İstanbul'un en eski ve en güzel semtlerinden biridir Erenköy.. Semtin tam ortasında yükselen Hürriyet ve Cumhuriyet Apartmanlarının hemen yanıbaşında bulunan köşk cezbeder o sokaktan geçen herkesi..
Yıllarca işyerine giderken önünden geçtiğim bu köşkü, yıllar sonra sıklıkla ziyaret edeceğimi aklımdan bile geçirmemiştim o vakit. Köşkün Kazım Karabekir Paşa'ya ait olduğunu, şimdilerde Kazım Karabekir Müzesi olarak hizmet verdiğini ve kızı Timsal Karabekir Yıldıran'ın da müzeyi ziyaret edenlere tarihi bilgiler verdiğini duyunca, köşkü ziyaret edebilmek için kendilerinden randevu aldım. (2007 ) Bir döneme imzasını atan, tarihe mal olmuş Kazım Karabekir Paşa'nın kızı Timsal hanım'la ilk kez karşı karşıya gelecektim. Geçmiş yıllarda kendisiyle bir program yapan Babam'dan da aldığım bilgileri derleyerek kapısını çaldım. Müzenin giriş kısmındaki ofiste karşıladı beni. O günkü içten gülümsemesi ve samimiyetiyle kendine daha çok hayran bıraktırdı beni.. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen, her gittiğimde yine aynı tebessümle karşılanıyor olmakta ayrı bir mutluluk.. O gün çok heyecanlı geçmişti. Elimden tutarak gezdirmişti müzeyi. Üst kattaki Aile albümüne ait fotoğraflara sıra gelince gözlerinin dolu dolu olmasını unutamam..O gün köşkte ne kadar kaldım hatırlamıyorum ama oradan ayrılırken hüzünlendiğimi ve buraya tekrar gelmeye karar verdiğimi hatırlıyorum.
Gel zaman git zaman, kendisini kimi zaman kısa süreli kimi zaman da uzunca sohbetlerini o yoruluncaya kadar fırsat buldukça dinliyordum ve not alıyordum. Vakfımızın düzenlediği bir konferansa konuşmacı olarak geldiği günün sonunda, tüm salon kendisini ayakta alkışladı.Hitap şekli, konuşmasındaki akıcılık ve tarih bilgisi birleşince,doyum olmaz sohbetlere imza atıyordu Timsal Hanım.  Artık kendisine -Timsal Anne- diyordum ve bu onu mutlu ediyordu. Yeğenim ve arkadaşlarını Ana Okulundayken,sömestr tatilinde Müzeyi gezmeye ve Timsal Anne'yle  tanıştırmaya götürdüm. Çocuklar '' Atatürk'ün silah arkadaşının kızını görmeye gidiyoruz.'' diye çok mutluydular. Yaptığımız programa katılamayan  arkadaşlarına bir hevesle anlatışları görülmeye değerdi. O gün o çocukların her biriyle ayrı ayrı ilgilendi, dilleri döndükçe sorular sormaya çalışan çocuklara, cevaplar verdi. Yetim ve öksüz çocukları anlattı onlara.
Bu ziyaretlerim, kendisini tanıdığımı söylediğim her grupla gerçekleşiyor ve böylelikle Timsal Anne'yle sık sık biraraya geliyordum.
Kayıt cihazının start tuşuna basmada önce: bu sefer ki gelişimin: Şehr-i Kadim Aziziye Dergisi için olduğunu söyleyince: ''Erzurum için ne yapsak az.'' diyerek beni yüreklendirerek, bize o içten gülümsemesiyle ve misafirperverliğiyle ev sahipliği yapan Timsal Anne'ye teşekkür ediyor, kendisine sağlıkla ve mutlulukla geçireceği güzel bir ömür diliyorum.

- Timsal Anne bizlere biraz Babanız Kazım Karabekir Paşa'yla ilgili bilgi verebilir misiniz?
Kâzım Karabekir, 1882 yılında İstanbul'da Zeyrek semtinde Koca Mustafapaşa mahallesinde doğdu. Babası Mehmet Emin Paşa, annesi Havva hanımdı. Kâzım Karabekir, Fatih Askeri Rüştiyesi ve Kuleli Askeri İdadisinden sonra 14 Mart 1900 tarihinde Harp Okuluna başladı. 1902'de Harp Okulunu, 1905'te de Harp Akademisini birincilikle bitirdi. 21 Eylül 1905’de Harp Akademisini birincilikle bitirmesi nedeniyle altın maarif madalyası aldı. 10 Aralık 1905’te Kurmay yüzbaşı olarak ilk görev yeri olan 2’inci Ordu emrine ataması yapıldı. 5 Kasım 1905’te önyüzbaşı oldu. 11 Ocak 1906’da Manastırda 3’üncü Ordu emrinde 13’üncü Seyyar Topçu Alayı 4’üncü Bölük Komutanlığına atandı. 19 Ağustos 1907’de Kolağası rütbesine yükseldi.
