En kötü yetimlik yaşlılıkta

Eşini ve akranlarını kaybetmektir.
Günler ilerlemiş Bakırcı ustası evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuştu. Yıllar çok çabuk geçmiş, çocuklar evlenmiş, her biri bir hane sahibi olmuştu.
Bakırcı ustamız camilerin alemlerini yapmayı sürdürürken yıllar hızla tükenmiş günün birinde hayat arkadaşını kaybetmiş evde tek başına kalmıştı.
Büyük oğlu baba gel artık bizde kal teklifini yapınca oğlunun isteğini kırmamış ve oğlunun evine yerleşmişti.
Fakat günler geçiyor usta evini özlüyor kimseye bir şey diyemiyordu. İlerlemiş yaşına rağmen Sabah namazıyla evden çıkıyor, yatsı namazından sonra eve gidiyor, gelinin hazırladığı yemekten birkaç lokma alarak kendi odasına çekilip uyumaya çalışıyordu.
Yıllar geçmiş içindeki "gor evim sır evim" duygusu ruhunu sararken "Tatar Böreği" yeme arzusu iyiden iyiye alevlenmişti. İsteğini oğluna, gelinine bir türlü söyleyemiyor ancak günün birinde altı metre karelik dükkânında yapmaya karar veriyordu.
İlk olarak un, yağ, tencere, oklava, merdane almakla işe başlamış, dükkânındaki masanın üzerinde fırından aldığı mayalık hamuruyla tatar böreğinin hamurunu yoğurmuş, üzerine örtüler kapatarak mayalanmaya bırakmıştı.
Dükkânındaki küçük tüp üzerine tencereyi koymuş, çeşmeden getirdiği suyu boşaltarak kaynamaya bırakmıştı.
Artık mayalanan hamuru masaya koyup kestiği küçük hamur parçalarını merdane yarımıyla genişletmiş, oklavayla yufkaya çevirmişti.
Fakat bu iş o kadar kolay olmamış unlar etrafa saçılmış, eli, yüzü unla bembeyaz olmuştu.
İçinden rahmetli eşi aklına gelmiş, ama sıra bıçakla yufkaları küçük parçalar halinde kesmeye geldiğinde nedense istediğini yapamamıştı.
Hamur olgunlaşmamış, en küçük etkide param parça oluyordu... Alnından terler akıyor, tenceredeki su fokur fokur kaynıyordu.
Bir hızla kestiği hamur parçalarını tencereye dökmüş olacakları heyecanla beklerken bir anda su içine döktüğü yufka parçaları hamur haline gelmiş, suyun içine dağılmıştı.
Usta ağlıyordu. Bütün emekleri zayi olmuş, çok ama çok yemek istediği tatar böreği yemeklikten çıkmış, çöpü boylamıştı.
90 yaşını geçmiş olan ustanın iki gözü iki çeşmeye dönüşmüş saatlerce ağlamayı sürdürmüştü. Yaşlıydı, garipti, çaresizdi.
Bir gün yanına gittiğimde: "Gel Hoca gel" dedi ve yaşadığı bu acıyı benimle paylaştı. "Allah kimseyi eşinden sonraya koymasın" diye dua etmişti.
Birde; "Allah hiçbir kulunu akranlarından geride bırakarak yetim bırakmasın. Çünkü en büyük yetimlik eşinden ve akranlarından geriye kalıp dertleşeceği kimseyi bulamamasıdır" demişti.
Aylar sonra tekrar ustamın dükkânına uğradığımda 94 yaşında vefat ettiğini öğrenmiş, Fatiha'sını okuyarak oradan ayrılmıştım.

Ruhu şad olsun.