Bu şehir sesidir baştanbaşa bir milletin

Bu şehir bekçisidir yüzyıllardır hürriyetin

(İ.Bingöl)

Zaman yeni bir hırçınlıkla getirdikçe hatıraları yâdıma; bir nehir akıyor gönül gurbetinde sana doğru… Yüzün, gözlerin, gülüşün ve türkülerin güzelliği eşliğinde dalgalanan bakışların geliyor aklıma… Yıllardır bıkmadan, usanmadan, yüksünmeden şuramda ta şuramda taşıdığım ince ağrı yeniden nüksediyor ve ayrılığın derin acılarını büyük bir ustalıkla resmeden o mahur beste, eş ederek matemine, kendi içimde bir sürgün olduğumu bir kere daha kuvvetle hatırlatıyor. Daralan göğüs kafesim, büyük bir nefesin yürek boşluğuma dokunan ağırlığıyla birlikte, kopup giden ve ayrılık ateşiyle daha da büyüyen bu bağlılığa yer vermenin büyük gayreti içerisinde, yeni bir sınanmanın telaşıyla daha da küçülüyor.

Arzularım çoğaldıkça sana doğru, yalnızlığım daha da koyulaşıyor, sitemim ve mahsunluğum, hüznümü çoğaltan kavganın her geçen dakikada biraz daha esiri oluyor. Sarıldıkça bedenime geçmişin güzelliğiyle süslü hissedişler, konuşmalar ve endişeler; ruhum yeni bir kaygının, elde olmayan bir korkunun ellerine mahkûm oluyor ve uzaklarda olsan bile; hayal edemeyeceğin boyutta beni sana bağlıyor. Unutma kelimesini lügatte tamamen çıkarıp, vefa, dostluk ve aşkla yoğrulmuş yeni bir halle, içerimi ısıtıyor. Hatıraların pembeleştirdiği bir zaman kesiti, film şeridi gibi bir bir kafamdan geçerken, dilim ise, geçmişten izler taşıyan şarkının yalvarış ifade eden mısrasını mırıldanıyor:

"Beni de alın koynunuza hatıralar"

Şimdi hepsi de birer rüya olan o günlerin, tatlı, munis ve muhabbetli vakitlerinde yaşananları bir yalvarış şeklinde dile getiren bu mısra, dilime nereden düşmüştü?.. Radyodan dinlemiş olabilirim. Ya da; hatıralarıyla baş başa kalmış bir yazın adamının, hatıralardan başka sığınacak mekânı kalmayan bir şairin, hayatının mâziye intikal etmiş dönemleri hakkında kaleme aldığı bir yazısında da okumuş olabilirim. Her neyse... Şimdi bırakalım bunları da, bu mısraın çağrışımlarından söz edelim biraz da... Yalnız doğan insan, her ne kadar, ömrünün değişik dönemlerinde sayısız kişiyle beraber olsa da, yıllar geçtikçe bu kalabalıklar; ölenler, yitenler ve terk edenlerle birlikte gitgide azalıyor ve nihayet, doğarken yanında olan yalnızlığıyla ve bir de hatırlarıyla baş başa kalıyor.

Hemen her insanın hatıra olarak anlatacak bir şeyleri mutlaka vardır. Bu hatıraların çoğunun birbiriyle benzer noktalar taşıdığını da ekleyelim bu arada... Benzer olan bu hatıralardan ilk akla geleni askerlik hatıralarıdır. Bir yerde otururken, söz dönüp dolaşıp askerlikten açılmaya görsün... Masayı çevreleyen sandalyeleri dolduranlar, büyük bir sabırsızlıkla söz sırasının kendilerine gelmesini beklerler. Hatta dirhemle kelâm edenlerin bile, konunun çekiciliği karşısında dilleri çözülür, adeta bülbül kesilirler. Hele bazıları, söz sırasının kendilerine gelmesini bile beklemeden, pat diye düşerler sohbetin ortasına ve bir daha da susturmak zordur o kişiyi. Askerlik dönemine ait hatıralar, bazen bire beş, bire on katılarak anlatılır etraftakilere...