1911 yılında Harbiye Nezareti’ne başvurarak soyadı kanunundan çok önceleri Karabekir adını kullanmaya hak kazandı. 15 Ocak 1911’de 4’üncü Edirne Kolordusu 10’uncu Edirne Tümeni Kurmaylığına, ek görev olarak da vekâleten Bulgar sınırı Edirne kısmı Komiserliğine atandı. Aynı tarihlerde Alman Islah Heyeti refakatinde de bulundu. Balkan Savaşının başlaması üzerine bu savaşta görev aldı. 22 Haziran 1913’de Edirne savunması sırasında Bulgarlara esir düştü. Aynı yıl içinde barış anlaşmasının imzalanması üzerine esaretten geri döndü. 26 Nisan 1912’de binbaşı oldu. 2 Aralık 1913’de savaşta oluşan zarar ve ziyanların tespiti için kurulan karma komisyonda görev aldı. 8 Ocak 1914’te Genelkurmay 2’nci Şube Müdür yardımcılığına, daha sonra da Genelkurmay karargâhı 2’nci Şube İstihbarat Müdürü olarak atandı. 7 Aralık 1914’te Kaymakam oldu.
1.nci Seferi kuvvetler Komutanı iken 6 Mart 1915’te Çanakkale savaşları sırasında 5.inci Kolordu 14’üncü Tümen Komutanlığına atanarak Kerevizdere’de Fransızlara karşı savaştı.
10 Kasım 1915’te 6.Ordu Kurmay Başkanlığına atandı. . Daha sonrada VI. Ordu Kurmay Başkanı olarak Irak Cephesine gönderildi. 1.Dünya Savaşı’nda Irak cephesinde Mareşal Freiherr von der Goltz paşanın yanında Kut el Amara savaşlarında görev aldı. 14 Aralık 1915’te Miralay oldu. 27 Nisan 1916’da 18.Kolordu Komutanlığına, 8 Nisan 1917’de ise 2.Kolordu Komutanlığına atandı. Bu Kolordu; Van Gölü'nün güney mıntıkası, Bitlis, Muş, Murat Çayı ve Palu Doğusu'na kadar bir bölgeyi kapsayan bir alanı müdafaa etmekle görevlendirilmişti. 27 Aralık 1917’de 1’nci Kafkas Kolordusu Komutanlığına atandı. 18 Şubat 1918’de Erzincan’ı, 12 Mart 1918’de Erzurum’u ve daha sonra da Sarıkamış ve Kars’ı Ruslardan ve Ermenilerden kurtardı. 28 Temmuz 1918’de Mirlivalık rütbesi ile paşalığa yükseltildi. Kazım Karabekir Paşa, 15 Mayıs 1918’de Gümrü şehrini işgal edip, Ermeni çete ve askerlerini çatışmalarda yenerek barışa zorlamış, sonucunda da Batum Antlaşmasını imzalatmıştır. Bundan sonra Tebriz’e hareket ederek İran Azerbaycan’ından İngiliz Kuvvetlerini çıkartmaya muvaffak olmuştur. Mütarekeden sonra Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisliğine İstanbul’a çağrılmıştır. 25 Aralık 1918’de Tekirdağ’da bulunan 14’üncü Kolordu Komutanlığına atandı.
2 Mart 1919’da yılında Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanlığı’na atanan Kâzım Karabekir, Erzurum Kongresi’nin toplanmasına öncülük etti. İstanbul Hükümetinin kendisine verdiği Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklama emrine uymayarak, her türlü askeri yetkilerinden ayrılmış durumda bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya tüm Kolordusu ile bağlılığını bildirerek Kurtuluş Savaşının kaderini belirledi.
Kâzım Karabekir Paşa, Kurtuluş Savaşında 14 Haziran 1920’de Doğu Cephesi Komutanlığına atandı. Doğu Cephesi komutanı olarak, Sarıkamış, Kars ve Gümrü’yü Ermenilerden geri aldı. Doğu Cephesinde gösterdiği bu başarılar nedeniyle 31 Ekim 1920’de Ferik rütbesine yükseltildi. Ermeni Taşnak Hükümeti ile yapılan barış görüşmeleri sonrasında Gümrü Konferansında ve Sovyetlerle yapılan Kars Konferansında Türk Heyet Başkanlığı yaptı. Doğu’da görev yaptığı savaş yıllarında ana ve babalarını yitiren yaklaşık 6000 kimsesiz çocuğa sahip çıkarak, onlar için okullar kurdu.21 Ekim 1923’te Doğu Cephesi Komutanlığının lağvedilmesi üzerine 1’nci Ordu Müfettişliğine atandı. Kâzım Karabekir, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında TBMM’sinde Edirne ve İstanbul Milletvekilliği yaptı. TBMM kararıyla 19 Aralık 1923’te izinli sayıldı. 31 Ekim 1924’te 1’nci Ordu Müfettişliğinden istifa ederek milletvekilliği görevine devam etti. Görüş ayrılıkları nedeniyle Cumhuriyet Halk Fırkasından ayrılan Kâzım Karabekir, “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” adıyla kurulan ilk muhalefet partisinin liderliğine getirildi ve bu partinin kapatılmasından sonra bağımsız olarak milletvekilliğine devam etti. 5 Aralık 1927’de ordu açığında iken emekliye ayrıldı. 1939 yılında yeniden TBMM’ye İstanbul milletvekili olarak giren Kâzım Karabekir, 1946 yılında TBMM Başkanlığına seçildi. 26 Ocak 1948’de Meclis Başkanıyken Ankara’da vefat etti.

- Kazım Karabekir Paşa'nın Erzurum'a olan sevgisinden biraz söz edebilir miyiz?
