Adalet Arapça bir isim. Türkçe sözlükte; “Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, türe. Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme. Bu işi uygulayan, yerine getiren devlet kuruluşları. Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme, doğruluk.”

Tarihimizde önemli bilgi kaynaklarımızdan olan Adaletname ve Siyasetname gibi eserlerde adalet: Halkın üzerinden zulmü gidermek, kuvvetlinin zayıfı ezmesine meydan vermemek, halkın can ve malını emniyette bulundurmaktır. Yine adalet, haklıya hakkını, suçluya cezasını vermek ya da hak edene hak ettiği kadar vermek. Adalet olan yerde zulüm, zulmün olduğu yerde adalet olmaz.

İbn Miskeveyh (932-1030)’e göre adalet: “İnsanda akıl, şehvet ve gazap dengesi kurulması ile adalet oluşur. Şehvet ve gazap aklı devre dışı bırakırsa insan tam bir hayvanlık hâlini, yırtıcılık hâlini, hak ve hukuka saldırma, onu yok etme hâlini alır. Şerefine ve hakkına saldırıda suskun kalması hâlinde de adaletsizlik oluşur. Bu nedenle adalet tam ve bütün bir erdemdir. Adaletsizlik de tam ve bütün bir kötülüktür. Dolayısıyla adalet tam, doğru, orta ve güzel olandır. Bu nedenle insaflı ve hakka saygılı kimse adaletli kimsedir.”

Farabi(870-950)’ye göre iki türlü adalet tanımı vardır. Biri insanın insana karşı yani ferdin adalet anlayışı, diğeri devletin yurttaşlarına karşı adalet anlayışı. İnsanın insana karşı adalet anlayışı, bireyin her hâlükârda başkalarına karşı faziletli davranmasıdır. Burada vicdan önemli bir görev üstlenir.

Bizce bu anlayışı daha iyi ifade eden Nahl/90 ayetidir: “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”

Bir de devletin kurumlarıyla ve zihniyetiyle uygulaması gereken adalet anlayışı vardır. Devlete göre adalet, yurttaşların doğal hakkı olan güven, servet, şeref, rütbe ve diğer erdemleri aralarında paylaştırması ve güvence altına almasıdır. Çünkü yurttaşların her birisinin hak ettiğine eşit ölçüde, iyi şeylerden payı vardır. Adaletsizlik ise bu faziletlerin az ya da çok olarak pay edilmiş olanın elinden alınması ya da korunmamasıdır. Yapılan her adaletsizlik uygun bir ceza ile karşılık bulmalıdır. Adaletsizlik yapana, yaptığı adaletsizliğe eşit bir kötülükle karşılık verildiğinde, adalet sağlanmış olur. Adaletsizlik çoğu kez ya kamu ya da bireyler adına yapılır.

Bu anlayışa örnek sanırım Maide/8 ayeti uygun düşmektedir:

“Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetleyenler olun! Bir topluluğun çirkinlik ve kötülüğü sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun! Bu, takvaya/korunup sakınmaya daha uygundur. Allah’tan sakının. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”

Osmanlı Devleti’nde “Kanuni” lakabını ve sıfatını alan Sultan Süleyman’dır. Bu, tarihimizde iftihar edeceğimiz bir durumdur. Adalet bu kadar önemsenmiştir. Sultanların “Adalet Köşkü” yaptırmalarına neden, divana açılan pencere arkasından davalar görülürken, davaları dinleyerek otorite sahiplerinin halkı adalet adına ezmesini önlemesi ve ülkede adalete olan güveni sağlamasıydı.

Beylerbeyi Sarayı Mavi Salon tavanına adaletle ilgili nakşedilmiş 6 beyitlik şiiri sizlerle paylaşmak istedim.

Adalet bir muallâ hânedir kim şehnişînânı

Hemîşe gülşen-i ilhâm u tevfikata nazırdır.

Adalet öyle yüce bir yerdir ki, pencereleri her zaman ilham bahçesine ve Allah’ın yardımına bakmaktadır.

Kulub-ı dadhanan adl ile abad olur ancak

Ki tahkim-i esas-ı devlet ol merkezde dairdir.

Hâkimlerin, dilek sahiplerinin kalpleri ancak adalet ile şenlenir. Ki devletin esas hükmü (kararı) o merkezde döner.

Bünyan-ı hükümet ki adalet temelidir

Beytü’ş-şerefi saltanata hatt-ı celidir.

Hükumet binası adaletin temelidir. Saltanatın şerefli evi o adaletin yüce çizgisidir. (Uygulandığı yerdir).

