Ne kadar özgür insanın varsa o kadar özgürsün! Ne kadar bağımlıysan, ülken o kadar esir!

Nefes almak için göğsün geniş olması lazım! Derin nefes almak; vücut için oksijen demektir. Oksijen yoksa hayat yok!

Nefes hayattır!

Özgürseniz, hayattasınız, nefes alıyor ve yaşıyorsunuz demektir!

Sanatçımız Ali Rıza Binboğa; “Özgürlük ve barış, tüm insanların özlemi olacak yarınlarda” şarkısında özgürlük ve barıştan yana çok ümitli değildi galiba. Özgürlüğü yarınlarda özlemek! Özgürlük bugün için niçin değildi?

Hürriyetin sınırları başkasının hürriyetinin başladığı yerde biter diye bir tanım öksüz ve eksik!

Benim özgürlük alanım dünyayı kaplar! Bu istediğim işleri yapma hürriyeti değil elbette! Ama istediğimi düşünmek, düşünebilmektir! Düşündüğümü ifade etmektir, edebilmektir.

Hayır deme hakkımdır, özgürlük, vatanım için evet veya hayır demem özgürlüktür. Haber alma hakkım, sosyal medya haberleşme hakkım, sivil toplum örgütü kurma ve faaliyet gösterme hakkım özgürlüğümdür.

Dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın; her düşündüğünüzü ifade edemiyorsunuz artık!

Emperyalizm izin vermiyor!

Emperyalizmi okuyan, düşünen, araştıran, olayların arkasını iyi takip edebilen, parayı takip eden her insan emperyalizmi tanıyor!

Paranın nereye gittiğini görmek lazım. Şahıslar kazanıyormuş gibi görünse de paraların dış odaklarda depolandığını görmek lazım! Paranın bir ülkede hangi görüşte olursa olsun oluşumların para aktardıkları yer emperyalizmin odak noktasıdır! Emperyalizmi tanıyanlar acı çekerken, emperyalizmi tanımayanlar ise seyrediyorlar; ellerinde ya seçilmiş dini oyuncaklar ya ceplerini doldururlarken çekilmiş fotoğraflarıyla!

“İnsanlar zekâ bakımından üçe ayrılırlar. Kendi başlarına anlayanlar, başkaları anlattığı zaman anlayanlar ve bir de ne kendi ne de başkaları anlattığı zaman anlayanlar” demiş, Titus Livius. Özgürlüğü anlayamadan, özgür olunmaz! Ve insanoğlunun özgürlüğü gerçekten anladığını düşünmek safdillik olur! Dünyayı işte bu üçüncü grup, anlayamayanlar yönetiyor ve yönlendiriyor!

Özgürlük, sen hayatsın!

Bir zamanlar bir yerde bir Emir Hazretleri ve bir de ilim irfan ve rey sahibi bir âlim varmış. Emir hazretleri, ilim irfan sahibi ilim adamına kadılık teklif etmiş, reddedilmiş. Bunun üzerine Emir adamlarını elçi olarak ilim irfan sahibi âlime göndermişler. Hiç olmazsa bir akşam yemeğe gelme sözü almışlar. Âlim ve rey sahibi efendi saraya yemeğe gitmiş. Sonra bugün mangalda sülün, yarın kazanın dibinde frambuazlı çaklıt (!) derken, efendi hazretleri postu saraya sermiş ve emirin bütün istedikleri fetvalara olur diye imza atmaya başlamış. Özgürlüğünden vazgeçen, karnını ve cebini emire bağlayan artık bir esiran-ı emir oluvermiş! Koskoca âlim efendinin; ne irfanı ne ulema içinde reyinin itibarı kalmış!

En büyük özgürlük kişinin kendisini esir etmemesidir. Öyle bir esaret ki; iki dünyada da itibardan vazgeçmek demek!

Okumak, derinleşen düşüncelerle hayatı ve özgürlüğü anlayabilmek için eğitim alıp vermek; bir ülkenin sigortası olabilir. Ne kadar özgür insanın varsa o kadar özgürsün! Ne kadar bağımlıysan, ülken o kadar esir!

“Böyle bir Melik’e ey esiran, Hürriyetim olmasın mı kurban” Şeyh Galip. Buyurun; bu da özgürlüğünü heba ve feda eden, yani sanatçı, yani halka örnek olması gereken ve yönlendiren bir tanınmış kişi!

Özgürlük bize kutsal emanet!

Özgürlük denilince ilk aklıma gelen Atatürk’tür!

Atatürk’teki o nasıl bir bağımsız ruhtur ki; çoğu kimseler göremese de dünyada bağımsızlığın sembolü bir simge olmuş, özgürlüğü anlatan bir örnek bir kılavuz bir ışık olmuş!