Erzurum'lu değildi ama herkes onu Erzurumlu olarak bilirdi.Erzurum onun için çok özeldi.Erzurum’da çocukluk yıllarına ait bir hatırası varmış bizlere onu anlatmıştı.Çok küçükken, gittikleri bir bahçede havuz varmış.Burada  bir yerden bir yere atlarken düşmüş başı kanamış, bir avuç kan toprağa karışmış. Zaman içinde '' Erzurum’a düşman girdi '' dedikleri zaman, '' atımı daha büyük bir şevkle mahmuzladım, benim oradan alacak kanım vardı”. diyerek Erzurum'a olan sevdasını bir çocukluk anısıyla özetlerdi.
-Babanızın anlattığı anılardan bahseder misiniz? Biraz da...
Çok ıstırap çekmiş çok acılar yaşamışız Millet olarak. Öyle bir mezalim yaşamışız ki  ve kendi vatanımızda ''vatandaşımız'' dediğimiz insanlar tarafından hunharca katledilmişiz.  İnsanların yürekleri acıtmak için değil ama bir takım gerçekleri görebilmemiz açısından, haklı davamızda haksız duruma düşmemek adına bir anısını anlatmak istiyorum sizlere: '' O kadar yaklaştım ki. '' diyor Erzurum'a. '' İnsanların dişlerini görecek mesafedeyim. Gülerek karşılıyorlar beni. '' Biraz daha yaklaşınca; bir gariplik hissettiğini ve insanların hiç kımıldamadığını farkettiğini anlatıyordu Babam. Daha da yaklaşınca, her birinin canlı canlı kazığa oturtulduğunu gördüğünde, çehrelerin ızdıraptan kasıldığını anlamıştı. Aynen kendi ifadesi şu şekildedir: ''Mezarlıklar sanki ölüleri dışarı atmıştı. Kollar, kafalar ve bacaklar dışarlardaydı. Bunu bize bizim vatanımızda -vatandaşımız- dediğimiz Ermeniler yapıyor ne yazık ki.. ''Allah benim gözümün gördüklerini, dünya üzerinde hiç bir göze göstermesin.'' diyerek hem gördüğü dehşeti dile getiriyor hem de böyle bir acıyı kimsenin yaşamamasını istiyordu.
Bizleri gururlandıran bir başka anısı da şöyle: Ruslar tekrar Kars’ı, Ardahan’ı ve boğazları istiyorlar. Kâzım Karabekir meclis kürsüsünde; “Boğazlar Türk’ün boğazı, Kars Ardahan bel kemiğimizdir. Verecek bir karış toprağımız yoktur” diyor. Amerikan basınında da çok yer alıyor bu sözleriyle...
- Kazım Karabekir Vakfından ve Vakfın amacından ve Müze'den bahsedebilir miyiz?
Babam, gençlerin bir önceki neslin neler yaşadığını bilmesinden öğrenmesinden yanaydı. Bu nedenle, savaşta düşen bir bomba parçasına kadar herşeyi itinayla saklardı. Bir müze hayali vardı ve bunu gerçekleştirmek bizlere nasip oldu. Kâzım Karabekir Vakfının amacı:  Türkiye Cumhuriyeti’ne hizmet etmektir. Kâzım Karabekir Vakfı, 2003 yılında İstanbul Erenköy’de, bugün Kâzım Karabekir Müzesi olan, Kâzım Karabekir’in yaşadığı evde kuruldu. İlk yaptığımız iş, Kâzım Karabekir Müzesini gerçekleştirmek oldu ki, yakın tarihimizi gençlere daha iyi anlatabilelim. Bunda da başarılı olduğumuzu zannediyoruz, çünkü gençlere yatırım yapılan her yerde başarı kaçınılmazdır.
Vakfımızın ikinci kuruluş amacı; binlerce çocuğa el uzatmış bir Babanın çocukları olarak, bizler de: çocuk bakımsız ve sahipsiz kalmamalı ilkesi doğrultusunda çoğu babası olmayan ve ihtiyacı olan  çocuklara kucak açmak. İlköğretimden yüksek lisansa kadar, Türkiye’nin her yerinden, hatta Bakü’den bile evlatlarımıza sahip çıkmak.
Kazım Karabekir Vakfı olarak kullanılan bu bina da aynı zamanda da Babama ve Ailemize ait bir takım özel eşyalar var. Piyanosundan, Asker kıyafetine, tablolarına, kullandığı kaleme dahi rastlamak mümkün. Buram buram Tarih ve hatıralarla dolu olan bu müze, ziyaretçilere her daim açık.
Müzeyi gezdiğimiz sırada yağlı boya bir resmin önünde duruyoruz arkadaşımla. Timsal Anne bu resmin orjinalinin Askeri Müzede bulunduğunu ve resimde Ermeni Başkomutanın kılıcını Kazım Karabekir Paşa'ya teslim ettiği an ki görüntünün olduğunu anlatıyor bizlere.

Ermeni Başkomutan'ın yenilmiş olarak Kars'ı terkederken yazdığı bir mektubu bizlerle paylaşıyor Timsal Anne. Kılıcını Kazım Karabekir'e verdiği zaman ilettiği bu mektubunda: '' Bundan böyle hiç bir Ermeni, ne kötü nazarı ne de silahıyla Türk'e karşı gelmeyecektir.'' diye vaad de bulunmuştur.