Mülkü ma’mur kılar aynı bina-yı mersus

Hükm-i mensus ile ahkâm-ı nizam-ı mahsus.

Birbirine kenetlenmiş, birbirine bağlanmış sağlam yapılar ülkeyi, mülkü nasıl mamur kılarsa, ayet ve hadis gibi kesin delillerle tespit edilmiş özel hükümler, yaslar ile de nizam ve düzen sağlanır.

Ahkâm-ı adaletdir eden âlemi ma’mur

Adl olmasa âdem olamaz kevnde mesrur.

İnsanlığı mutlu eden, yücelten adaletin hükümleridir. Eğer adalet olmazsa insan bu âlemde mutlu olamaz.

Akil denir ol zat ki adl ide hemişe

Havf-ı Hak ola nefsine endişe vü pişe.

O insana akıllı derler ki, nefsinde fikir ve düşüncesinde her zaman Allah korkusu ola.

Evet, bu mısraların yazıldığı anlayış elbette bir zihniyetin ürünüdür. Rahmetli Prof. Dr. Mustafa Akdağ, “Türk Adalet Örgütü gerek Selçuk oğulları Türkiye’si ve gerekse Osmanoğulları devri İmparatorluk Türkiye’sinin siyasi hayatındaki sağlamlık ve devamlılığın belkemiğini teşkil eder.” demektedir.

Koçi Bey(Ö. 1650)’in de Risalesi’nde belirttiği ve uyarılarda bulunduğu gibi, Osmanlı Devleti tüm çabalarına rağmen adaleti yeterince tesis edemediği için yıkıma adım adım yaklaşıyordu. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başbakanlar zaman zaman padişahlara verdikleri layihalarda (herhangi bir konuda bir görüşü dile getiren yazılarda) adalet kurumunu kuvvetlendirmek gerektiğini belirtiyordu. Başbakan Sait Halim Paşa 1879’da II. Abdülhamid’e şöyle yazıyordu: “Devletin gerilemesi, adaletin ve uygulanmasındaki gevşeklikten ileri gelmiştir. Hıristiyan tebaa arasındaki hoşnutsuzluk da aynı sebeptendir… Haricin müdahaleleri de yine adaletsizliktir. Tebaanın hoşnutsuzluğunu ortadan kaldırmak adalet ile mümkündür. Mahkemelerin düzenli olarak işler hale getirilmesi ilk yapılacak iştir. Hâkimler bilgili ve doğru olmalı, mahkemelerde istikrar sağlanmalıdır.”

Sait Halim Paşa layiha vermekle kalmadı, adalet kurumunda ve zihniyetinde reformlar yaptı. Hedefi, yargı erkini yürütmenin etkisinden kurtarıp bağımsız duruma getirmek, yabancıların adalet mekanizmasına olan dışarıdan müdahalelerini önlemek ve yargı güvencesini sağlamaya çalışmaktı. Bu çırpınışlar devlet memurlarının görevi siyasi etki altında kötüye kullanmalarına, mahkemelerin bağımsızlığını sağlamaya yetmedi. Bu uygulamaların olmaması için adil bir denetimin olması gerekirdi. Oysa meşrutiyet yönetimi olmadan millî şairimiz Mehmet Akif’in İstibdât şiirinde ortay koyduğu gibi mümkün değildi. Çünkü o dönemde meşrutiyet, hürriyet ve Türk kelimesini telaffuz etmek dahi suç sayılmaktaydı. II. Meşrutiyet (1908) hürriyet, adalet, eşitlik ve kardeşlik ilkeleriyle kendisini ifade etme fırsatı buldu. Asırlık Türk devleti üzerine akıl yürüten herkes geçmişinden ders almadan şimdi ve gelecekte adaleti sağlamadan ve adaleti ayakta tutmadan devletin çökmeyeceğini düşünüyorsa aklen ve vicdanen büyük hata yapıyor demektir. Aksakallı bilgelerimiz şöyle demişlerdir: “Devlet küfürle ayakta kalır ancak adaletsizlikle, zulümle ayakta kalamaz.”

Beyitlerin tercümesinde Eski Türk Edebiyatı hocası dostum, mesai arkadaşım Dr. Müzahir Kılıç’ın ve Öğretim Görevlisi Yakup Yaşa’nın yardımlarını gördüm. Teşekkür ederim.

Daha geniş bilgi için şu kitaplara bakabilirsiniz. Prof. Dr. Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği. Farabi, Fusulü’l-Medeni, İbn Miskeveyh, Ahlakı Olgunlaştırma. Halil İnalcık, Adalet Kitabı.