Çünkü anlattıklarının doğru olup olmadığını test etmenin imkânsızlığını o da bildiğinden, yaşadıklarının yanında yaşamadıklarını da ve hatta başkalarının başından geçenleri de kendi başından geçmişçesine anlatır kişi... Dinleyenlerin inandığını sanır belki ama... Olsun; öyle olmasa bile, söze giremediği başka konular yanında, kendini dinletecek bir konu bulmuştur ya şu anda. Önemli olan da budur zaten...

Hatıraların bir de öğrencilik günlerimizle ilgili olanları vardır. Kimi güldüren, kimi; bugün bile hatırlandığında insanı hüzne gark eden ve de; duygu dünyamızdan izler taşıyanları... Dönem dönem ele alırsak, çocukluğumuzla, ilk gençliğimizle, arkadaşlıklarımızla, yaşadığımız çevreyle, oturduğumuz muhitle, büyüklerden dinlediklerimizle, konuştuklarımızla, başkalarının anlattıklarıyla ve okuduklarımızla ilgili olarak zihnimizde kalanların hepsi de hatıralar şeridinin acı tatlı birer parçasıdırlar.

Çocukluğumuz dedikte... O günlerin en tatlı, çocuk ruhumda iz bırakan en hoş çizgileri faytonlar... Erzurum sokaklarını arşınlarken, atların ayaklarından çıkan sesler bugün bile çoğumuzun kulaklarında çınlamaktadır. Hele de; faytonun arkasına binmeye çalışan birini görüp de, sabretmek ne mümkün. Biraz hasetle, biraz da muziplik olsun diye faytoncuya seslenilir: "-Emi, arkaya kamçı..."

Toprak damlı evlerin bacalarında oynanan oyunlar, uçurulan kuşlar, edilen sohbetler, hatıralar tazelendiğinde hâlâ dile getirilip, hâlâ anlatılmakta değil midir? Hatıraların izini sürerken, kendine has özellikler taşıyan, yaşanıp geçtikten sonra güzel görünen dönemlerimizin içinde; okuduklarımız, bilgi ve kültür dünyamızı şekillendiren, düşünce ufkumuzun ilk yapı taşları olan kitaplar ayrı bir değer, ayrı bir anlam taşır. Bugün bile yeri geldikçe, çocukluğumuza, ilk gençlik dönemimize ait bu kitaplarda okuduklarımızdan zihnimizde kalanları dile getirmekten geri durmayız. Çizgi romanlarla haşır neşir olunan günlerin bile ne kadar iz bıraktığını, düşününce daha iyi anlarız.

Her hatıranın büyüklüğü ve ilgilendirdiği çevre, hatıra sahibinin hayat çizgisiyle, hayatına sığdırdığı olaylarla yakından ilgilidir. Zigzaglar içerisinde, çalkantılar arasında tükenen ömürlerin sahibi kişilerin anlattıkları elbette ki daha çekicidir ve belki tarihe kayıt düşmektir de aynı zamanda...

Son yıllarda kitapçı vitrinlerini hatıra kitapları işgal etmekte olduğuna, kitap ve yazı dünyasında hatıralar, çok satanlar listelerinde yukarılara tırmandığında, zaman zaman hatıra savaşları yaşandığına göre, gidişat belki biraz da toplumca yaşlanmayı işaret ediyor. Bir yandan hayatın temposu hafifliyor; düşüyor, ağırlaşıyor. Yaşlanıyoruz.

Her birimiz hayatın bizdeki karşılığını, bıraktığı izleri anlatıyor, yazıyoruz. Herkesin hayatı, kendisine ait, ötekilerden farklı olduğuna göre, bir bakıma yaşadıklarımızı kayıt altına alıyor, geleceğe aktarıyoruz. (“Ali Kurt, “Yaşanmamış Hatıralar” adlı yazıdan.09.06.2003.Erzurum Gazetesi)

Ne yazık ki, hayatı bu şekilde yaşayanların ekserisi, şahidi oldukları olaylardan hafızalarında kalanlarla beraber ötelere hicret etmeyi tercih etmişlerdir çoğu kere... Bir başka ifadeyle, bizim milletimizin büyükleri hatıralarını kayda geçirme gibi bir alışkanlığa sahip değildirler ki; evlatları onları okusunlar ve benzer olaylarla karşılaştıklarında nasıl davranmaları gerektiği hususunda fikir sahibi olsunlar hiç olmazsa...