Kars Kalesinde dalgalanan şanlı Bayrağımızın olduğu resimde müzeyi süsleyen resimler arasında. Kars'ın da özel bir yeri var Paşa'mızda. Genç yaşlarda ''Kars’ı kurtarmak benim için adeta bir tutkuydu, rüyalarıma bile giriyordu.'' diyor. Daha sonra asker olup, gerçekten de Kars’ı hem de iki kez kurtarıyor. Osmanlı’nın son paşası olarak Ruslardan, daha sonra milli hükümetin ilk başarısı olan Ermenilerden. Kars iki kez kurtarıyor ki, işte oranın şanlı bayrağı da son yolculuğunda Karabekir’i yalnız bırakmıyor.
Müzenin her köşesinde bir hatıra düşüyor aklına. Eski nüfus cüzdanını ve üzerindeki -Ekmek verildi, kömür verildi. -damgaları gösteriyor bizlere camekanlı dolabın içinden alıp  '' Bollukla yaşamamışız bizler de.'' diyerek çocuklara gösterdiğini söylüyor. ''Hür öl, esir yaşama.'' sözünü hiç unutmuyorum Babamın diyerek, Edirne düştüğü zaman Bulgarlar da geçen 3/5 aylık esaret dönemini hatırlıyor birden. Gözleri doluyor.
Paşa'nın bir gazeteciye verdiği röportajda Çanakkale'de çadırına düşen bir bomba parçasını gösterdiğini ve buna -karakedi- dediklerini anlatırken, adeta savaş sırasındaki karargahını anımsatan köşeye doğru gidiyoruz birlikte. Sahra koltuğundan yazı takımına, kar ayakkabılarından atının eğerine kadar birçok emaneti var Kazım Karabekir Paşa'nın bu köşede.. Babasının kütüphanesi süslüyor bir diğer köşeyi de. Tamamı eski olan kitaplar bugün belki de artık yok bir çok sahafda.
Yine müzenin bir köşesinde, Kazım Karabekir'in Moskova ve Kars Antlaşmalarını imzaladığı kalemler( Bugünkü Doğu sınırının kabul edildiği Antlaşma ) ile Gümrü Antlaşmasını imzaladığı kalem bulunmaktadır. ( Osmanlı'nın idam fermanı olan Sevr'i ilk reddeden antlaşma ) 
Moskova ve Kars Antlaşmasında özerkliği konuşulan Nahcivan için, Atatürk ve Karabekir'in özel fikirleri şudur:  Nahcivan, Türk'ün Turan'a açılan kapısıdır ve buraya bir Türk Devleti kurulacaktır.
- Sivil hayatı hemen hemen hiç olmamış, cepheden cepheye koşan Kazım Karabekir Paşa'nın özellikle yetim çocuklara karşı herkesçe bilinen bir sevgisi var. Bu konuya biraz değinebilir miyiz?
Ben soruyu sorduğum an da taş plaktan bir ses yükseliyor.

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM
VATANIM MİLLETİM SANCAĞIM EVİM, İSTİKLALSİZ YOKTUR YERİM... ''1919 Yılında yetim yavruların sesinden diniliyoruz taş plağa alınmış bu marşı.'' diyor Timsal Anne.
O kadar çok şehit vermişiz ki, o şehit evlatları, yetim evlatlar ortada perişan kalmışlar. Aç,susuz ve ev,ocak yok. Kâzım Karabekir babaları, onları toplayıp kolordusunun himayesi altına alıyor. 4 bin erkek, 2 bin kız evlat. Bu çocukların kendilerini geliştirmeleri için, her konuda kurslar açıyor. Kâzım Karabekir evlatlarına, yeteneklerine göre 'sen asker olursun, sen deri işlemecisi olursun' diyerek, çocukları meslek sahibi yapıyor. Onlar meslek sahibi olurken, vatana da faydalı birer birey oluyorlar.
Çocuklara sahip çıkma hikayesi şöyle başlıyor : ( Kazım Karabekir- Çocuk Davamız / Makbule Sarıkaya- Bir Çocuk Kasabası Sarıkamış )
1919’da Erzurum’a giderken yol üzerinde Bayburt’ta gördüğü bakıma muhtaç çocukları Erzurum'a  nakletme emri vermişti. Karabekir’in asıl çalışması ise Erzurum’da başladı. Kimsesiz çocuklara meslek kazandırmak amacıyla 24 Mayıs 1919’da Erzurum Darüleytam’ından ( Yetim Yurdu ) aldığı 12 yaşından küçük 33 çocuğu iki Kolorduluk sanayi takımlarına dahil etti.
