Önceki yazılarımda “cemaat”le ilgili dile getirdiğim tespitlerin daha iyi anlaşılması için cemaat kavramını “idealize edilmiş haliyle” değil sosyal hayatımızdaki çıplak gerçekliğiyle bir daha ele almak istiyorum. Cemaatler hayatın içinde, hata ve sevaplarıyla…
Toplumumuzda umumiyetle; en masum haliyle nefsini terbiye etmek, edep, erkân, bilgi ve kültür eğitimi almak, ilahi buyrukların hikmetlerine ulaşmak gayesiyle bir cemaate dâhil olunmaktadır. Bu anlamda dini cemaatler birer hikmet okullarıdır. Ayrıca bir gruba mensubiyet, kendisi gibi düşünen ve yaşayan insanlarla birlikte olmak bireye güven verir, bireyi korur.
İslâmî bir kavram olarak cemaatin ne anlama geldiğini en iyi, İki Cihan Güneşi Sevgili Peygamberimizin hadis-i şeriflerinden anlıyoruz. Anladığımız şu ki; (Gazalî’nin ifadesiyle)cemaat, Müslümanların çoğunluğunun "tâbi olduğu imam"ın (devlet başkanı) emri altındaki Müslüman topluluğu… Bugün birbirini rakip gören fırkalar değil!
Cemaat kavramına, bir cemaate mensup olup samimiyetten uzak insanlarca hizip anlamları da yüklenebilir:
1-Kalabalık ve güçlü cemaatlere katılarak, cemaatin insan kaynağını dünyevî menfaatler için potansiyel güç olarak kullanmak, İslam’ı zenginleşme ve iktidar aracı görmek
2-Kurdukları cemaatte “biz” kimliğini güçlendirmek için “onlar”ı hep rakip, daha kötüsü düşman olarak görmek,
3-Bir yerde güçlendiklerinde de kendi dışındakileri yok saymak, cemiyet(toplum) içinde yaşadığını hesaba katmayıp bir cemaat bencilliğine düşmek.
İslamcı kesimin yaklaşık bir asırdır ötekileştirilmesi, dünyevî yoksullukla beraber mağdur ve mazlum olması bir direnç olarak bireyde cemaatlere katılma şuurunu geliştirmiştir. Ne var ki son on beş senedir gerek maddi güç, gerekse merkezi ve yerel yönetimlerde elde edilen makamlar, mevkiler, yetkiler, cemaatleşen İslamcıların “varlık”la imtihanını kaçınılmaz kılmıştır: makamla, parayla, kısacası dünya ile… Güce sahip olma şaşkınlığı ve yönetme tecrübesizliği İslamcıları, zaman zaman aslî gayelerinden uzaklaştırmıştır.
Muhafazakâr toplumlarda din referanslı cemaatlerin eleştirilmesinin veya eleştirilerin açıkça dillendirilmesinin zor olması, cemaatleri kontrolsüz güç haline getirebildiği gibi cemaatlere geniş hareket alanı kazandırır, belli bir rahatlık sağlar ve hatta şımartır; bir cemaat enaniyeti, bencilliği doğurur; cemiyeti unutturur:
Son on beş senedir bazı cemaat bireylerinin cemiyeti ve insanları inciten uygulamalarını, o cemaatin ileri gelenlerine şikâyet olarak taşıdığımda aldığım cevap üç aşağı beş yukarı aynı olmuştur: “Daha çok hizmet etme aşkıyla elemanlarımız bazen hatalar yapıyor!” Bir müddet sonra, sıkça tekrarlanan hataların ( yalan, iftira, kamuda tarafgirlik, algı operasyonu…) hata değil o cemaatin bilinçle uyguladığı strateji olduğuna kani oldum. Hâlbuki tartışılmaz bir hakikattir ki: “Aşırı hırs, gayedeki hikmeti yok eder!”
Her bir cemaat, kayıt dışı bir parti (fırka) gibidir. Kuran-ı Kerim Müslümanların kardeş olduğunu beyan ediyor; lakin cemaatler fırkalaşınca fırkalar arasında husumet doğuyor.