Hatıralara methiye de dizsek, ağıtta yaksak, ne bizi koynuna alacakları var, ne de geçmişi yeniden yaşatacakları... Onlar artık geçmişin derinliğinde birbirleriyle sükûtu paylaşarak uyumakta ve ara sıra kendilerini yâdedenlerin dillerinde yaşamaktalar.

Konu önemli ve hemen geçilemeyecek olduğundan, biraz da geçmişin prangaları ayağımıza dolandığından olsa gerek, sözü belki biraz uzatmış olduk. Buradan hemen anlatmak istediğimiz konuya ve kitaba, kitapla ilgili olarak yapmış olduğumuz sohbete geçelim. “Hatıralardaki Erzurum” adlı kitap, uzun bir bekleyişin ardından nihayet ellerimizde... Kitabın ilk olarak tek cilt halinde yayımlanmasının üzerinden epeyce bir vakit geçtikten sonra, öncekilere yeni isimler eklenerek, iki cilt halinde, Yazarlar Birliği Erzurum Şubesi Başkanı Hanifi İspirli’nin, yönetim kurulunun ve özellikle yönetim kurulu üyesi Yusuf Kotan’ın büyük gayretleriyle yeniden hazırlandı ve Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen tarafından bastırılarak, hatıralarında Erzurum’u yaşatmaya çalışanların istifadesine sunuldu. Artık bundan sonra bir şey söylemeye gerek yok diyelim ve sözü; Hanifi İspirli’ye bırakalım:

-“Hatıralardaki Erzurum” kitabı, yeni isimler eklenerek, genişletilmiş olarak tekrar basıldı. Ama bu sefer iki cilt halinde. Kitabın hazırlanış ve basılış serüvenini sizden dinleyelim.

-Erzurum kitabı iki cilt olarak yayımlandı. Bunun daha öncesi var. Yaklaşık 4 yıl önce tek cilt halinde yayımlanmıştı. Kitabın şöyle bir özelliği var: Erzurum'da yaşamış, Erzurum'u görmüş, Erzurum'da hatıraları olan, eli kalem tutan isimlerden Erzurumla ilgili yazılar. Yani Erzurum'da yaşadıkları, gördükleri, hafızalarında kalanları yazmaları uzun bir sürecin sonunda ortaya çıktı. Kitapta olanların sayısına baktığınızda, yetmiş dört kişiyi bir araya getirmek, bu anlamda çalışanlar gayet iyi bilir, öyle kolay bir şey değil. Ama biz dört yıl önce bunun ilk kitabını beş kişiyle birlikte yayınlamıştık. Kitap Türkiye genelinde dağıtıldıktan, dostlara, arkadaşlara, tanıdık bildiklere ulaştıktan sonra büyük ilgi gördü. Ardından, yukarıda ifade ettiğimiz özellliklere sahip kişilerden "neden ben yokum, neden ben yokum" gibi itirazlar ya da istekler gelince, Yusuf Kotan hocayla birlikte ikinci kitabı hazırlamayı gündemimize aldık ve çalışmaya başladık. Tabii yazıların ulaşması, derlenip toparlanması, gözden geçirilmesi, basılacak matbaanın seçilmesi, baskı işlemleri derken, bütün bunlar bayağı zamanımızı aldı. Nihayetinde Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanımız sayın Mehmet Sekmen'e kitabın baskısı için konuyu açtığımızda, sağolsunlar, bizleri kırmadılar ve kitabın basımını, dağıtımını üstlendiler.

Erzurum Büyükşehir Belediyesi iki ciltlik "Hatıralardaki Erzurum" kitabını güzel bir baskıyla yayımladı ve ortaya konan çabalarda böylece karşılığını buldu. Pandemi dolayısıyla kitabın istediğimiz gibi; dostlara, yakınlara ya da okur kesimine tam olarak ulaştığı söylenemez. Ayrıca tanıtım konusu var. Bu dediğimizin olabilmesi için kitapların tanıtımının yapılması gerekir. İnşallah ilerleyen zamanda öyle bir çalışmamız da olacak. "Hatıralardaki Erzurum" hakkında ilk olarak kısaca söyleyeceklerim bunlar.