Kimsesiz çocukların sayısının fazlalığına karşın Erzurum’daki fiziki şartlar yeterli değildi. İşgalden dolayı yıkılmış olan binalarda eğitim faaliyetlerinin yapılması mümkün olmadığından bunların onarılması ile işe başlandı. 1 Ekim 1919’da gece yatılı okulu açıldı. Bir ilkokul ve Anaokulu yine açılan okullar arasındaydı. Temel eğitim veren okulların haricinde mesleki eğitim veren okullar da ayrıca önem verilen bir konuydu. Bu amaçla Erzurum’da bulunan Firdevsi Kışlasındaki İş Ocağına yüz kadar çocuk nakledildi. Bu ocakta  otomobil tamiri ve şoförlük eğitimi de verilmekteydi.Bu yüzden Otomobil Mektebi adı verilmekteydi. Kısa süre sonra mektebe bağlı bir de Kuyumculuk Mektebi açıldı. Mayıs 1920’ye gelindiğinde Erzurum’daki çocukların mevcudu 1650’yi bulmuştu. Karabekir 1 Mayıs 1920’de Erzurum halkının da katıldığı bir programda, kurmuş olduğu bu teşkilata Çocuklar Ordusu Teşkilatı adını verdiğini ilan etti. Karabekir ordu karargahının bulunduğu Erzurum’da bu önemli eğitim faaliyetlerine öncülük ederken Kurtuluş savaşının dönüm noktalarından biri olan Kars zaferini de kazanmıştı. Kars’ta Ermenileri mağlup eden Karabekir, Sarıkamış’ı ordusu için karargah merkezi haline getirdi. Karargahını buraya taşımasında Ruslardan kalma birçok modern binanın olması etkili oldu. Karabekir şehirdeki modern binaları Çocuklar Ordusu Teşkilatının eğitim faaliyetleri için de bulunmaz bir fırsat olarak görmüş ve burayı Çocuklar Kasabası haline getirmek istemişti.
Karabekir karargahın taşınmasından sonra Erzurum’da kurmuş olduğu okullardan bir kısmını Sarıkamış’a nakletti. Ancak yapılan yalnızca bir nakil işi değildi. Burası bir Çocuklar Kasabası haline getirilecekti. Doğu illerinde eğitimi, sosyal hayatı, zanaatı geliştirmek, bakıma muhtaç yoksul ve yetim çocukları hayata hazırlamak için 12 Kasım 1921’de Çocukları Himaye Cemiyeti adında bir de cemiyet kurdu. Böylece Erzurum’da başlatmış olduğu eğitim faaliyeti Sarıkamış’ta artarak devam etti.
Çocukları Himaye Cemiyeti’nin ilk faaliyeti bir Anasınıfı açması oldu. Zamanın şartlarına göre modern bir eğitim imkanı sunan okulda öğrencilere pratik olarak el işleri, müzik ve ahlaki eğitim veren oyunlar öğretilmekteydi. Sarıkamış’ta açılan okullardan biri de Sıhhiye Mektebi oldu. Fakir ve kimsesiz çocukları sağlıkçı olarak yetiştirmeyi amaçlayan mektepten Mayıs 1921 tarihinde 30, Mart 1923’de ise 20 öğrenci mezun oldu. Buradaki eğitimini tamamlayan öğrenciler Doğu vilayetlerinde sağlık alanında hizmet vermeye başladılar. Sarıkamış’ta açılan okullardan bir diğeri de Sarıkamış Askeri idadisi oldu. Sarıkamış Askeri İdadisi’nin açılması ile Karabekir “artık Çocuklar Kasabamız tam kadrosuyla kurulmuş oldu” diyordu.
Kazım Karabekir Çocuklar Kasabası adını verdiği Sarıkamış’ta bu okulların haricinde çok sayıda kurs da açmıştı. Acılan Ebelik, Dişçilik, Elektrik, Sinema ve Fotoğraf Kursları ile bölgede ihtiyaç bulunan meslek elemanı yetiştirilmesine çalışıldı. Ücretsiz bir şekilde hizmet veren bu kurslar çok sayıda fakir ve kimsesiz çocuğun meslek sahibi olmasını sağladı.
1922 yılına gelindiğinde Çocuklar Ordusu Teşkilatı; Sarıkamış; Trabzon, Kars, Kağızman, Beyazıt, Iğdır, Ardahan, Artvin, Rize, Sürmene ve Erzincan dahil olmak üzere 17 Alay halinde örgütlenmişti. Tüm okullar Sarıkamış’ta bulunan Çocuklar Ordusu Teşkilatına bağlı idi. Her okulun aynı tarzda bir bayrağı vardı ve bayrak üzerinde alayın numarası bulunmaktaydı.
1923 yılında bu okulla Kazım Karabekir Paşa bizzat örgütlediği bu eğitim-öğretim faaliyeti ile bölgedeki yetim, öksüz çocuklara sahip çıktı. Sahipsiz çocukları ölümden sefaletten kurtararak onların meslek sahibi olmalarını sağaldı. Bu çalışmaları ile Doğudaki askeri başarılarının yanına bölgedeki çocukların da babası oldu. Kendisine Yetimler Babası dendi.rdaki çocukların sayısı 6000’e yaklaşmıştı.
Son zamanlarda üzerinde konuşulması sebebiyle, bir konuya dikkat çekmek isterim. Karabekir Paşa, yalnızca yetim Müslüman çocuklara değil yetim Ermeni çocuklarına da aynı muameleyi yapmıştır. Trabzon’da bir okulu yetim kalmış olan Ermeni çocukları için tahsis etmiştir.Bu çocukları ,müslüman çocuklarla birarada büyütmemiş çünkü asimile etmek istememiştir. Bu çocuklarında kendi dinini,dilini bilerek yaşamalarını istemiştir. Müzede  bulunan kara kalemle çizilmiş olan Kazım Karabekir Paşa'nın resmi, bu çocukların kendisine bir şükran ifadesi olarak hediye edilmiştir. Resmin altında: Yetimler Babası Kazım Karabekir / Trabzon Ermeni Yetimleri tarafından yazmaktadır.

