Suriye’de rejimin yıkılmasıyla birlikte gün yüzüne çıkartılan hapishanelerle ilgili haberleri izleyince bizim hapishane geçmişimizle ilgili süreçleri hatırladık.

Genç Osman’ın alçakça katledildiği Yedikule Zindanlarında nelerin yaşandığını bilmesek de iki ihtilal ve bir darbe gördüğümüzden zindanlar hakkında bilgi sahibi olduğumuz söylenebilir.

İnsanlık onurunun ayaklar altına alındığı o günlerde, zindanlarda yaşananları filmlerden seyredip, usta kalemlerin şiir, roman ve hikâyelerinden okuyup, yaşayanlardan dinleyip ürpermiştik.

Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Ahmet Arif, Sebahattin Ali, Nevzat Çelik, Muhsin Yazıcıoğlu gibi kalemler unutulmaz şiirleriyle mahpushaneleri anlatmışlardı.

Ziverbey Köşkü’ndeki işkence çeşitlerini yıllar sonra yazılı basından okuyunca, donup kalmıştık. Bir insanın bir insana bu muameleleri nasıl reva gördüğünü hafızamız almamıştı.

Sinop Cezaevi’nde, Mamak Askeri Cezaevi’nde, Diyarbakır Cezaevi’nde, Ulucanlar Cezaevi’nde binlerce siyasi mahkûm akıl almaz çile çekmişlerdi.

“72. Koğuş” ve “Uçurtmayı Vurmasınlar” filmleriyle geçmiş yıllardaki hapishanelerin, yönetim anlayışı, fiziki şartları ve mahkûm profilleri hafızamıza kazınmıştı.

Bir siyasi ideolojinin taraftarı olarak bu işkencelere maruz kalmış ve hücrelerde uzun süre tutulmuş arkadaşlarımızın tahliye sonrası yaşadıklarını kendilerinden dinlemiştik.

Fiziki ve psikolojik işkencenin her türlüsünü yaşamış bu gençlerin çektikleri acılar ve ruhsal çöküntüler onların iç dünyalarında kaldı veya onlarla birlikte mezara gitti.

Karıştırma ve barıştırma adı altında karşıt görüşlü gençleri bir koğuşa tıkarak ıslah etmek düşüncesi hangi bilimsel görüşten referans almıştı! Muhatapları kaldıysa sormak isteriz.

Nazım Hikmet’in su işkencesinden çok ıstırap gördüğü için sudan korktuğu ve yıkanmak istemediği söylenir.

Mustafa Yazgan Hoca abdest almak istediği bir su bidonuna görevlinin idrarını yapıp “gel abdestini al” demesini ağlayarak anlatmıştı. Rahmetli Mahmut Eren, en ağrımıza giden İstiklal Marşı’nı bize tersinden ezberletmeleri oldu demişti.

Diyarbakır Cezaevi’nde dışkı yedirmenin sıradan bir işkence türü olduğu söyleniyordu.

İşkence ve kötü muamelenin zirve yaptığı o günleri, sol ideoloji her fırsatta “ İnsanlık onuru, işkenceyi yenecek “ sloganıyla duyururken, milliyetçi cenah, ucu devlete dokunur düşüncesiyle yaşananları sineye çekmişti.

Bu yaşanmışlıkları şimdi müze haline getirilen Ulucanlar Cezaevini gezerek anlamak mümkün.

Devletin kendisiyle yüzleştiği bu müze insanlık onuru için atılan isabetli bir yaklaşım olmuştur.

Diyarbakır Cezaevi’nin de böyle bir müzeye çevrileceği sevindirici bir gelişmedir.

Suriye cezaevleri yeni yönetim anlayışıyla ıslah olunur mu! bilinmez ama demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile insanlık onurunun korunacağına olan inancımız tamdır.