-Kitabın önsözünde "Bize kalanları yitikler hazinesine yazdırmamak için yola çıktık" diyorsunuz. Ve bu aslında bu cümle kitabın amacını özetler gibi göründü gözümüze.... Bu yazdığınızı biraz açar mısınız?

-Evet, iyi yakalamışsınız onu. Şöyle birşey var, hemen hepimiz, artık öyle hızlı bir dünyada yaşıyoruz ki, dünyanın değişiminin farkında bile değiliz. Erzurum biliyorsunuz kadim bir şehir. Erzurum'un tarihi, kültürel varlığı burada yaşamış olanlar açısından büyük bir imkân ve büyük bir şans. Bu şansı yakalamış olanlar, bu şehirde kaybedilenleri gelip bize sonradan anlatıyorlar. Yani bunlara yitik hazinemiz demek gerekiyor. Dünün sokakları, dünün mahalleleri, dünün evleri artık yok. Birer birer terk-i diyar ediyorlar.Ya bizim elimizle yokediliyorlar ya da tabiatın yıkıcı özelliklerine dayanamayarak ortadan kayboldular. Bunları yaşamış, bunları görmüş, tabii sadece bina, şehir, mekân, insan ilişkisi açısından değil, insan insan ilişkisi açısından da bunları kayıt ettirmek gerekiyordu. Niyetimiz oydu zaten. Yani bu "Hatıralardaki Erzurum" yaklaşık yirmi yıllık bir hayalin hayata geçirilmesidir benim açımdan. Çünkü yaşadığımız, konuştuğumuz, dostumuz, ağabeyimiz olan herkes şunu ortak olarak söylüyordu. "Ah eski Erzurum". Yani eski Erzurum dediklerinde ki neyse, o yitip gitmesin diye, önsözdeki cümlede de belirttiğimiz, gibi kayıt altına aldık.

-Kimilerinin hatıraları özellikle böyle kadim şehirlerin hafızaları haline geliyor zaman içerisinde... Siz de bu yaptığınız çalışmayla hafızalarımıza ve şehrin hafızasına ışık tutmuş oluyorsunuz. Bu ışık tutmaya kimler katkı sağladı, hatıralarını kimler anlattı, geçmişteki yaşanmışlıklarını okuyucularla kimler paylaştı?

-Şimdi bu isimleri saymak biraz zor ama yeraldıkları sırayla kitaptan yararlanarak söylemeye çalışayım: Mehmet Orhan Okay, Rasim Cinisli, Hakan Hadi Kadıoğlu, Sadık Kılıç, D.Mehmet Doğan, Mustafa Çetin Baydar, Muammer Cindilli, Naci Elmalı, İbrahim Aydemir, Burak Karen,Dilaver Düzgün, M.Talat Uzunyaylalı, Nizamettin Korucu, Şaban Abak, M.Hanefi İspirli, Halit Dursunoğlu, Muzaffer Taşyaürek, Ali Kurt, Abdurrahman Zeynal, Hüseyin Yurttaş, Şahin Torun, Feridun Andaç, Ali Haydar Haksal, Ahmet Efe, Cahit Solakoğlu, Mustafa Ağırman, İbrahim Kavaz, Erdal Güzel, M.Sıdkı Aras, Lütfi sezen, Sıddık Akbayır, Bekir Sıddık Soysal, H.Ömer Özden, Hikmet Yıldırım Celkan, Mustafa Kök,Necati Öner, Şenol Mızrak, Şeref Akbaba, Mehmet Özkarcı, Hüseyin Kotan, Ömer Yaşar Özgödek, Saim Sakaoğlu, Ahmet Faruk Sinanoğlu, Fahrettin Olguner, Yusuf Kotan, Ali Köseoğlu,Nurullah Genç, Tacettin Şimşek, İsmail Bingöl, Turan Karataş,Mehmet Taştan, Yaşar Bayar, Mucip Kına, Mehmet Özdemir, Hasan Hüseyin Tokuş, Sara Gürbüz Özeren, Reşat Coşkun, İbrahim Sevim, Kadir Sabuncuoğlu, Abdulnasir Kımışoğlu, Çiğdem Pirimoğlu Mutaf.