- Birazda Kâzım Karabekir’in, Mustafa Kemal Atatürk ile olan dostluğundan söz edebilir misiniz?
Milli Mücadele’nin iki büyük kahramanı, Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir Paşa’nın dostluğu,  II. Meşrutiyet döneminde başlıyor ve I. Dünya Savaşı yılları ve sonrasında da pekişerek devam ediyor.
Kâzım Karabekir'in İran, Irak ve Kafkasya cephelerinde görev almasını takiben,1. Dünya Savaşı’nın sonunda Rus ve Ermeni mezâlimine maruz kalan Doğu vilayetlerinin yanı sıra, Rusların elinde Bulunan Kars ve Gümrü’yü kurtararak, muzaffer bir komutan unvanını alır.Ancak mütârekenin imzalanmasından sonra Tebriz’de bulunan kolordu karargâhının lağv edilmesi üzerine İstanbul’a dönmeye karar verdi.
28 Kasım 1918’de de İstanbul’a geldiğinde Büyükdere açıklarında, İstanbul’u işgal eden İngiliz ve Fransız gemilerinde bayrakların göndere çekildiğini görünce dayanamayarak: “Tek dağ başı mezar oluncaya kadar düşmanla mücadele ederek istiklalimizi kurmaya vicdanıma karşı ahd ettim. Ben bu yemini ettikten sonra bu zırhlılar gözümde bostan korkuluğu niteliğindeydi, hiç bir değeri yoktu. Ya istiklal ya ölüm”  diyerek haykırmıştır.
Gördüğü bir diğer manzara ise: küstah bir Fransız General'in Fatih Sultan Mehmed'i taklid ediyor gibi Tophane'den bindiği atıyla Beyoğlu sokaklarında İstanbul'u fethetmiş gibi geziyor olmasıdır. İngilizi,  Fransızı ve İtalyanı.. İstanbul artık onların. Esaretteyiz, esiriz kendi vatanımızda.. Vatanını seven bir askerin bu görüntülerle karşılaşmış olması onu fevkalade üzmüş ve öfkelendirmiştir.
İstanbul Şişli'deki konağında Mustafa Kemal Paşa'yı ziyaret ettiği zaman: ''Paşam, kurtuluşun anahtarı Doğu'dır, ben oraya gidiyorum.'' diyerek ayrılıyor. Daha sonra Mustafa Kemal Paşa verilen görevle Samsun'a gidecek ve kendisine biçilen; ''Türk'ün silahını topla.'' emrine riayet etmeyerek Vatanın bütünlüğü için çalışmalar başlatacaktır. İşte bu süreçte, Mustafa Kemal Paşa ve Kazım Karabekir Paşa arasındaki dostluk, iyice kuvvetlenir ve  Erzurum Kongresi öncesinde de kendini gösterir.
Anadolu'ya çıkan, 5 inanmış yürek için ilk beşler tabirini kullanılır Tarihimizde . Şöyle ki: Mustafa Kemal / Ali Fuat Cebesoy / Refet Bele / Kazım Karabekir / Rauf Orbay /
Mustafa Kemal Paşa, Erzurum kongresinden önce 8 Temmuz 1919’da görevden azil edileceğini öğrenir ve hemen aynı gece ordudan istifa eder.
İstanbul Hükümetinin tutuklama emrini çıkardığı, en yakınlarının bile kendisini terk etmeğe başladığı bir sırada Karabekir Paşa, Atatürk'e hepimizin hafızalarına kazınmış o cümleyi söyleyerek bağlılığını ve dostluğunu gösterir. ''Paşam ! Dün olduğu gibi , bugünde tüm Kolordumla Emrinizdeyim.'' diyerek suyun akış yönünü  değiştiriyor. İşte o an, İstiklal Harbi başlar ve kazanılır,çünkü inanılmış ve güvenilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli o gün o konakta atılmış ve Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Bu yüce insanı destekleyen, Osmanlı'nın yegane gücü olan 15.Kolordu artık Mustafa Kemal'in yanındadır.
Bütün bunlar olurken: Kazım Karabekir'in başında bir İngiliz bela vardır.Elindeki silahları istemekte,ve teslim etmesi için sıkıştırmaktadır. Karabekir Paşa'da : '' Tamam Albay, ben silahları trene yükledim,gönderiyorum ama Türk halkının ne yapacağına karışmam.'' diyerek gözdağı vermektedir. Tren hareket eder etmez askerlerine köylü kıyafeti giymelerini ve üç istasyon ileri de rayların bozulacağını,makinistin etkisiz hale getirilerek gereğinin yapılmasını söylüyor. Aynen dediği gibi oluyor ve sonunda Albay '' Paşa, senin yaptırdığını anladım ama elimde kanıt yok.'' diyerek öfkesini bildiriyor.
