istediği ara elemanı yetiştiremediği gibi sosyal, kültürel ve tarihi alt yapıya hizmet vermekten uzaktır. Teknik sınıfı oluşturması düşünülen çıktılar, bürokratik arzular taşımakta, “masabaşı bir iş” peşinde koşmaktadır.
Durum bundan ibarettir. Eğitim bir toplumun olmazsa olmazıdır. Dünyayı algılayan, gelişen bilgi disiplinlerini içselleştiren ve bugünün değil otuz kırk yıl sonrasının bilgi ve tekniğini öğrenmeye çalışan, günün ilerisinde düşünen bireyler yetiştirmek eğitimin esası olmalıdır.
Çözüm ve çare Devlet eğitimi; bilim felsefesi, tarih felsefesi ve gelecekle ilgili "gelecekçi" anlayışla yeniden şekillendirip gençlerin önü açmalıdır. Ortaöğretimdeki program geliştirmeleri bu doğrultuda atılacak adımlarla gençliğin, ülkemizin ve insanlığın kazanımı sağlanmalıdır.