1-BÖLÜM
1916-1918 yılları arasında Rus işgali altında kalan ve Ermeni çeteleri tarafından acımasızca yakılıp yıkılan Erzurum bu karanlık günlerde Kâzım Karabekir’in ifadesiyle ‘Meydan-ı Kerbela’ya dönmüştür.
12 Mart 1918 yılında düşman işgalinden kurtulan Erzurum, hızla yaralarını sarmaya başlamış, 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi’ne ev sahipliği yapmış ve Cumhuriyeti kuran şehir olmanın gururunu yaşamıştır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra şehirde başlayan hummalı çalışmalar neticesinde, yeni projeler hayata geçirilmiş, şehrin sosyal ve fizikî yapısında gözle görünür değişimler yaşanmıştır.
Cumhuriyet’in vermiş olduğu enerji, şehrin her tarafında hissedilmiş; Cumhuriyet Caddesi, Cumhuriyet Oteli, Cumhuriyet Sineması gibi yeni yapılan projeler ‘Cumhuriyet’ ismi ile taçlandırılmıştır.
Şehrin modern bir görünüme kazanmasında en etkin çalışma Cumhuriyet Caddesi’nin açılmasıyla başlamış, bunu sırasıyla Hastaneler Caddesi, Paşalar Caddesi, İstasyon Caddesi ve bu caddelerin üzerindeki çağdaş yapılanmalar izlemiştir.
İşte bu çağdaş yapılaşmalardan biri de Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan ve dört bloktan oluşan ‘Vakıf Apartmanları / Evkaf Evleri’ idi.
Halk arasında ‘Evkaf Evleri’ de denilen bu apartmanlar dört katlı olup mavi, kırmızı, yeşil ve mor renkleriyle caddede yüzük kaşı gibi dizilmişlerdi.
Mülkiyeti Cennetzadeler’e ait olan ve 1941 yılında Belediye tarafından istimlâk edilen 975 metrekarelik arsanın, 1951 yılında ‘Vakıf Apartmanları’ yapılması şartıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne verilmesi neticesinde, 1952 yılında yapımına başlanan bu apartmanların tam karşısında da 1939 yılında yapılan dört daireli ve iki bahçesi olan toprak renginde başka bir ‘Vakıf Apartmanı’ bulunmaktaydı.
Bu apartman dairelerinden birine 1963 yılında taşınmak bize de nasip olmuştu. İlkokul ikinci sınıftaydım. Sömestr tatili olmuş, karnelerimiz almıştık. Yegenağa Mahallesi Balyoz Sokak’taki evimizde tatilin keyfini çıkarırken anne ve babamın bu mahalleden taşınacağımıza dair konuşmalarına şahit oluyordum. Annemin evi toparlamaya başlamasından taşınacağımızı anlamıştım. Derken, bir sabah kamyon kapıya dayandı ve eşyalarımız yüklendi. Rahmetli annem gümüş bir semaveri kucağıma verip beni şoför mahalline oturttu. Kamyon hareket edince semaverin içinde unutulan su, kucağıma dökülmüş, keyfim kaçmıştı.
Kamyon bizi Cumhuriyet Caddesi’ndeki Vakıf Apartmanları’nın en başındaki mavi renkli blokun önüne getirdi.
Yeni evimiz üçüncü kattaydı. Dört odası, banyosu, mutfağı ile bu ev bize saray yavrusu gibi gelmişti. Oturma odamız ve salonumuz Cumhuriyet Caddesi’ne, mutfak ve diğer iki oda ise apartmanın arka bahçesine bakıyordu.
Eşyalar taşınırken, boş olan evi bir anda çocuk oyun alanı haline getirmiştik. Hele caddeye bakan balkona çıkıp etrafı seyretmek İstanbul Boğazı’nı seyretmek kadar güzeldi.
Taşındığımız evde, bizden önce 1955-1960 yılları arasında Erzurum Belediye Başkanlığı görevinde bulunan Dr. Edip Somunoğlu oturmaktaymış.
1965 yılında Sağlık Bakanlığı yapan Dr. Edip Somunoğlu Erzurum’un yetiştirdiği önemli şahsiyetlerinden biridir. Genç yaşta Milli Mücadele’nin içinde olmuş, Ebulhindili Cafer Bey’in kurmuş olduğu ‘Dadaş Müfrezesinde’ yer almış ve ‘Dadaş Edip’ diye tanınmıştır.
Hiç unutmam Edip Somunoğlu’nun Ergun isimli oğlu, dağda kayak yaparken gelen bir çığın altında kalarak vefat etmişti.