Erzurum Kongresi toplanırken, bir Amerikalı General Harbord Erzurum'a geliyor. Yazacağı rapor Erzurum bir Ermeni yurdu mudur? Türk yurdu mudur? konuludur. Karabekir Paşa, Erzurum Valisi ve  General Kale içindeki tepsi minareye çıkarıyorlar, bir uçtan bir uca kadar olan ecdadın mezarlarını ve küçük bir kısımda bulunan Ermeni mezarlığını da gösteriyorlar. '' Ölülerimiz söylesin,burası kimin yurdu ? '' sorusuyla karşılaşan ABD’li General James Guthrie Harbord tarafından düzenlenip 24 Nisan 1920’de ABD Senatosuna sunulan rapor bizim lehimizde yazılmıştır. Ama bizler ne yazık ki, bu konuda ecdadımıza sanki sahip çıkamıyor gibiyiz ne yazık ki. Gelin görün ki; gerek diaspora ve gerekse de yandaşları bu konuda bizleri suçlamaya devam etmektedirler. Öz yurdunda mezalime uğrayan bizler sessiz kalarak, Ermenilerde 4 T leri için ( Tanıma / Tanıtma / Toprak / Tazminat ) çalışmalar yapmaktadırlar.

- Sohbetimiz sırasında, ısrarla ''Tarihimizi bilelim, öğretelim.'' cümlesini kullanıyorsunuz. Bu konuda bir şikayetiniz mi var?
''Tarihini bilen Millet kökü sağlam bir çınar gibidir. Bir çınar için toprak altındaki kökleri ne ise -ve bu kökler kurudukça çınar nasıl kurumaya başlarsa- bir millet için de tarih odur. Tarihini bilen millet, kökü sağlam çınar gibidir. Zamanla eski âdet ve anânesini, yaşayış tarzını unutan, tarihini bilmeyen, ecdâdının neler yapmış olduğundan haberi olmayan bir millet, kendini ayakta tutan köklerinden birkaçını kurutmuş demektir. Tarih okuyarak onu sulamak lâzımdır.'' diyor Kâzım Paşa
Gençlerimiz araştırmalı, öğrenmeli ve yeri geldiğinde sorgulamalı. Onlar bizim geleceğimiz,bizler onlara çok güveniyoruz.
“Tarihini Bilmeyenin coğrafyasını başkaları çizer. '' sözü yazılıdır Kars'taki Gazi Muhtar Paşa konağında. İşte bugün bizim coğrafyamızın üzerinde içeriden ve dışarıdan oynanan oyunlar budur. Tarihimizi bilmeliyiz ki, bu oyunlara gelmeyelim.
Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkmak, hizmet etmek borcumuzdur, görevimizdir, ibadetimizdir. Her Türk evladı bunu böyle bilsin.  Unutmayalım ki; '' Cihan yıkılsa Türk yılmaz. ''
- 3 Kız kardeş olduğunuzu biliyoruz. İsimlerinizi kim koymuştur? Bu köşkte çok güzel günler yaşadığınız kadar sıkıntılı günlerde geçirdiğinizi tahmin ediyorum. Babanızla ilgili söylemek istedikleriniz var mı? Ayrıca da Babanızı sizin doğum gününüzde kaybettiğinizi, bu sebeple hiç doğum günü kutlamayıp Her yıl aynı tarihte Anma toplantıları yaptığınızı biliyorum. Bu konuda bizimle paylaşmak istediğiniz bir şeyler var mı?
Ben evin küçük kızıydım. Aile ilk çocuğunu beklerken: İkiz kız doğunca "Biz bunlara ne isim koyacağız?" diye şaşırmışlar.  Babamın bir şiiri vardır, "İşte hayat işte emel, vatan için sağlam temel..." diye. Dayım da "Ne düşünüyorsun Paşa enişte? İşte Hayat, işte Emel" demiş. İsimleri böyle konulmuş. Doğduğumda, babam "Karabekir"in timsali olsun" diye adımı Timsal koymuş.
Babam, bambaşka bir insandı. Hiç bir zaman makama mevkiye güvenmedi. Doğru bildiği ne ise her zaman onu yaptı ve bizlere de onu öğretti. Babama, “Kahramansın Paşam” dediklerinde, “Kahramanlık görevin bittiği yerde başlar. Biz görevimizi yaptık” diyen bir insanın evlatları olmanın mutluluğunu hiçbir şeyle kıyaslayamayız biz.
Bu köşk Babamın 1930 yılında aldığı bir köşk.Osmanlı'nın Maarrif Nazırı'nın köşküymüş öncesinde.  ( Milli Eğitim Bakanı ) ''Aman Paşam alama bu evi,perili köşk '' burası diyenler olmasına rağmen almış rahmetli. Bahçede bir zürafa heykeli varmış ve rüzgarda sallanıyormuş.Uğultunun verdiği seste eklenince köşk olmuş Perili köşk. Bu heykel kaldırılırsa, mahalle sakinleri de rahat edecek düşüncesiyle Zürafa heykeli kaldırılıyor.
Mustafa Kemal Paşa ve Karabekir Paşa'nın arasında bir takım sorunlar çıkıp,Babam ordudan ayrılınca,ve sonrasında da İzmir Mahkemelerince Beraat etmesine rağmen,evin etrafındaki  hafiyeler eşliğinde bu evde Babam göz hapsine alındı,bu çok acı. Mevlânâ der ki:  “Her kahırdan lütuf doğar”. Karabekir’in bu evde göz hapsinde olması kahır, ancak hatıralarında gerçekleri yazması bir lütuf. Siyasete girseydi, belki de anılarını yazamayacaktı.
