Önceki yazımızın devamı

26- Bilgiye açlığımızı hissetmediğimiz için çok konuşan az okuyan bir toplumuz. Evlerimizdeki vitrinde bardağa, tabağa yer buluyoruz, kitaba yer bulamıyoruz.

27- Hediye verirken sadece hediye vermiş olmak için veriyoruz. Hiçbir işlevi yok. Yazmayan bir kalemi hediye diye getiriyor.

28- İnsanlarla uzlaşarak saygıya dayalı ilişkiler kuran insanı takdir yerine eleştiriyoruz. Kabile, aşiret, parti, tarikat, cemaat ve mezhep gibi kapalı toplumlarda insan serbest davranamıyor. Hele hele dar çerçevede düşmanlık hep bu kötü nefret duygusuyla yaşıyor.

29- Kötülükler, ihanetler ve aldatılmalar çok uzaklarda olan kişilerden daha çok en yakınlarımızdan geliyor. Kötülüğü en çok yakınlarımıza yapıyoruz. Özellikle boşanmalarda, mirasta ve iş ortaklıklarında.

30- Vefalı olamıyoruz. İşimizi yapıp bitirene kadar vefalı gözüküyor, iş bitince çok çabuk unutuyoruz. Bunu en çok öğrencilerimizde müşahede ediyoruz.

31- Cahil, bilgisiz ve sorumsuz olma özgürlüğümüz yok. Kendimiz üzerine düşünmüyoruz. Öğrencilerime zaman zaman küser misiniz, iyilikten anlar mısınız, zorlanmadan iyilik yapar mısınız, bağışlar mısınız, geçimli misiniz gibi sorularla kendi üzerlerine düşünmeyi sağlamaya çalışıyorum. “Kendin bil” bütün bilgelerin ilkesidir.

32- Hoca Nasrettin oğluyla beraber eşeğini alarak şehre gider. Hoca, oğlu küçük diye önce oğlunu bindirir, kendi yürür.

Rastlayan köylü, evladım utanmıyor musun? Baban yürüyor, sen eşeğe binmişsin.

Hoca çocuğu indirir, kendi biner. Bu sefer de yolda rastlayan köylü:

- Hocam utanmıyor musun, çocuk yürüyor sen binmişsin!

Hoca bu sefer çocukla beraber binerler. Elin ağzı torbamı ki bağlayasın.

Rastlayan köylü – Hocam hiç utanmıyor musun? Yazık değil mi?

Hoca ve oğul bu sefer eşekten inerler, eşeği önlerine katar, yola devam ederken, yine bir köylü rastlar.

-Hayrola hocam nereye böyle?

-Hoca şehre der.

-Niye eşek boş gidiyor, binseniz der.

Hoca bu sefer de oğluna döner, yavrum sadece eşeği sırtımıza almak kaldı…

Ben olsam ne yaparım? Bu insan neden bunu yapamadı ya da yapamıyor diye sormuyoruz. Bu tür insanlardan kaçmak ne kadar zor. Hele hele devlet yönetiminde insanları memnun etmek çok zor olsa gerek.

33- İş yerlerinde, kurumlarda, ailede şahsi kişilik çatışması nefreti doğurmaktadır. Özellikle aileler arasında nefreti kendimiz oluşturuyoruz. Yapıcı olamıyoruz. Büyüklerimiz çok sabırlı ve anlayışlı olmalıdırlar. Aileler yıkılıyor, ortaklıklar bozuluyor, düşmanlıklar oluşuyor. Her gün televizyonlardan, gazetelerden, sosyal medyadan cinayet haberleriyle sarsılıyoruz.

34- Hemen hepimiz her gün hayırlı evlat, hayırlı eş, hayırlı gelin ve damat istiyoruz. Acaba kendimizin hayırlılığını ne kadar sorguluyoruz?

35- Tecrübelerimizden ders çıkarmıyoruz. Hata üstüne hata yapıyoruz. Bunun bedelini ağır ödüyoruz. Cehaletimizin farkında olmadığımız için söze değer veriyor, o insanın ne yaptığına bakmıyoruz. Çoğu kimse ile geçinemeyip sadece az sayıdaki kişiyle geçinen insanı iyi diye nitelendiriyoruz. Oysaki geçimsiz insan önce kendisiyle barışık değil ki başkalarıyla barışık olsun.

36- İnsana güven duymak istiyoruz, fakat güven duyulan olmak için çaba sarf etmiyoruz. Size güvene bilir miyim dediğimizde hiç tereddüt etmeden elbette diyoruz. İş gerçeğe binince sahtekâr bir kişilikle karşılaşıyoruz. Toplumumuzun kalitesini güven duyulan insanın azlığı değil, çokluğu belirler.

37- Kendisine saygı duyulmasını isteyen egosu şişkin insanlar, başkalarına saygı göstermede ne kadar zavallıdırlar. Her bir davranışları istenmeden, zorlanarak göstermeliktir. Dahası küçükler büyüklere saygı göstermesi bir mecburiyet olarak görülürken, büyüklerin küçüklere saygı göstermeleri hiç akla gelmez!

38- Kendisine yapılan bir iyilik karşısında, adeta aynı miktarda iyilik yaparak ödeşme anlayışı içerisinde olunuyor. Ben ona iyilik yaptım ona iyilik yapmama gerek yok, diye düşünülüyor. Dahası bize yapılan iyiliği çabuk unutmak büyük bir yanlışımız. Erdemli davranış bize yapılan iyiliği unutmamak, bizim yaptığımız iyiliği unutmak ve başa kalkmamak olsa gerek. Düğün hediyelerinde ki ödeşme mantığı buna en iyi örnektir.

Dr. Alexi Carell’in “İnsan Denen Meçhul” diye bir eser okumuştum. Sizlere de salık veriri bu eseri. Kalın sağlıcakla…