Kitabın çıkışı bazı sebeplerden ötürü gecikince, hüzün verici bir durum da oldu. Kitaba yazı verdikten sonra vefat edenler, bu güzel çabanın şahidi olamadılar. Mesela Orhan Okay, Necati Öner... Bir kaç tane daha böyle isim var, ama şu anda aklıma gelmedi. Yani Feridun Andaç'tan Ali Haydar Haksal'a, Cahit Solakoğlu'ndan İbrahim Kavaz'a kadar birçok ismi bu kitapta biraraya getirirken, epeyce gayret sarfedildi. Hatta bazı dostlarımız şöyle dedi: “Bu insanlar mekân anlamında birbirlerine o kadar uzakta yaşıyorlar ki, biraraya gelme ihtimallleri çok az. Ama bu kitapta hepsi birarada yaşayacaklar.” Böylece Erzurum'u bu şekilde, şimdi mazi olan zamanlardaki güzellikleriyle ve beraberinde, o günlerde yaşadıkları ağır şartlarla ilgili hatıralarını gelecek nesillere aktarmış oldular .

-Saymış olduğunuz isimlerin herbiri çok kıymetli Erzurum kültürü için... Özellikle bir vakitler Erzurum’un o yıllardaki kültürü içerisinde yaşamış ve kalemleri güçlü olan, uslûp sahibi, yazıyla bağı olan isimler... Bu açıdan bakınca, zannediyorum bu durum esere daha bir kıymet kazandırıyor olsa gerek.

-Kesinlikle... Ukalalık sayılmazsa eğer şunları söylemek istiyorum. Bu isimleri bir araya getirebilecek bir yapı da artık yoktur. Yani biz bunu, birlikte göstediğimiz bir çalışma sonucunda, epey bir emek harcayarak başardık. Özellikle Yusuf Kotan Hoca gece gündüz koşuşturdu bu iş için. Ha birde şunu belirtmek lâzım ki, ilk olarak tek cilt halinde yayımlanan kitap, Türkiye genelinde dağıldıktan sonra şöyle de bir güzelliğe vesile oldu. Benzer içerikte kitaplar çıkmaya başladı. Mesela bunlardan ilk aklıma gelen; "Hafızalardaki Sivas" kitabı. İşte "Yaşayanların Bingöl"ü diye bir kitap çıktı. Bunlar da mahallî şehir tarihi açısından sevindiren gelişmeler olarak kayıtlara girmiş oldu.

-Yani bu çalışma bir öncü olarak örnek teşkil etmiş oldu öyle mi?

-Tabii tabii... Yani şu anda benim bildiğim kadarıyla yaklaşık yirmi şehirde buna benzer çalışma yapılıyor. Hatta arayan arkadaşlarımız bize, "Ya nasıl başardınız, biz birine ulaşıyoruz, ikinciye ulaşamıyoruz, üçüncüyü buluyoruz, dördüncüyü bulamıyoruz."gibi, yaşadıkları illere dair serzenişte bulunuyorlar. Keşke başarabilseler de seksen bir ilin hatıraları, hafızaları böylece kayıt altına alınsa. Çünkü biz şimdiki zamanı gelecek zamana taşıyarak, gelecek nesillere bir şeyler aktarmış olacağız. Başka bir şansımız da yoktur. Dün, bugün ve yarını birleştiren bir çalışma olduğuna kanaat getirdiğim bu kitap gibi kitapların bütün Türkiye'de yayılması gerekiyor ve bildiğim kadarıyla yani iddia etmiyorum ama böyle bir çalışmayı ilk defa Erzurum'da, Erzurumla ilgili olarak biz yaptık. Yetmiş dört tane birbirinden değerli kalem bir araya gelerek, halen yaşıyor oldukları ve geçmişte bir dönem yaşadıkları şehirdeki hatıralarını bu kitap için kaleme aldılar. Ben kendilerine sizin aracılığınızla bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.