Öğrencilik yıllarından beri tuttuğu günlüklerinden yola çıkarak yazdığı bu kitaplar bugün günümüze ışık tutuyor. Bir dönemi aydınlatması açısından bunların hepsi değerlidir.
“Babamın İki Damla Gözyaşı şiiri vardır. Okursan için acır. Yaşadıkların özeti gibidir bu şiir.'' derken yüzündeki hüznü anlatmaya kelime bulamadım.
İki Damla Gözyaşı
YETMİŞ LİRA İLE MÜTEKAİT BİR ADAM
İKEN, İKİZ KIZIM DA DOĞDU OLDUK TAMAM
EVET TAMAM! ÇÜNKÜ HERKES KAÇIYOR BENDEN
VE BEN DE SABAHLARI ERKEN
YAVRULARIN HAZIRLIYORUM SÜTLERİNİ KAÇIP GİTTİ EVDEKİLER
PARASIZ KİM KİMİ BEKLER?
TAM BU SIRADA HASTALIK SALDIRDI BİZE
İKİ YAVRUMLA ANNELERİ DİZ DİZE
SANCILAR İÇİNDE KIVRANIYORLARDI
HAYATIN KALMAMIŞTI ARTIK TADI.
KALMAMIŞTI ELİMDE HİÇ SATACAK
PEKİ! YA BU HASTALARA KİM BAKACAK?
VEJETALİN ERİTMEK İÇİN SARILMIŞIM KEPÇEYE
FAKAT DOKTOR PARASI SIĞMIYOR HİÇ BÜTÇEYE.
SATMIŞIM ELİMDE OLANI
YEMİŞTİK MAZİDE KALANI.
DÜŞÜNÜYORDUM, İKİ ELİMDE BAŞIM,
DALMIŞIM, BUNALMIŞIM.
SESLENDİ REFİKAM:
PAŞAM! PAŞAM !
NEDİR BU YE’SİN? NERDE HER GÜNKÜ NEŞ’EN?
HASTALIĞIM ARTAR SENİ BÖYLE GÖRÜRSEM.
BU GÜNLER DE GEÇER, ÜZÜLME SAKIN?
NERDEYSE GELİR DOKTORLAR VAKİT YAKIN.
DOKTORLAR MI GELECEK DEDİN?
ACI, PEK ACI BİR ŞEYLER SÖYLEDİN!
SÖYLEMEYE BULAMIYORUM MECAL
VERECEK VİZİTA PARAM YOK İCLAL!
BORÇ FELAKETTİR ŞUNA BUNA
GİRMEM BU TEHLİKELİ OYUNA.
YANIYORDU ELLERİMDE BAŞIM
CEVAP VERDİ YÜKSEK RUHLU ARKADAŞIM:
DEDELERİMDEN KALMA YADİGAR
BİR PIRLANTA İLE BİR SAATİM VAR.
GÖNDERİN BEDESTENE SATTIRIN
BU AĞIR YÜKÜ BENDEN ATTIRIN.
BU, YÜKSEK RUHLU BİR TÜRK KIZIYDI
TÜRK VARLIĞININ BİR YILDIZIYDI.
TAŞI, SAATİ UZATTI BANA
BEN DE GÖNDERDİM “SAT” SALONUNA.
BİRKAÇ YÜZ LİRA GELDİ GERİYE
SIKINTIYI ATTIK BİZ İLERİYE.
FAKAT REFİKAM:
DÖNDÜRÜRKEN DUVARA BAŞINI
GÖRDÜM İKİ DAMLA GÖZ YAŞINI.
DEDİM: LANET OLSUN BÖYLE GEÇİME!
ARTIK DÜŞDÜM BEN DE KENDİ İÇİME:
KULAKLARIM İÇİMİ DİNLİYOR,
HER YERİM İNLİYOR.
GÖZLERİM İÇİME BAKIYOR,
VE GÖRDÜĞÜ YERİ YAKIYOR.
KALBİMİ DELDİ O İKİ DAMLA YAŞ
HAKSIZ YEREYDİ BU ÇETİN SAVAŞ.
BU DÜŞÜNCELERİM PEK KISA SÜRDÜ
ÇÜNKÜ VİCDANIM TAMAMEN HÜRDÜ!
ARKADAŞIMLA BAKIŞTIK
VE GÜLÜŞTÜK
HEMEN TOPLADIK KENDİMİZİ
VE DÜŞÜNDÜK KÖYLÜ EFENDİMİZİ:
NELER ÇEKİYOR ASIL OLAN ONLAR
YAŞAMIYOR MU ŞEREFİYLE MİLYONLAR...
DEDİK VE KARIMLA EL ELE VERDİK
VE BU ACI GÜNLERİ PEK ALA YENDİK.
Evet, 26 Ocak 1948 tarihinde benim 7. Yaş günümde kaybettik Babamı. Bu sebeple doğum günü kutlamayı pek sevemedim. Her yıl bu tarihte düzenlenen Panellerle ve Konferanslarla yeni nesillere bilgilerimizi aktararak hem Tarihimize hem de ecdadımıza olan sorumluluğumuzu yerine getirmenin huzurunu yaşıyoruz.
Bu vesile ile, Babam gibi benim de özel bir sevgimin olduğu Erzurum'a, Erzurum'lulara ve bu derginin çıkarılmasını sağlayan Aziziye Belediyesiyle birlikte sizlere çok teşekkür ediyorum.