Yerleşmemiz bittikten sonra rahmetli babam beni Cumhuriyet İlkokulu’na yazdırdı. Okula Erzincan Çarşısı’ndan geçip gidiyordum. Oysa apartmanlardaki çocukların çoğunluğu Kültür Kurumu İlkokulu’na gidiyordular.
Sakinleri memur, bürokrat, serbest meslek sahibi ve esnaf olan Vakıf Apartmanları’nın bir kısmı da EBK çalışanlarına lojman olarak tahsis edilmişti.
Rahmetli babam Erzurum Tapu Sicil Müdürüydü ve ‘Tapucu Mehmet’ diye bilinirdi.
Babam, devletin toplu iğnesine sahip çıkacak kadar kamu malını gözetirdi. Evimize getirilen hediyelerin bizim kapıdan geri çevrildiğine komşularımız çok tanık olmuşlardır.
Apartman sakinleri içerisinde hâkim, bürokrat, memur gibi çeşitli meslek guruplarının olmasından dolayı Erzurumlu olmayan çok komşumuz vardı. Farklı kültür taşıyan insanların Vakıf Apartmanları’nda akrabadan öte yakın ilişkiler içinde olması önemli bir ayrıntıydı. Komşular arasında asla politik mülahazalar yapılmazdı. Din konusunda kimse kimseye telkinde bulunmaz, inançlar vicdanlarda yaşar ve sorgulanmazdı. Bulunduğumuz ortamın en güzel tarafı ise insanlar arasında statü farkının unutulmuş ve ön plana getirilmemiş olmasıydı. Bu yaklaşım, o günkü ilişkileri ifade eden çok önemli bir sosyal göstergeydi. Komşularımız eğitimli ve çok güvenilir insanlardı. Kısa zamanda kaynaştığımız komşularımızla kocaman bir aile olmuştuk. Her evi, kendi evimiz bilir, kapılardan girer çıkar, gariplik hissetmezdik.
Apartman komşularımızın ve çocuklarının isimlerine bakıldığı zaman Cumhuriyet Türkiye’sinin yansımalarını görebilmekteydik. Annemin ismi Türkân’dı. Komşularımız arasında Türkân isminde iki teyzemiz daha vardı.
Sümer, Adnan, Bihter, Kâmuran, Tülin, Berna, Selçuk, Atilla, Cengiz, Feride, Uğur, Sevgi, Bahar, Oya, Gül gibi isimler o günün fikirsel bakış açısını ifade eder nitelikteydi.
Apartmandaki genç kızların kıyafetleri çok şıktı. Bazıları oldukça cesur giyerlerdi ama 1965’li yılların Erzurum’unda bu giyim tarzı kimsenin dedikodusuna takılmazdı.
Zaman içerisinde komşularımızla ve onların çocuklarıyla tanışıp kaynaşmış, çocukluğun verdiği özgüven ve cesaretle etrafı kısa zamanda tanıyıp çevreye ünsiyet sağlamıştık.
Apartmanlar arasında boşluk vardı ve her apartmanın arkasında kömürlükler sıralanmıştı.
Çocuklar olarak bu boşluklarla ‘Arka Bahçe’ dediğimiz kömürlüklerin olduğu alanda veya caddenin karşısındaki apartmanın ‘Karşı Bahçe’ veya ‘Küçük Bahçe’ dediğimiz alanlarında oynardık. Yazın mekân tuttuğumuz yer ise apartman girişlerindeki merdivenlerdi.
Bu merdivenler antik bir hava tiyatrosunun tribünleri gibiydi. Oturur sohbet eder, gelen geçeni seyrederdik.
Merdivenlerde akordeon, saz ve darbuka çalıp, türkü söylediğimiz de olurdu. Merdivenlerin solisti ‘Kırmızı gül demet demet’ türküsünü okuyan Musa’ydı.
Bu günlerde olduğu gibi, o günlerde de Erzurum’da küçük çocukların hocaya gönderilmesi geleneği vardı. Apartmandaki çocukların bazıları, ‘Arka Bahçe’nin kömürlüklerinin üzerinden tırmanıp Muratpaşa Mahallesi’ndeki bir hocaya giderken, ağabeyim ve ben Çaykara Deresi’nin yanındaki bir hocaya devam ederdik.
Yaz geldiği zaman bazılarımız merdivenlerin önünde tezgâh açar, sakız veya gazoz satardık. Genelde müşterilerimiz apartmandaki teyzelerimiz olurdu.
Çocukluğumuzu doya doya yaşadığımız bu ortamda, keşke şunu da yapsaydık dediğimiz hiçbir şeyin olmadığını gönül rahatlığı ile söyleyebilirim.
Devam edecek…