-Sayın İspirli, düşünecek olursak yaşadığımız bölgelerde, yörelerde, özellikle yemeklerimizi, tatlılarımızı ya da daha başka özelliklerimizi yazıp, kitap olarak yayımlıyoruz. Fakat yaşadıklarımızı, şehrin hafızasını meydana getiren kendi yaşanmışlıklarımızı, kişisel menkıbelerimizi dile getirmeyi, hele de yazmayı pek düşünmüyoruz. Halbuki şehrin yerel tarihi açısından bu yazılanlar ya da yazılacak olanlar, gelecekte bu şehri tanımak ve anlamak isteyenler için çok önemli. Maalesef günümüzde bu hassasiyete sahip kalemler fazla çıkmıyor. Aslında yapılan çalışmanın bu manada da büyük öneme haiz olduğunu söyleyebilir miyiz?

-Tabii ki. Ve maalesef o tarz kalemler çıkmıyor dediğiniz gibi. Ama işte biz bu konuyu desteklemek için siyah beyaz da olsa birtakım fotoğraflar da koyduk yazılara. O fotoğraflara baktığınızda işte elli yıl öncesindeki, altmış yıl öncesindeki Erzurum'a ait bir ipucunu, bir kareyi yakalayabiliyorsunuz.Yani oradan da bir hafıza okuması yapabiliyorsunuz. Kitabı okuduktan sonra şehirde gezerken kendi kendinizle ve yanınızdakiyle paylaşarak, demek ki işte burada da şu okul varmış, şurada da bu kışla varmış. Şurada bu han, burada da şu hamam varmış gibi, konuşma şansını elde edecek kadar güzel bilgiler var bu kitapta. Kitabı hazırlarken başka bir şey daha yaptık, onu da belirtmeden geçemeyeceğim. Birinci ciltte yoktur bu. İkinci cildin arka kapağına, Erzurum'un yetiştirdiği değerli şairlerden, genç yaşta aramızdan ayrılan Nazir Akalın isimli kardeşimizin "Erzurum Kasidesi" şiirini koyduk. Yani bir yerde işte nesirle başlayıp, şiirle tamamlamış olduk şehri. Ben bu şiirin bir kısmını okumak istiyorum sohbetimizin sonunda. Amacım; okuyucularımızdan şairi bilmeyenlerin de, hiç olmazsa bu şiir vasıtasıyla adını duymalarını istiyorum.

-Kitaba ulaşmak isteyenler ne yapmalılar?

-Yukarıda da söylediğimiz gibi, kitap; Erzurum Büyük Şehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen beyin ilgileri sonucunda, belediyenin yayınları arasında yer aldı. Kitabı; belediyenin kültür daire başkanlığına müracaat ederek ya da internet sitesinin mesaj bölümüne taleplerini yazarak elde edebilirler.

-Her Erzurumlu'nun aslında evinde bulunması gereken arşivlik bir çalışma yapmışsınız. Bu bağlamda sizi, sayın Yusuf Kotan'ı, yönetiminizi ve kitabın meraklılarına ulaşmasını sağlayan Erzurum Büyük Şehir Belediye Başkanı sayın Mehmet Sekmen’i bir kere daha tebrik ediyorum. Son olarak sizden “Erzurum Kasidesi”ni dinleyerek söyleşimizi noktalayalım.

-Bir mahmur sarsıntıyla seslendim dağlarına

Yere diz vurmak için geldim kutlu kapına

Leylalar büyümeden girdiğim çıkmazların

Göklerini buladım mehtapların kanına

Vakitsiz şarkıların dalgalandı dilimde

Yüzümü tutuşturdum beyaz alınyazına

Mecnun’un hikâyesi gök çekimli değildi

Mumyalanmış köpükler sızarken her yanına

Karanfiller kokuna yeni şerhler düşerken

Kanımdan renkler serptim dağlarının başına

(…)

Omuzlarım karanlık devranlara çarparak

Başımı taşıyor bak Palandöken dağına

(…)

Ey sen ki rüzgârını saçlarıma dolayan

Bir kutlu tövbe için yine geldim kapına

Not: Bu yazı ve röportaj daha önce “Şehir ve Kültür” dergisinin Ağustos ve Eylül 2021 sayılarında ve dünyabizim.com sitesinde yayımlanmıştır.