Kabul… Göç, bizim atalarımızdan devraldığımız bir miras, genlerimize nüfuz eden bir karakter. Lakin Asya steplerinden Anadolu’ya ve Batı’ya göç edeli bin yılı aşkın zaman geçti.

Selçuklu kısmen, Osmanlı büsbütün yönünü Batı’ya çevirmişti.

Hep yürüdü, hep yeni diyarları yurt tutmanın aşkıyla yanıp tutuştu.

Tuna olup akmamız da bu vasıldandır, Viyana kapılarına dayanmamız da…

Oğuz’dan beri yollara revanız.

Bu sebepledir ki Türk’ün göç sevdası, dizginlenemez bir çağlayandır, nirvanadır, dahi Kaf Dağındaki Anka Kuşu’dur.

Göç, bizim için Maveran’a yoldaşlıktır.

Dumlu olup Basra’ya akmaktır, Aras olup Hazar’la kucaklaşmaktır.

Çoruh olup Karadeniz’le çılgınca dans etmektir, bizim için göç…

Su akar da insan akmaz mı?

Akar elbette…

Hem öyle bir akar ki Tortum Çağlayan’ı olup gökyüzünü bin bir renkle süsler.

Aynı anda yeşerir toprak Hınıs’ta fasulye, Tekman’da buğday, Karayazı da mercimek…

Aynı ilkedir bizi biz yapan Şenkaya’da Hüseyin Köycü, Tortum’da Ziayattin Fahri Fındıkoğlu, Horasan’da Mümtaz Turhan…

Bizi biz yapandır, Aşkale’de Arif Sağ, Erdal Erzincanlı…

Değil mi ki biz biz olduysak Çat’ta Mihrali Hoca hep dua etti…

Alvar’da Muhammed Lütfü Efendi, Narman’da Sümmani…

Hasankale’de feza alimi İbrahim Hakkı, Tambura’da asrın şairi Emrah…

Ne Olur’dan ne de Karaçoban’dan yana müştekiyiz, Uzundere yoldaş oldu bize, İspir kale oldu set olup can verdi memleket aşkına…

Pazaryolu “Yettim Dadaşım” deyip koştu oradan…

Narmanlı’da, Lalapaşa’da, Muratpaşa’da yahut da Ulucami’de aynı safta durduk namaza, aynı kıbleye yöneldik. “Allah bir.”

Heybetiyle selamladı Erzurum’u Çifte Minareler ve de Yakutiye… Rahmet rahmet deste deste…

Aynı sedayı duyduk, Esatpaşa’da, Vaniefendi’de…

Şehitler’de yankılardı ezanlar Gölbaşı’nda secde etti müminler…

Mahallebaşı rüku içinde eğdi başını secdeye, Mahallebaşı sustu öylece…

Kurşunlu’da hatimler okudu hafızlar, Taşambar’da diller durdu duaya…

Pir Ali Baba’yı rahmetle andık, geçtik oradan tüm Allah dostu merhumların kabirlerine…

Ne Leblebici yokuşu, ne Çırçır, ne Hananibasri, ne Hacıcuma, ne Cedit ne de Ayazpaşa kaldı… Gürpınar, Arı ve Doğu sinemaları da yok artık Dadaş, zaten çoktan veda etmişti… Tebrizkapı’da mahzun olduk Erzincankapı’da garip…

Hikayelerimiz var bizim bu şehre dair, söylemedik daha son sözümüzü…

Niksarlı şair Erzurumlu Cahit Külebi söylemiş söyleyeceğini:

“…Kavuncular kavun taşırdı.”

Seksenli yılların başında Erzurum, Türkiye’nin hem nüfus, hem iktisat, hem siyaset hem de sosyal-kültürel hayat bakımından ilk on ilinden biriydi…

Sonra her şey hızlı biçimde dönüşmeye, değişmeye başladı.

Özal’ın liberal ekonomi rejimi ile birlikte, Anadolu şehirleri istikballerini büyük şehirlerde inşa etmenin peşine düştü, yeni yeni hayatlar kurguladı.

Erzurum’un bir türlü önlenemez göç erozyonu da bu yeni düzenin bir sonucuydu.

Göç, iliklerimize kadar sirayet etmiş bir ata geleneği…

Her ne kadar 16. yüzyıldan itibaren artık yerleşik düzene geçmeye başladıysak da çaresiz bir yanımız yine yolları koyuldu.

Hani şair demiş ya; “ Gemim deryada kaldı, yelkenlerim kara gözler.”

Gerçi bu dizede güzel bir cinas vardır ya…

Neyse…

Göç bu milletin alamet-i farikasıdır.

TÜİK’in son araştırması göstermektedir ki, Erzurum, göç yolculuğunu usul usul da olsa istikrarlı bir şekilde devam ettiriyor.

Bir yılda yedi bin hemşerimiz göçünü tutup tıpkı Reyhani ustanın dediği gibi bir sabah çekip gitmiş.

Hem de üç kez geri dönüp bakarak…

Bidayetinden beri tartışılan bir husustur:

“Doğduğun yer midir vatan, yoksa karnının doyduğu yer mi?”

60’larda binlerce insanımız Almanya’nın yolunu bir lokma ekmek uğruna tutarken hoş vatanına sırtını dönmemişti ki…

Bugün de Erzurum’a veda edenler, şöyle demiyorlar muhakkak ki…

“Erzurum evrilesen, ben içinden (Orijinali: o yar) çıktıktan sonra çarh olup çevrilesen.”

Ne gidene kal demek anlamlıdır ne de kalana git demek marifet…

Nazım diyor ya, “Ne ölümden korkmak ayıp ne de düşünmek ölümü.”

O misal işte…

Giden de bizim kalan da…

Göçünü tutan da ayıp etmiyor, kalan da…

Çoğumuz derviş değiliz ki, “bir hırka bir lokma” diyelim…

Gençlerimiz istikbali enginlerde arıyor.

Zahir yetmiyor Palandöken’in karlı zirveleri…

Şu da bir bakış açısıdır:

Düşünün ki Erzurum’un nüfusu iki milyon; lakin bu nüfusun bir buçuk milyonu aç ve perişan. Böyle olmaktansa bu şehrin nüfusu beş yüz bin olsa ama herkesin karnı tok, işi ve evi var.”

Ezcümle:

Mahut sebeplerden ötürü başını alıp gidenleri elbette ki kınamıyorum, bilakis anlamaya çalışıyorum. Lakin Erzurum’un göç zaruretini meşum amellerine alet etmek için hep pusuda bekleyenleri de telin ediyorum.

Eskilerin bir ölçüsü var:

“Eğer tanıdıklarınızın ve sevdiklerinin çoğu kabristanda ise, anlayın ki siz de artık o yolun bir yolcusunuz.”

Ben bakıyorum da hala tanıdıklarımın, sevdiklerimin, dostlarımın ve iki lafın belini kıracağım arkadaşlarımın çoğu Erzurum’da…

İnancımı kaybetmedim:

Biliyorum…

Bu şehirde yeni bir şafak; ümit, umde ve inançla bezenip yeniden tüllenecektir.

Kim bilir belki tam da büyük şairin dediği gibidir:

“Belki yarından da yakın.”