Hukuk devletinde atanma şartlarını taşıyan cemaat mensuplarının da emsalleri gibi belirli makamlara atanma isteği ve buralara atanmaları kadar normal bir şey olamaz. Normal olmayan cemaat üyelerinin belli makamlara geçtikten sonra görevinin sorumluluğunu bilememesi; elde ettiği görevi cemiyete değil kendi cemaatine hizmet için kullanmasıdır.
Herhangi bir kişi, yetkileri geniş bir makama gelirse sadece dar çevresine ve akrabalarına iltimas geçebilir. Ancak bir cemaat mensubu geniş yetkilere sahip olduğunda; yetkilerini kendi dar çevresi ve akrabalarının yanında cemaatinin bireylerine, onların da dar çevresi ve akrabalarına menfaat sağlamak için kullanabilir... Böylelikle haksız; ama dünyevî büyük bir saadet zinciri oluşur, dolaylı yoldan cemaat propagandası da yapılmış olur. (Unutulmamalıdır ki, bir ideoloji, dava vs. için bir araya gelen grup, cemaat, örgüt gibi yapılanmalardaki dayanışma bireyler üzerinde aile bağından, yasalardan daha çok bağlayıcı ve yönlendirici olabilmektedir.)
Elde edilen makam, sadece makamdaki kişinin değil cemaatin kazanılmış hakkı olarak kabul edilir yahut algılanır. Bu algı ve kabul, ardından başka bir yanılgıya kapı açar: Elde edilen makam vesilesiyle hizmet gönüllülerinin(!) önünü açma gerekçesiyle cemaat mensuplarına çıkar sağlanmasının “meşru olduğu” yanılgısı… Bu da başka bir sonuca götürür bizi; ikbal ve menfaat dağıtılan bu makamlar vesilesiyle cemaat, propaganda alanı bulmuş olur kendine. Neticede; dünyevî beklentisi ve kaygısı olan insanlar birer ikişer cemaate dahil olurlar.
Kurumunda amir olan bu yetkililer, kendilerini mensubu bulunduğu cemaatin o kurumdaki memuru görmekten kurtulamaz: Adına “vefa” der, “cihat” der, “kazanılmış hak” der…
Hâlbuki,
“Tevhidi topluluk tek parçadır ve birbirinden ayrılması düşünülemez. Bu sebeple, Mekke’de nazil olan Enbiya ve Mü’minûn surelerindeki bazı ayetler, tevhidi topluluğun tek parça olduğunu özellikle vurgulamaktadır: ‘Gerçek şu ki, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir.’ (Enbiya Suresi:92, Mü’minun:52)… Çeşitli İslam coğrafyalarında, İslami hizmetlerde bulunmak veya İslam nizamını hâkim kılmak üzere oluşturulan değişik organizasyonlar, şer’i terminolojideki İslami cemaat değil, İslami gruplardır; başka bir değişle ‘örfi İslami cemaatler’dir (Çünkü gerçek İslami cemaat, tek bir parça halinde, ümmettir) ve her biri hadd-i zatında ümmetin bir parçası sayılır.” (Mansur Güzelsoy, ‘İslami Cemaat’ Çevresinde,
Cemaatler tarih boyunca olmuştur, olmalıdır. Olmaması gereken; cemaat veya grup asabiyesinin ümmet şuurunun önüne geçmesi, fırka ve hizip olması… Cemaat yazılarından rahatsızlık duyan kardeşlerim yoksa “tamam” mı oldunuz, cennetle mi müjdelendiniz de büyük cihadı (nefsine karşı cihat) hatırlatan sözlere peşinen tepki koyuyorsunuz.
Yazımı yakın zamanda merhum olan ve “Erzurum Tabyaları’ndan” şiirinin de şairi Bekir Sıtkı Erdoğan’ın bir rubaisi ile bitirmek istiyorum:
Söz taciriyim inci güher söylemedim.
Fikrimde hayır yoksa da şer söylemedim
Tanrım, şımarıp rahmetinin bolluğuna
Affet! Yarım aklımla neler söylemedim.