Gençliğimde bir gün canımı sıkan bir konu için çalıştığım firmadaki orta düzey bir yöneticiye tepki olsun diye sakal bırakmıştım. O zamanlar yardımcı doçent olan bir akademisyen hocamızın yanına gittiğimde; sakal bırakmamın sebebini sordu. Ben de tepki olarak bıraktığımı söyledim.

Sakalın sana yakıştığına inanıyor ve canın istiyorsa bırak, kimse için ve hele tepki için bırakma demişti. Sen ona tepki gösterirsin, o sana tepki gösterir ve hep birbirimize tepkili bir millet oluruz, hoş değil demişti.

Tepkiyi direkt göstermek yerine düşündüm ki tartışmak, münakaşa etmek ve iletişim kurallarını bırakmamak gerekiyordu. Tartışırken bağırmamak, dinlemek, mantığa hitap etmek ve saygıyı terk etmemek en önemli kurallardı.

Tabi ki doğruya ulaşmak için muhatabının da aynı saygı ve bilgi ile yüklü olması gerekiyordu.

Eğer donanım tek taraflı ise karşıya doğruyu anlatabilmenin imkânı kalmıyor demekti ki buda iki tarafı keskin bir bıçaktı. Ya itaat edip amirin dediğini yapacaksın ki bu güvenli olmak anlamına gelir, ya da risk alıp kendi dediğini yaparak işten ayrılma riskini göze almış olacaksın!

Sürekli sosyal medyadan laf sokanlar, söz ısmarlayanlar, kendisini insanlığın zirvesinde görenler olduğu gibi, her durumunda avukatı, hakimi, savcısı, bilirkişisi davalısı, davacısı kendisi olanlar olduğu gibi sosyal medyayı sosyolojik alkışı hak edecek sosyalleşmeyi desteklemek için kullanan insanlar da bulunmaktadır ki Allah’tan bu tip insanlar çoğunluktalar.

Sosyal medyadan söz ediyorum çünkü otobüste, aile içi toplanmalarda, kafelerde, lokantalarda hatta sinema tiyatroda, banyo bize karanlık bilmiyorum ama denizde yüzerken insanların ellerinde telefonla sosyal medyadalar. Adam Cuma namazına gelmiş, hoca hutbe okuyor, elinde cep telefonu ta Cuma namazı için kamet getirilene kadar elinden bırakmıyor(!) Kimse hiçbir şey kaçırmak istemiyor. O yüzden sosyal medyadan söz etmek zorunlu hale geliyor.

Siyasi ve dini liderler, spor kulüpleri taraftarları fanatiklik hastalığının vermiş olduğu kısıtlayıcı ve her durumlarını savunacak hale geldiklerinde ise toplumdaki tepki daha ciddi boyutlarda yaralar açmaktadır.

Ben haklıyım; nereye kadar derseniz kendime ait fikrimin benden daha çok daha bilgili, daha çok okuyan, daha çok düşünen kısacası daha beyaz biri veya birilerinin değirmenlerinde fikirlerimin analiz ve sentez bölümlerinde öğütülüp işlenip kabul edilmesi evresine kadar. Ret edilme durumlarında ben ayakta kalmalıyım, tartışmalarda yenilmenin zevkini yaşamayabilmeliyim. Her tartışma kazanılması durumunda tartışacak kişi bulamayabilir, insanlar tarafından reddedilme durumuyla karşı karşıya kalabilirim.

Tepki aslında bir noktada insan olmamızın bize vermiş olduğu adalet ve kişisel bütünlüğümüzün vazgeçilmezi olan birey olma ve özgüvenimizi koruma hakkımızdır. Bu hakkımızı kullanırken de adaleti ve saygıyı elden bırakmadan tepkimizi gösterebilmeliyiz.

Muhatabın bilgi, adalet, sosyalleşmiş bir kafası yoksa hazmetmeye çalışın gitsin, hakkınızın yendiği durum varsa adalete başvurun, derim!