Gençliğimde bir dükkânımız vardı. Dükkanımız, ziyaretçi popülasyon açısından oldukça zengindi. Akademisyen, doktor, öğrenci, hamal, Erzurum’da meşhur olmuş meczuplar, deliler, Erzurum’da siyaset yapan yüksek zirveler, diğer partilerin yöneticileri, tüccarlar, esnaflar ziyaretçilerimiz arasındaydı. Aşağı yukarı her gün bir oturum açılırdı. Tartışmalar sohbetler, fıkralar, münakaşalar olurdu. Rahmetli Babam MHP il başkanı, Hayati Özer CHP il yönetiminde başkan yardımcısıydı ve her gün bizim dükkâna mutlaka bir uğrardı. Ticaret Borsası, Esnaf Kefalet yöneticileri, adaylar, milletvekili adayları, belediye başkan adaylarına kadar bizim dükkânda olurlardı.

Geneli kitap okuyan insanlardı. Günlük evlere ortalama üç gazete giriyordu. Dükkânımızda küfür, hakaret, kimseyi fikrinden dolayı öteleme, hakaret, alay etme, bağırma, aşağılama görmedim, duymadım. Din, mezhep, ırk ayırımı da görmedim ki ziyaretçiler arasında bunların hepsi de bir arada olur ve birbirleriyle gayet güzel sohbet eder konuşur, gülerlerdi.

Genelde bir profesörle hamal, bir siyasi liderle meczup aynı anda olurlardı ve ayrım yapmadan herkes fikrini söyler, herkes de edeple, saygıyla dinlerdi. Yapılan bir ikram ki genelde çay, kahve ayırım yapmadan herkese ısmarlanırdı. Bir profesör arkadaşı bir hamalın bana değersiz gibi görünen bir fikri için babama; işte sokağın sesi bu, bunu siyasi liderler duymalılar demişti.

Babam gelenlerin dertlerini dinler, çözüm bulurlardı. Bunların bir kısmı ciddi aile problemleri de vardı. Daha yüksek anlaşmazlıklarda amcam Av. Fahrettin Gülseven mükemmel aracılık yetisiyle devreye girerdi.

Deli Sakıp emi geldiğinde ortam biraz gerilse de birkaç kuruş hakkını aldı mı gülümser ve giderdi.

Omo Kemal, Nizo, deli Durak, deli Sabit başlıca delilerimizdi. Nizo (Nizamettin) ve Sabit için meczup diyebilirim. Rauf amcam gelen her delinin karnını doyurur, üst başını bulur buluşturur değiştirir, diş ve sağlık ve ilaç sorunlarını, çözerdi. Dr. Alaattin Emmezoğlu’nun muayenehanesinin değişmez, bedava hastaları arasındaydılar.

Şimdi benim dergâh diye nitelendirdiğim dükkânımızda neler duyduğumu, neler anladığımı ve hayatıma ne kadar değer katabildiğini görüyorum. Ve ne kadar özlediğimi ve ne kadar aradığımı!

Anlayış, saygı, kendiliğinden oluşan ve bugünkü iletişim fakültelerinin bile kendi bünyesinde bile olmayan iletişim kurallarının uygulanmasını gördüm.

Anlatılan padişah fıkralarını, başarı hikâyelerini, insanlığın vazgeçilmez zirve insanı çelebi amcalarımızdan nazik, efendi, derin bilgeliği dinledim. Ermeni işgali zamanındaki Ermenilerin yaptıkları katliamlarının acı hikâyelerini çocuklarının ağızlarından dinledim.

Babamın dostlarını, arkadaşlarını ise saymakla buraya sığdıramam, birisini yazıp birisini daha az diye yazsam veya hiç yazmasam, diğerlerine haksızlık etmiş gibi olacağını düşünüyorum. Kalbimde hepsinin ayrı yerleri, köşelerinde kırlent olarak tertemiz, sevecen, saygı ve özlemle duruyorlar. Ki babamı ziyarete her gün mutlaka gelen insanlar vardı. Hatta Babam ismen sorardı bazılarını ve acaba niye gelmedi diye cidden merak eder, telefon açardı bu dostlarına.

Bugün ahrete göç etmiş baba dostu ve sevdiklerine, arkadaşlarına Fatiha okumaktan başka elimden gelen, onlardan öğrendiğim vefa, yumuşak huy, merhamet, iletişim, felsefi derinlikler içeren hikâyeler, birer altın değerindeki nasihatlerini oturduğum ortamlarda ve yazılarımda yaşatarak saygıyla ve özlemle yâd ediyorum; saygıyla özlemle!

Şimdi insanlar bir ziyaretçi gelecek, bir çay ikram edeceğim diye adeta menfaatleri olmadığı insanlardan kaçıyorlar, görüşmemek için küsüyorlar, akrabalarını bile tanımıyorlar ve ben hayretle, dehşetle izliyorum.

Ziyarete, akrabalığa, dostluğa, arkadaşlığa, muhabbete susamışız; belki de sosyolojik birçok sorun daha yakınlaşmakla, sık ziyaretlerle çözülür.