Liyakat, ülkemizin en derin sorunlarından birisi olduğu için yaklaşık olarak halkımızın tümü bu konudan haberdardır. Buna rağmen kısa bir tanımını vermek ve dinimizin bu konuya nasıl baktığını kısaca belirtmek yararlı olur.
Liyakatin en özlü tanımı şudur: ”Liyakate göre icraat yapmak, elimizdeki iş ve görevleri en iyi şekilde yapabilecek yetenekteki kişilere vermektir”. Kur’an-ı Kerim’de bu konuyu işleyen çok ayet var. Ancak bir ayet var ki, onu uygulayan toplumlar hem kısa sürede refaha, demokrasiye ve zenginliğe ulaşırlar. Hem de dünya yarışında ön sıralarda olurlar. Ayet Nisa Suresi 58:İşi ehline veriniz, insanlara arasında adaletli davranınız.
Bu ayet bizim dinimizin temel kaynağında var. İnsanın aklına şu gelir: Acaba bu muhteşem kuralı Müslümanlar uyguluyor mu? Anlamını bilsek de bilmesek de bu ayetleri hatimlerde okuyoruz. On binlerce din görevlimiz bunları okuyor. Hatta önemli bir kısmımız da anlamını biliyor. Ama ne yazık ki Türkiye dâhil bu muhteşem ayeti halkı Müslüman olan ülkeler uygulamıyor. Peki, hangi milletler uyguluyor? Tabii ki demokrasinin işlediği ülkeler uyguluyor. Belki onların elinde böyle bir temel kaynak yoktur. Ama zaten “işi ehline vermek ve insanlar arasında adaletli davranmak” insan hakları arasında en temel haklardan birisidir. Bunu uyguluyorlar.
Ülkemiz bu konuda şöyle davranıyor: KPSS gibi sınavlar yapıyor. İlke olarak bu sınav liyakat belirlemek için yapılıyor. Ama buna hemen rezervler konuyor. Örneğin deniyor ki taban puan 70’dir. Bundan yukarısı yeterli sayılacaktır. Burada liyakat ihlali başlıyor. Yöneticilerin keyfine bırakılan bu aralık hemen sadece din ihlali değil, insan hakkı ihlali olarak kullanılıyor. Sınavda 100 alan atanamıyor, 70 alan yurttaş atanıyor. Ne olur ne olmaz bu hile tutmaz düşüncesi ile bir de bunun arkasına mülakat ekleniyor. Mülakat uygar ve demokratik ülkelerde bir yetenek belirleme yöntemidir. Bazı ülkeler bu eylemi kayıt altına alır. Bazıları da sınavı yapan personeline öylesine güvenir ki kayıt altına almayı düşünmez. Oysa mülakat sınavı bizim gibi ahlaken çökmüş ülkelerde liyakati ne olursa olsun kendi adamını almak için, yani hileyi katlamak için yapılmaktadır. Bu hile öyle açıktan yapılıyor ki mülakatı yapanlar kayıt altına almıyor, hile bu insanlar için normal davranış olarak yansıyor. Dürüstlük ve gerçek Müslümanlık sahte bir yüz kazanıyor.
Demokrasi ahlakına karar veren ülkeler din, ırk, akrabalık gibi kimliklere bakmadan “bu işi kim iyi yapar” ona bakıyor. Sonuçta demokratik ülkeleri her işe özel olarak uyan liyakatli kimseler yönetiyor. Bizim gibi ülkeleri de orta zekânın altındaki kimseler yönetiyor.
Bu kez uzak doğudan bir örnekle durumu belirleyelim: SİNGAPUR, bu ülke liyakatokratik bir demokrasi ile yönetiliyor. Fazla ayrıntıya gerek yok. Bu ülkede yaşayan insanların sadece %12’si Müslümandır. Ama halkın tamamı demokrattır. Bu nedenle liyakatinin yüksek olduğuna inandıkları bir Müslüman kadını cumhurbaşkanı seçiyorlar: Başörtülü Halime Yakoob.
İşte Singapur’da huzur, zenginlik, insan hakları gibi tüm insani değerler tepelerde. Kişi başı ortalama gelir 80 bin dolar. Singapur bütün insani liglerde listenin ilk beşinde olan bir ülkedir. İlam ülkeleri dediğimiz ülkeler insani liglerde yoktur. Ya böyle bir sıralamaya girmekten korkarlar ya da girince rezil olurlar. Biz utanmadan bu endekslere gireriz. Özgürlükte Kuzey Kore ile yarışırız. Müslümanlıkta sözde Müslümanlar olarak(iman ve ibadet dışında) ilk 100’e hiç giremeyiz. O zaman iman ve ibadet gerçek olabilir mi, çok küçük bir azınlığınki olabilir. Yani kısaca İslam Ülkeleri Müslüman değildir. Ayrıca orta zekânın altında hilekâr insanlar tarafından yönetiliyorlar. Aksi ise istisnadır. Bu çok sert oldu demeyin. İçeriğe bakın lütfen!
Peki, üstün zekâlı ve işin ehli kimseleri değerlendirdik, diğerlerini ne yapacağız? Onları da değerlendireceğiz. Einstein’in güzel bir sözü var. “ Tüm canlılar dâhidir, İnsanlar da öyledir. Bir balığı ağca çıkarmaya çalışırsanız o aptaldır. Ama onu suya bırakırsanız dahi bir yüzücüdür.” Diyor. Tanrı tüm insanlara bazı alanlarda üstün yetenek vermiştir. Eğitim o yetenekleri keşfetmek üzere yeniden düzenlenmelidir. Herkesin en az bir alanda yeteneği vardır, ama üstün zekâlıların çoğunlukla çok alanda yeteneği vardır. Elbette bazı orta zekâlılar arasında iyi yönetme yeteneği olabilir. Buna çok örnek yok. Ama bir örnek var: İngiliz devlet adamı Winston Churchill orta zekâlı bir kişiliktir. Ancak bizi Çanakkale’de yenemese de büyük devlet adamıdır. Sanat alanında daha çok örnek vardır. Bizim bir piyano sanatçımız vardır, alanında bir dehadır. Ama orta zekânın altındadır.
Tüm bunlar demokratik ortamda başarılır. Türkiye tam demokrasiye geçmedikçe asla ve kat’a gelişmeyi ve zenginliği başaramaz.
Liyakat sorunu demokrasiyi tam uygulamakla çözülür. Zaten insanlığın en büyük öğretileri olan bütün dinler böyle emrediyor. Demokrasiler ise bu büyük öğretilere en uygun yönetim biçimidir. İslam dinine de en uygun yönetim biçimi demokrasidir.
Mehmet Akif Ersoy’un bir Avrupa gezisinden sonra kendisine sorulan bir soruya verdiği cevapla yazımı özetlemek istiyorum:
-Avrupa’da gördüklerinizi özetler misiniz?
-İŞLERİ DİNİMİZ GİBİ, DİNLERİ İŞİMİZ GİBİ demiştir.
Benzer bir yaklaşımı Pakistan’lı düşünür Muhammed İkbal de şöyle anlatıyor:
“BATIYA GİTTİM İSLAMI GÖRDÜM. AMA ORADA MÜSLÜMAN YOKTU. DOĞUYA DÖNDÜM, BURADA MÜSLÜMAN VARDI, İSLAM YOKTU”.